20 Ağustos 2022
Ümraniyespor, lige deplasmanda Fenerbahçe’ye karşı elde ettiği gollü beraberlikle başlayarak bir anda dikkatleri üzerine çekmişti. Bu nedenle Okan Buruk ve ekibinin Ümraniyespor’u geçtiğimiz hafta karşılaştığı Antalyaspor maçında ayrı bir gözle izlediği düşüncesindeyim. Şundan; Okan Buruk ligin ilk maçında karşılaştığı Antalyaspor’u yakından bildiği için Ümraniyespor’un Nuri Şahin’in takımına karşı gösterdiği performansı daha doğru ve gerçekçi bir şekilde analiz edebilecek durumdaydı.
İlk olarak ön alanda etkili pres yapan bir takım görmüş olmalı Buruk, Ümraniyespor’a bakınca. Recep Uçar’ın öğrencileri geçen hafta, Antalyaspor gibi geriden pasla atağa çıkmak isteyen bir takıma baskı yaparak pas hatası yapmasını sağladılar. Bu baskı nedeniyle Antalyaspor’un defansif orta saha oyuncusu Fernando Martins’in kritik toplar kaptırdığını da gördük. İlk iki haftada Antalyaspor ve Giresunspor’un Galatasaray’a ön alanda pek baskı yapmadığından hareketle Okan Buruk’un Ümraniyespor’un ön alan baskısını kendi takımı aleyhine bir tehdit olarak analiz defterine kaydettiğini düşünebiliriz.
Okan Buruk’un analiz defterine işlediği ikinci tehdit, Ümraniyespor’un oldukça etkili biçimde karşı atağa çıkma kapasitesi olabilir. Gerçekten de Ümraniyespor’un hızlı atağa çıkmak konusunda iyi bir oyun ezberine sahip olduğu görülüyor.
Ümraniyespor’un en etkili silahlarından birisi olan duran top kullanımını da Okan Buruk önemli bir tehdit olarak not almış olmalı. İlk hafta Fenerbahçe karşısında iki duran top golü bulan Ümraniyespor’da bu alanda en tehlikeli isim hiç kuşkusuz 1.94 metrelik boyuyla stoper Tomislav Glumac. Dünkü maçta Okan Buruk’un duran toplarda alan savunmasının yanı sıra Victor Nelsson’la Glumac’a adam adama savunma yaptırdığını gördük, sonuç da aldı.
Fırsatlara gelince; Okan Buruk ve kurmayları, ön alan baskısı yaparken Ümraniyespor’un takım boyunun uzadığını görmüş olmalılar mutlaka. Bu ise bloklar arasında Galatasaray futbolcularının yararlanabilecekleri boşluklar anlamına geliyordu. Dün gece Galatasaray’ın hücum yaparken, geçen hafta olduğu gibi bir defans blokuna çarpmamasının nedeni buydu.
Buruk’un not etmiş olabileceği bir diğer fırsatı ise Ümraniyespor savunmasının topun hızlı biçimde yön değiştirmesine karşı hızlı yanıt verememesi oluşturturmuştu. Nitekim Antalyaspor’dan yedikleri golde Ümraniyespor savunmasının ters topta dengesini yitirdiği gözlerden kaçmamıştı.
Bu analiz notlarının şekillendirdiği bir maç bekliyordu dün bizi. Ancak asıl merak edilen Galatasaray’ın bir önceki hafta yaptığı hataları ne kadar iyileştireceği, ne kadar tekrarlayacağıydı. Neydi bu hatalar?
İlk olarak Galatasaray’ın başta pas hatası olmak üzere kolay top kaybı yapmasıydı. İkinci olarak da özellikle üçüncü bölgedeki final hareketlerde yanlış kararlardı.
Kolay top kayıplarından başlayalım. Galatasaray Giresunspor karşısında toplam 74 top kaybı yapmıştı. Nitekim Giresunspor’a galibiyeti getiren gole de Abdülkerim Bardakçı’nın tüm maç boyunca yaptığı tek hata neden olmuştu.
Galatasaray Ümraniyespor karşısında özellikle ilk yarıda basit top kaybı konusunda Giresunspor maçını da aşarak rekor denemesi yaptı denilebilir. Geçen haftaki Giresunspor karşılaşmasının ikinci yarısında 38 basit top kaybıyla oynayan Galatasaray Ümraniyespor karşısında ilk yarıda tam 44 top kaybı yaptı. Bu, Galatasaray’ın neredeyse her dakikada bir kez topu kaybetmesi anlamına geliyordu. Sadece bu istatistik bile ilk yarının Galatasaray adına bir kâbus gibi geçtiğini açık biçimde ortaya koyuyor.
