05 Haziran 2023

Erdoğan’ın da milli irade ile barışması gerek

Çünkü milli irade dediğimiz şey sadece seçimi kazananlara verilen oylarla ifade edilmiyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak üçüncü kez yemin ettikten sonra "gelin milli irade ile barışın" dedi.

Lafı ağzımdan aldığını söylemeliyim.

Ben de tam olarak böyle bir cümle kurmaya hazırlanıyordum.

Ancak konuşmasının bütününü okuyunca anladım ki aynı cümle ikimiz için farklı anlamlar içeriyor.

Erdoğan bunu söylerken seçim sonucunun herkesçe kabul edilerek içselleştirilmesi gerektiğini ifade etmeye çalışıyor.

Bunda mutabıkız.

Seçim yapıldı, Erdoğan kazandı ve bu sonuç herkes için geçerli ve meşru.

Bakmayın siz ilk günlerin hayal kırıklığıyla "öyle oldu, böyle oldu" diyenlere.

Seçimi Türkiye’de, hâkim gözetiminde partiler yönetir ve siz seçimi yönetemediğinizi itiraf edecek cümleler kuruyorsanız zaten Türkiye’yi yönetmeye de talip olmamalıydınız.

Onun için Erdoğan’ın milli iradenin bu şekilde tecelli etmesinin herkes tarafından kabul edilmesini talep etmesinin çok anlamı yok çünkü bu çıplak bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

İtiraz edilebilir bir durum değil ve kimsenin bunun aksini iddia ettiği de yok.

Erdoğan Cumhurbaşkanı ve başında olduğu ittifak da TBMM’de çoğunluk sandalyesine sahip!

Aynı cümleyi ben kurduğumda, seçimin Erdoğan’ın içselleştirmesi gereken başka bir yönüne dikkat çekmek istiyorum.

Erdoğan, 27 milyon 834 bin 692 kişinin oyunu aldı, Cumhurbaşkanı seçildi.

25 milyon 504 bin 552 kişi ise Erdoğan’ın icraatlarını beğenmedi ve değişmesini istedi.

İkisinin arasındaki fark sadece 2 milyon 330 bin 140 kişi.

Erdoğan’ın barışıp saygı duyması gereken şey de bu 25 milyon 504 bin 552 kişinin varlığı.

Çünkü milli irade dediğimiz şey sadece seçimi kazananlara verilen oylarla ifade edilmiyor.

Seçimi kaybedenlere verilen oylar da aynı iradenin bir tezahürü ve demokrasi dediğimiz şey bir futbol maçı değil.

Demokrasiler, en çok oyu alanın yönetme yetkisini kullandığı ve bunu yaparken kendisine oy vermeyenleri yok saymadığı rejimler.

Eğer çoğunluğun oyu geçerli ve milli iradenin ta kendisi sayılıyor, azınlıkta kalanın oyu geçersiz ve milli iradenin ta kendisi sayılmıyor ise ülkeyi bir arada tutabilmek de mümkün olmaz.

Öyle düşünüyor olursak milli irade her bölgede farklı tecelli ediyor demektir ki bundan sadece kaos çıkar.

Erdoğan’ın da bu kitle ile barışması gerekiyor ki sayıları hiç de az değil.

Barışmalı ki emrindeki devlet gücünü adil kullanabilmeli.

Barışmalı ki o kendisine oy vermeyenlerin de özgür iradeleri olduğunu kabul edebilmeli.

Barışmalı ki o kişilerin yaşam biçimlerine karışmayı aklından dahi geçirmemeli.

Barışmalı ki bu ülke bütünlüğünü koruyabilsin, tam orta yerinden bir karpuz gibi ayrılmasın.

Artık beş yıl süreyle iktidarda kalacak ve her sabah uyandığında bunu kendisine tekrar hatırlatmalı.

