12 Şubat 2019

Jim Morrison ve The Doors - 1

Jim Morrison tüm varlığıyla yerleşik kurumların ideolojik aygıtlar vasıtasıyla onay verdiği tahakküm biçimlerine, algı mekanizmalarına karşı uzlaşmaz bir tavır geliştiriyordu

ABD’li yönetmen Oliver Stone, sinema filmini çekinceye kadar The Doors grubu unutulup gitmişti. Keşfedilmesinde, yeniden hatırlanmasında bu filmin payı büyük oldu. Stone, Vietnam’da asker olarak ABD ordusunda cephedeyken en sık dinlediği grubun The Doors olduğunu söylemişti. Filmin 1991 yılında gösterime girmesiyle The Doors yeniden ilgi gördü, müziği genç rockçıların merakını uyandırdı. Türkiye’de de filmin gösteriminden sonra özellikle üniversite gençliği içinde konuşuldu, dinlendi. O yıllarda bireysellik, anarşizm, anti – otoriteryanizm, anti-totaliteryanizm gibi kavramlar Türkiye düşünce tarihinde hiç olmadığı kadar yaygın bir şekilde tartışılıyordu. Jim Morrison bu tartışmalara uygun düşen ve aynı zamanda ilk kez keşfedilen bir rock müzisyeniydi. Şairdi ve tüm varlığıyla yerleşik kurumların ideolojik aygıtlar vasıtasıyla onay verdiği tahakküm biçimlerine, algı mekanizmalarına karşı uzlaşmaz bir tavır geliştiriyordu.

The Doors ve Jim Morrison hakkında yazılan kitaplara, albümlerinin yeni sürümlerinin alıcı kitlesine bakıldığı zaman bir rock grubunun ötesinde bir olguyla karşıya olunduğu fark edilir.

John Densmore-Ray Manzarek-Jim Morrison-Roby Krieger

Grup, çoğu ABD’li rock müzisyenin olduğu gibi blues kökenli idi. Adını Aldous Huxley’in ‘‘The Doors Of Perception” ( algı kapıları ) isimli kitabından esinlenerek almıştı. Sinema öğrencisi Jim Morrison şarkı sözleri yazıyordu. Okuldan yakın arkadaşı Ray Manzarek’le birlikte karar verip 1965 yılında, Los Angeles’te The Doors’u kurdular. Jim herhangi bir enstrüman çalmıyordu. Grubun solistiydi, sözleri yazıyor beste yapıyordu. Ray Manzarek keyboard, John Densmore davul, Roby Krieger elektro gitar çalıyorlardı. Dikkat edilirse bas gitar yer almıyor. Bunun sebebi Ray Manzarek’in klavyeyi çalarken bir yandan da sol eliyle klavyedeki bas seslerle şarkıya eşlik edebilme yeteneğidir. Ray Manzarek, rock müzikte klavyeyi en iyi kullanan müzisyenlerden biriydi ve iyi bir klasik müzik bilgisine sahiptir. Muhtemelen grubun Albinoni’nin Adagio’sunu rock biçimiyle yorumlamasındaki fikir Manzarek’ten çıkmıştır. Birçok The Doors şarkısında da lead vokal yapmıştır. Manzarek, The Doors’tan sonra, minimalist kompozitör Philip Glass ile birlikte çalıştığı Carmina Burana’nın rock versiyonu olan bir albüm de yapmıştı.

The Doors, 1967-71 yılları arasında altı stüdyo albümü çıkardı. İlki, 1967 yılında The Doors adıyla piyasaya sürüldü. Çok güçlü bir çıkıştı. Çünkü albüm on yıllar sonra bile The Doors klasikleri arasında sayılan şarkılardan oluşuyordu: The End, Break On Thorugh, Light My Fire gibi...

The Doors’un eski ve yeni hayranları için olduğu kadar çoğu rocksever için de depresif ruh hallerinde ilk akla gelen kaliteli şarkılardır bunlar. İkinci albümleri de yine 1967 yılında Strange Days adıyla çıktı. Albümdeki strange Days, People Are Strange, When The Music’s Over, I Can’t See Your Face in My Mind ile Doors, müziğini bir üst evreye çıkardı. 1967 yazı, ‘‘Summer of Love” mottosuyla alışılmış yaşam kalıplarını darmadağın ederken yaşanan bilincin özgürleşmesi, 68’in ön işaretleri gibiydi. Artık Doors bilinmeye başlamış, her konseri bir infilak halini almıştı. Neredeyse her konser çıkan olaylar ve polis müdahaleleriyle yarıda kesiliyor, Jim’in başı polisle belaya giriyordu.

1968 yılında Waiting Fort he sun albümü isyan fırtınasının başladığı zamanda piyasaya sürüldü. Hello I Love You, Love Street, Spanish Caravan, Unkown Soldier bu albümle birlikte Vietnam savaşına karşı meydanlara, bulvarlara çıkan milyonların başkaldırı dayanışmasına müzikal katkı yaptılar.

1969 senesinde The Soft Parade, 1970’de Absolutely Live ve Morrison Hotel, albümleri ile devam ettiler. Alabama Song, When The Music’s Over gibi unutulmaz şarkılar bu albümlerle geldi.

1971 yılında L.A.Woman adlı kült albümü çıktı. Bu albümde de Doors’un etki alanının nicel anlamda genişletecek şarkılar yer aldı: L. A. Woman, Riders on the Storm… L.A.Woman, grubun son stüdyo çalışmasıydı.

Bugünden o yıllara ve Doors albümlerine bakınca tamamının dopdolu olduğunu, dönemlerini etkilediği gibi rock aleminin nezdinde müzikal değerlerinin takdir edilmiş olduklarını görebiliyoruz. Doors, stüdyo albümlerinin dışında, konser performansı ile de bir neslin haykırışını gerçekleştiriyordu. Sahnede, ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen Jim Morrison, bir şaman büyücüsü gibi dansa ve çığlıklarına başladığı an konser toplu bir ayine dönüşüyordu. Bu ayin ilkel komünal topluluklara özgüydü. Grubun Jim dışındaki üyeleri sakin, sessiz insanlardı. Ama Morrison’nun sihir halesi onları da etki alanına alıyordu. Bunun nasıl olduğu anlaşılır gibi değildi. Başka rock gruplarının konserlerinde benzerine rastlanmıyordu. Bir sır kuyusu haline geliyorlar, benlik algılarında özşefkat arzusu, huzur isteği, erkin boyun eğdiriciliğine masum bir reddiye ile teçhizatlanmış barışçı insani vasıfları su yüzüne çıkıyordu.

Jim Morrison, tabulardan, tahakkümden, hakim ideolojinin empozelerinden, sistemin onayladığı ve teşvik ettiği hayat biçimlerinden, kalıba sokulmaktan nefret eden bir mizaca sahipti. Bu tutumu ABD muhafazakârlığının onu düşman olarak seçmesine de gerekçe oldu. Sahnede tutuklandığı da oldu. ABD’nin 21 eyaletinde sahneye çıkması yasaklandı. Açılan davalar, istenen cezalar üzerine ABD’den Paris’e giden Jim Morrison 1971 yılında 27 yaşında başka bir aleme göçtü.

Kalan üç üye Morrison olmadan bir araya geldiler ama Jim olmayınca bir etkileri de olmadı. Ray Manzarek’in 2013 te ölümünden sonra Doors sayfası, yeni algı kapılarını genç kuşaklara miras bırakarak kapandı.

Yazımın ikinci bölümünde bu miras ve Jim’in başkaldırı kültürüne yaptığı katkının özgünlüğü üzerinde duracağım.

 

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...