15 Mayıs 2025

Polis, kendi vatandaşına düşman mı?

AKP iktidarının, halkı “bizler ve onlar” diyerek ikiye bölmesinin sonucu olarak polis “onları” düşman gibi görüyor, düşmanmış gibi davranıyor. Şiddeti, polisin temel taktiği hâline getirirseniz, kimse polise saygı duymaz, bir süre sonra korkmaz da...

Boğaziçi Üniversitesi - Fotoğraf: Can Öztürk/T24

Türkiye’de bir protesto gösterisine katılmanın sonuçlarından biri de polis şiddetine maruz kalmak.

Şanslıysanız sadece bir iki cop yiyerek kurtulabiliyorsunuz.

Gözünüzün içine doğru direkt biber gazı sıkılması, tazyikli su ile yerlere düşürülmeniz de bunun mütemmim cüzü.

Ön sıralardaysanız, karşılaştığınız haksız şiddete gençlik heyecanıyla direniyorsanız daha da ağır.

Yere yatırılıp ters kelepçe takılması, boğazınıza basılması, sırtınıza taban dayanması, ekip otosunda hakaretlere ve sopaya maruz kalmak sıradan bir durum.

Daha sonra savcının karşısına çıkarıldığınızda uğradığınız şiddet ise fiziki değil, “hukuki” sınıfına giriyor.

Savcının karşısına çıkana kadar polis merkezinde şiddete uğrama ihtimalini de unutmayın.

“Gösteriyi dağıtın” emri hukuksuz filan ama artık ondan geçtik, toplantıyı dağıtmanın daha ötesinde bir şiddet gösterisi var.

Saraçhane’deki mitingler dağılırken, evine gitmek üzere sakin şekilde dağılanlara bile polisin şiddet uyguladığına tanık olduk.

O günlerde Instagram’da izlediğim bir videodan bu köşede söz etmiştim.

Saraçhane’deki miting dağılmış, tek başına genç bir kadın metroya ya da otobüse doğru yürüyor. Derken polis üniformalı bir yaratık, genç kadına elindeki copla vuruyor. Durduk yerde. Ortada hiçbir şey yokken. Vurmakla kalmıyor, yüzünden anlaşıldığı kadarıyla pek kibar sayılmayacak şeyler de söylüyor. Sonra dönüyor, yeni avlara doğru atak yapıyor.

Normal zamanda, bu hareketi sivil giysileri içindeyken yapsa o sopayı elinden alıp kafasında kırarlar ama üzerindeki elbise ona bu hakkı veriyormuş gibi bir durum içinde yaşıyoruz.

Büyük olasılıkla kendisi de amirlerinden sözel de olsa şiddet gören, belki evde karısını, çocuklarını da döven, olasılıkla cinsel sorunları da olan bir kişilik bu.

Tek bir bireye baktığımızda bunu görebiliriz ama bu bireysel bir davranış biçimi değil.

Bütün bir polis birliğinin böyle davranabildiğini, karşısındaki insanları genç, kadın, erkek ayırt etmeden, aşırı şiddetle dövebildiklerini görüyoruz.

Ve durmayı da bilmiyorlar. Dağıtacakları kalabalık dağıldıktan sonra da faaliyetleri aynen sürüyor, yukarıdaki örnekte anlattığım gibi.

Bir başka tuhaf görüntü Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı sabah, Belediye Başkanı konutunun çevresindeki görüntü.

Duvarlardan atlayan, köşelere pusular kurmuş polis görüntüleri…

Kapıyı çalsalar zaten açılacak, içeri adam gibi girip, ne yapacaklarsa onu yapacaklar.

Ne bekliyorlardı, İmamoğlu’nun elde silah Allende gibi direnmesini mi?

Bu tablo, 23 yıllık AKP iktidarının polisi getirdiği yeri gösteriyor.

Polis, kendi halkının bir bölümünü düşman gibi görüyor. Buna şartlanmış.

Mesleğe girerken de partiye yakınlıkları, bağlılıkları rol oynamış olmalı.

En sıradan devlet memurunun mülakatında bile parti aidiyeti olanlar, yeterlilik sınavını kazananların önüne geçerken, sıra poliste işe alıma gelince AKP iktidarının bir aydınlanma yaşamasını beklemiyorsunuz herhâlde.

Bir yandan da başta genel başkanları olmak üzere bütün bir teşkilat ve propaganda aygıtları, sosyal medya trolleri “bizden olmayanı” ötekileştirirken, polisin bir CHP mitingine katılanları, üniversitedeki öğrencileri filan düşman gibi görmemesi mümkün mü?

Nitekim düşman gibi gördükleri açık; uyguladıkları kör şiddetin başka bir açıklaması yok.

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki polis şiddetinin kurbanlarından biri de orada gazeteci olarak görevini yapmaya çalışan T24 muhabiri arkadaşımız Can Öztürk’tü.