Burada soru şu: Galatasaray niçin bu kadar çok top kaybı yapıyor? Dünkü maça kadar bunun asıl nedeninin özellikle hücum bölgesinde oynayan futbolcuların ilk dokunuşlarının yeterince iyi olmaması ve karar kalitelerinin düşük olduğunu düşünüyordum. Ancak bunlar top kayıplarının asıl nedenleri olmayabilir.
Belki adını koymak gerekiyor; Galatasaray’da net bir kimya sorunu var.
Öyle görünüyor ki Galatasaray’ın hücum hattını oluşturan futbolcular (sırasıyla Yunus Akgün, Emre Akbaba, Kerem Aktürkoğlu ve Haris Seferoviç) müstakbel ve mevcut transferler nedeniyle ilk 11’deki yerlerini kaybetme korkusu içindeler. Bu nedenle de kaldıramayacakları bir baskı altındalar.
Adı geçen dört futbolcudan üçü (Akgün, Akbaba, Aktürkoğlu) çözümü büyük ölçüde bu baskıdan bir an önce kurtulabilmek amacıyla kendi skorlarını üretmekte görüyor. Bu nedenle hücumların en kritik anlarında gözleri takım arkadaşlarını görmez oluyor; önlerindeki kaleden başka bir şeye bakmıyorlar.
Seferoviç’in bu baskıya verdiği tepkinin ise biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum. Belki de eski Yugoslavya ekolünün bir temsilcisi olduğu için Seferoviç, çözümü kolektif oyun içinde kalmakta buluyor. Bu nedenle de aşırı egoizm yerine, aşırı paylaşımcı bir profil sergiliyor. Ancak sonuç olarak o da baskı altında ve bu nedenle de kırılgan. Bir santrforda olması gereken kararlılıktan oldukça uzak. Net biçimde özgüven sorunu yaşıyor.
Burada elbette bir kelebek etkisi de söz konusu. Aşırı egoizm bu futbolcuların dışında kalan diğer takım üyelerinde belli ki ciddi soru işaretlerine yol açıyor. Toplam bir güvensizlik havası hâkim takıma. Bu patolojik tablonun takım oyununu negatif etkilediğinden söz etmeye gerek bile yok.
Şimdiye kadar anlatmaya çalıştığım bu psikolojik durumun maçta sahaya nasıl yansıdığını birkaç örnekle anlatmaya çalışacağım:
Haris Seferoviç burada kaleye ilerlemek yerine topu ofsayt pozisyonundaki Emre Akbaba’ya vermeye çalıştı.
Dakika 3.16. Yukarıda da görüldüğü gibi rakip oyuncunun pozisyona soktuğu Haris Seferoviç kaleciyle karşı karşıya olmasına rağmen şut atmak yerine ofsayt pozisyonundaki takım arkadaşı Emre Akbaba’ya gol attırmaya çalışıyor. Ancak verdiği pas dışarı gidiyor. Bu pozisyonda Akbaba’ ya pas vermeye çalışan Seferoviç sanki örtük olarak, takım arkadaşlarına, “çocuklar bu bir takım oyunu, bizim yapmamız gereken tek şey bizden daha uygun arkadaşımıza pas vermek olmalı” mesajı vermek istiyor gerçekte. Seferoviç’in takımdaki kimya sorununu maçın hemen başında çözmek için önerdiği yol kollektivzm. Ancak bu basit golü kaçırmak takımın kimya sorununu daha çözülmez hale getiriyor.
Dakika 24.12. Galatasaray’ın ön alanda yaptığı baskı topu Lucas Torreira’nın kazanmasına yol açıyor. Takımını hızla hücuma çıkaran Torreira sağ önündeki Yunus Akgün’le oynuyor. Akgün ise aşağıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi rakip ceza sahasında pozisyon almaya çalışan uygun arkadaşlarına hiç bakmadan ceza sahası dışından şut atmayı tercih ediyor. Top yandan dışarı çıkıyor. Pozisyonun tekrarında Yunus Akgün’ün topu sürerken hiçbir takım arkadaşına bakmadığını görüyoruz ve doğrusu irkiliyoruz. Oysa Akgün çevre kontrolü yapsa Seferoviç’in çok uygun durumda pas istediğini görecekti. Keza Kerem Aktürkoğlu’nun da.