Cumhurbaşkanlığı göreve başlama töreninde konuşan Recep Tayyip Erdoğan (Fotoğraf: AA)

***

"İrrasyonel zemine" kayan kimdi?

Maliye ve Hazine Bakanlığı görevini devralan Mehmet Şimşek, devir teslim töreninde yaptığı konuşmada şunu söyledi:

"Türkiye'nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır."

Böylece Erdoğan’ın kendisini iktisatçı zannetmesi ile başlattığı "heterodoks iktisat politikaları" döneminin "irrasyonel" olduğu bir kez daha kayda geçmiş bulunuyor.

Bunu kayda geçiren kişi, ekonominin başına geçmesi için adeta yalvar yakar olunan kişi.

Belli ki görevi kabul etmesi için kendisine sunulanlar arasında "artık o saçmalıkları bırakacağız" sözü de var.

Ekonomiyi düze çıkarsın diye işbaşına getirilen Bakan’ın da kabul ettiği bu irrasyonel dönemde neleri kaybettiğimizi burada saymama gerek yok.

Bütün ülke ciddi olarak fakirleşti, kurumlarının içi boşaltıldı, ciddi bir beka sorunu ile karşı karşıya kaldı.

Bunun elbette bir sonucu yok çünkü buna yol açan kişi 53 milyon 300 küsur bin oyun içinden 2 milyon 330 küsur bin farkla da olsa halktan yeniden güvenoyu aldı.

Bu güvenoyu, "rasyonel zemine dönme zorunluluğunu" hissetmesine engel olmadı ki başlangıç olarak bu iyi bir şey.

Şimdi kendi hatası ile bozulan ekonomik dengeleri yeniden kuracağım derken bu hatanın bedelini yoksul insanların sırtına yıkmaması gerektiğini de hatırlatayım.

Kuşkusuz ki ekonomiyi yeniden rayına oturtma işinin getireceği ek yükü taşıması gerekenler, bu sonucun ortaya çıkmasında hiç sorumluluğu bulunmayanlar olmamalı.

Maliye ve Hazine Bakanlığı devir teslim töreni Mehmet Şimşek ve Nureddin Nebati (Fotoğraf: AA)

Not: Seyahatte olduğum için bu ay yazılarımda zaman zaman aksamalar olacak. Okurlarımın bilgisine sunarım.


Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Fidan çizmeleri çekiyor mu?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye’deki grupları “müdahale ederiz” sözleriyle uyardı. Bu, ‘Türkiye askeriyle, silahlarıyla gelir ve orayı başınıza yıkar’ demek. Türkiye’yi, kimsenin kazanamayacağı ve ne kadar süreceği belli olmayan bir savaşın içine sokmak ‘maceracılık’ olur. Türkiye’nin bugünkü ekonomik gücü ve askeri kapasitesi, böyle bir savaşı Suriye’nin içlerinde sürdürmeye ne kadar yeter?

Etnik ve inanç kökenli bölünmeyi resmileştirmek

Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak seçilecek kişilerin etnik ve inanç kökenlerini kim, nasıl belirleyecek? Bu durum kaçınılmaz olarak, etnik ve inanç aidiyetlerine dayalı kurumsal bir yapıyı gerekli kılacak. Bu, etnik ve inanç kökenli bölünmenin resmileşmesi demek

Bahçeli ne yapmak istiyor?

Devlet Bahçeli’nin Başdanışmanı Yıldıray Çiçek’e göre, Bahçeli “Cumhurbaşkanı’nın iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi olsun” sözleriyle “Kürt ve Alevi kardeşlerimizin her türlü temsil makamında yer alabileceği”ni vurguluyor. T.C. Anayasası’na göre bu mümkün zaten, ayrıca vurgulamak gerekmiyor. Liyakatin esas alınacağı bir düzen kurabilirseniz, vatandaşları eşitlemek için etnik/dini kontenjanlar uygulamak zorunda kalmazsınız

"
"