Öztürk’ün anlattıklarına bakın:

“Basın kartımı gösterdiğim bir çevik kuvvet polisi boynumdaki basın kartımı çekerek koparttı, ardından da kartımın korumasını kırdı. Ardından gelen başka bir çevik kuvvet polis çektiğim videoları kastederek ‘sana o videoları paylaştırmayacağız’ dedi ve boğazımı sıktı. Ardından gerçekleşen ters kelepçe ile gözaltı işlemi boyunca basın mensubu olduğumu hem görevli polis memuruna hem de gözaltı sürecindi kayıt altına alan polis memuruna ifade ettim. 

Polise yönelik herhangi bir mukavemetim olmadığı gibi, süreci kolaylaştırmak adına yardımcı olmaya çalıştım, geçişim için izin verilmesini, koridor açılmasını istedim. Yaklaşık 8 saat boyunca ters kelepçeli bir şekilde araçta bekletildim.”

Bu bir gazetecinin başına gelenler, gerisini siz hayal edebilirsiniz.

AKP iktidarının, halkı “bizler ve onlar” diyerek ikiye bölmesinin sonucu bu.

Polis, “onları” düşman gibi görüyor, düşmanmış gibi davranıyor.

Şunu söylemeliyim ki vatandaşların saygısını kazanmak isteyen bir polis teşkilatının güveneceği araç şiddet değildir.

Şiddeti, polisin temel taktiği hâline getirirseniz, kimse polise saygı duymaz, bir süre sonra korkmaz da.

Bu hayırlı bir gidişe işaret etmiyor.

Herkes kendine demokrat

Boğaziçi Üniversitesi, mesela aynı cinsten kişilerin evlenebilmesini savunan birisinin konuşmasına izin verir miydi?
Nurettin Yıldız

Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübü, “İslami İlimler: Kim için, ne kadar?” konulu bir etkinlik düzenledi ve buna ekstrem fikirleri ile bilinen Nurettin Yıldız’ı davet etti.

Bunun üzerine diğer öğrenci kulüpleri, Yıldız’ı protesto etmek istediler ve kıyamet bundan koptu.

Nurettin Yıldız’ı tartışacak değilim.

Kişisel görüşüm şu ki, saçmalıkları tartışmaya çalışmak abesle iştigaldir.

Ancak onun gibi aşırı fikirleri savunanların da bunları açıklama hakkının varlığını kabul etmek gerek.

Ama tersi de serbest olmalıydı.

Boğaziçi Üniversitesi, mesela aynı cinsten kişilerin evlenebilmesini savunan birisinin konuşmasına izin verir miydi?

Hiç sanmıyorum. Böyle bir şey söz konusu olmazdı.

Üniversite yönetimine hâkim olan İslamcı faşist zihniyet, bazı hocaları sırf görüşlerini beğenmediği için görevden uzaklaştırdı, üniversiteden attı.

Onun için Üniversite’nin açıklamasındaki şu bölümü okurken istemeden kahkaha attım:

“Boğaziçi Üniversitesi, düşünce ve ifade özgürlüğünü esas alan, çoğulculuğu ve katılımcılığı önceleyen bir kurumdur.”

Memleketin havasından mıdır, suyundan mıdır bilmem, başkasının görüşlerine tahammülsüzlük genel bir eğilim.

İslamcı faşistler de bu genel eğilimin içinde deyim yerindeyse önde gidenlerden!

Üniversite, fikirlerin serbestçe konuşulabildiği, her akımın varlığını ortaya koyabileceği ve başkalarının varlığına saygı duyulması gereken bir ortam olmalı.

Hepsi yetişkin insanlar olan üniversite öğrencilerinin “zararlı fikirlerden” korunması diye bir şey söz konusu olamaz.

Bir fikrin “zararlı” mı “yararlı” mı olduğuna karar verecek bir mercinin bulunduğu yerde de demokrasiden söz edilemez.

Demokrasi istiyorsak bu herkesin ifade hakkına saygıyı gerektirir.

----------------------------

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Netanyahu'nun soykırım suçunun arkasına gizlenerek konser yasaklatmak…

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral’ın sosyal medyada yaptığı paylaşımının ardından Beşiktaş Kaymakamlığı, İsviçreli müzik grubu Geneva Camerata’nın konserini “güvenlik” gerekçesiyle iptal etti. Beşiktaş Kaymakamlığı’nın aczini de ifade eden bu yasaklama kararının gerekçesinin uydurma olduğunu tahmin edebiliriz

Bahçeli, Erdoğan’a mı kızıyor?

Bahçeli, İsrail’in asıl hedefinin “terörsüz Türkiye” hedefini baltalamak olduğunu ve herkesin kulak vermesi gerektiğini söylüyor. Buradaki “herkes” aslına bakarsanız “bir kişi” demek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Bahçeli, “terörsüz Türkiye” meselesinde Erdoğan’ın işi yavaştan almasına mı sinirleniyor?

Cumhurbaşkanı mı sultan mı?

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, Cumhurbaşkanı’na “Sultanım” diye hitap ederken aslında bir gerçeği ifade ediyor. Son örneğini ÖTV düzenlemesinde görüyorsunuz. ÖTV oranlarını belirleme yetkisi de Cumhurbaşkanı’na devrediliyor. Hem ne kadar para toplanacağına hem de o paranın nasıl harcanacağına karar verme yetkisi ancak sultanlara verilir

"
"