Yunus Akgün burada öne doğru koşu gösteren üç takım arkadaşına hiç bakmadan şut atmayı tercih ediyor ceza sahası dışından.
Dakika 30.12. Fernando Muslera hızla rakip yarı sahaya koşan Yunus Akgün’ü topla buluşturuyor. Akgün yaklaşık 40 metre topu sürdükten sonra ceza sahasına giriyor, ancak yine uygun durumda bulunan Seferoviç’e pas vermek yerine bir kez daha şut atıyor. Bir öncekiyle bu pozisyon arasında tek fark var; o da Yunus Akgün’ün Seferoviç’i görmesine rağmen şutu tercih etmesi. Seferoviç ise bu pozisyonda öğrenilmiş bir çaresizlik içinde ellerini beline götürmekle yetiniyor.
Dakika 45.51. Oyuna yeni giren Dries Mertens’in pasıyla sol içte buluşan Kerem Aktürkoğlu merkezdeki Yunus Akgün’le oynuyor. Akgün’ün önünde üç seçenek var. İlki sağında bomboş olan Seferoviç’in önüne topu yuvarlamak. İkincisi solundaki Mertens’i, ya da Aktürkoğlu’nu topla buluşturmak. Üçüncüsü de hiçbir yere bakmadan şut atmak. Üçüncüsünü tercih ediyor yine Akgün.
Takım arkadaşlarına sitem etmek için ellerini iki yana açan Torreira bu hareketiyle takım kimyasının pek iyi olmadığını gösteriyor.
Takımdaki kimya sorunu sadece hücumla sınırlı değil.
Dakika 18.27. Ümraniyespor atağında Lucas Torreira peş peşe çevre kontrolü yaparak kendi kalesine doğru koşuyor. Amacı Galatasaray kalesine doğru boş koşu yapan Yonathan Del Valle’nin topla buluşmasını önlemek. Ancak Torreira koşusunu sürdürürken çevre kontrolü yapmayı bırakıyor ve Ümraniyesporlu oyuncunun ceza sahasına sızdığını görmüyor. Del Valle topla buluşup şut atıyor, ancak top üstten dışarı çıkıyor. Burada Torreira ellerini yukarıda görüldüğü gibi iki yana açarak takım arkadaşlarını suçluyor. Oysa Del Valle’yi tutması gereken yegâne Galatasaraylı o.
Bu örneği vermemin nedeni takım içindeki dayanışma duygusunun neredeyse hiç olmaması ve neredeyse her futbolcunun Galatasaray’ınki yerine kendi hikâyesinin peşinde koştuğunu göstermek.
Pas hataları, karar kalitesizliği ve takım kimyasındaki sorunlar dışında ilk yarıda Galatasaray adına bahsedilmesi gereken önemli bir konu daha var: Sezon başında ana formasyon olarak 4231’i seçen Okan Buruk, dün 433 formasyonunu tercih etti. Böylece Torreira derinde tek başına konumlanırken sol önünde Akbaba, sağ önünde ise Sergio Oliveira yer aldı.
Formasyon dışında geçen haftadan farklı iki şey daha gördük Galatasaray’da ilk yarıda: İlki bu kez çizgiye beklerin (Sacha Boey ve Patrick van Aanholt) değil, kanat forvetlerin (Yunus Akgün ile Kerem Aktürkoğlu) basmasını istedi Okan Buruk. İkincisi de geçen haftadan farklı olarak orta yapmak yerine, pasla rakip ceza sahasına girmeye çalışan bir Galatasaray izledik.
Okan Buruk’un, Torreira’nın, tek başına defansif orta saha rolünü üstlendiği 433 formasyonunda daha başarılı olduğundan hareketle bu değişikliğe gittiği çok açık. Akgün ve Aktürkoğlu’nu çizgiye göndermesindeki amacı da merkezdeki yığılmayı önleyerek rakip defansın açılmasını sağlamaktı.
Ancak ilk yarıda ne Torreira’nın derinde tek başına oynaması, ne formasyon değişikliği, ne de Akgün ve Aktürkoğlu’nu çizgiye göndermek Galatasaray’ın aşırı top kaybı ve aşırı egoizm içeren kimya sorununun üstesinden gelebildi.
İkinci yarıda birçok değişmesi için oyuna bir oyuncunun girmesi yetip de arttı bile. Bu oyuncu Dries Mertens idi ve Mertens bu değişimi iki şeyle başardı: Pas oyununa yönelik kararlılığı ve hızlı karar verip uygulama yeteneği.
Mertens’in, sürekli kendi skorunu arayan oyuncu olmak yerine, takım oyununu ön plana alan bir yaklaşım göstermesi ve pas futboluna itibarını iade etmesi Galatasaray’ın hücum hattını oluşturan futbolcularda bir zihniyet değişimi yarattı. Mertens oyuna dahil olduktan sonra ilk planda pas futboluna Torreira’yı dahil ederek takımın hücum aklını bir üst seviyeye çekti. Ardından bu iki ağır ağabey tüm takımın pas ve futbol kalitesini yukarı çekti.
Bu ikiliye Aktürkoğlu, Akgün ve Seferoviç’in eklenmesiyle kendi skorunu yaratmaya çalışan egoizmler unutuldu, futbolun kolektif bir oyun olduğu hatırlandı ve basit top kayıplarının yerini, ardışık paslarla üretilen pozisyonlar aldı. Ataklar sonlandırılmaya başladı. Bu süreçte takımın nefesini, temposunu ve boyunu ayarlayan oyuncu Torreira’ydı.
Galatasaray’ın yakın gelecekte oynayacağı oyundan ipuçları veren bu futbol 25 dakika kadar sürdü. Ve yapılan değişiklerden sonra total oyun yavaş yavaş geriye gitmeye başladı. Ancak burada bir kez daha devreye Bafétimbi Gomis girerek takımın ağır ağabeyi olduğunu gösterdi. Yarattığı golle Galatasaraylıların umudunu diri tuttu.
Ağır ağabey Bafétimbi Gomis gol attıktan sonra takım arkadaşlarına, “ben buradayım” diyor.
Galatasaray daha eksikliklerini futbolcu anlamında tamamlamış bir takım değil. Önümüzdeki dönem yapılacak takviyelerle takımın futbol kimliği daha da oturacak. Ancak burada tartışılması gereken nokta şu: Yeni transferler gerçekten Yunus Akgün, Kerem Aktürkoğlu, Emre Akbaba ve Haris Seferoviç için bir tehdit mi, yoksa bir fırsat mı?
Aslında bu dört futbolcu için basit bir gerçek var. Onları strese sürükleyen mesele, geçtiğimiz sezon ortaya koydukları futbolun, yakın gelecekteki Galatasaray için yeterli olmayacağını bilmeleri aslında. Özellikle Yunus Akgün ve Kerem Aktürkoğlu’nun bire birde etkili olmalarına ek olarak hızlı karar alıp uygulamaya dayalı pas futboluna çok çabuk adapte olmaları gerekiyor. Futbolda zor olanı yaparak basit oynamayı, aldıkları pası en kısa sürede ve tek dokunuşla kullanışlı pasa çevirmeyi öğrenmek zorundalar. Yetenek paletlerine bu paketi eklemeleri durumunda zaten var olan adam eksiltme yetenekleri daha çok değer kazanacak.
Ağır ağabey olabilmeleri için kendileri adına büyük, futbol dünyası için ise küçük bir adım atmaları gerekiyor.
Bafétimbi Gomis attığı gol nedeniyle öylesine coşkulu ki, panter yürüyüşünü yapmayı unuttuğunun farkında bile değil, dev adımlarla tribünlere doğru koşuyor.
Dünkü Beşiktaş hezimetine de ben aynı kapsamda, modern futbol zihniyetiyle oynayan bir takıma karşı elde edilen yenilgi gözüyle bakıyorum
Türkiye ilk yarısında oldukça etkili olduğu maçta Hollanda’ya 2-1 yenilerek Avrupa Futbol Şampiyonası’na çeyrek finalde veda etti. Bu sonuçla birlikte Montella yeniden eleştirilmeye başlandı. Ancak sağlıklı bir karar için süreci, oyunu ve oyuncuları doğru analiz etmek gerekiyor
11. Kariyer maçını oynayan sadece Demiral, Kadıoğlu ve savunma anlamında Barış Alper Yılmaz değildi. Kanımca Mert Günok da kariyer maçını oynadı. Uzatmanın son saniyesinde yaptığı kurtarış Türkiye milli takım tarihindeki en ikonik anlardan birisi olarak çok uzun süre hatırlanacak, Galatasaraylıların 2000’deki UEFA finalinde Claudio Taffarel’in yaptığı kurtarışı yıllar boyunca unutmamaları gibi
© Tüm hakları saklıdır.