18 Haziran 2025

Cumhurbaşkanı mı sultan mı?

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, Cumhurbaşkanı’na “Sultanım” diye hitap ederken aslında bir gerçeği ifade ediyor. Son örneğini ÖTV düzenlemesinde görüyorsunuz. ÖTV oranlarını belirleme yetkisi de Cumhurbaşkanı’na devrediliyor. Hem ne kadar para toplanacağına hem de o paranın nasıl harcanacağına karar verme yetkisi ancak sultanlara verilir

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyal medyadan yaptığı bir açıklamasını çok beğendi.

Erdoğan, “Çok uzun olmayan bir süreçte hiç ama hiç kimsenin bize efelenmeyi dahi göze alamayacağı bir savunma kapasitesine ulaşacağız” diye yazmış.

Buradan “şimdi efelenenler var ama tam hazır olmadığımız için sesimizi çıkartamıyoruz” sonucunu mu çıkarmak gerekir, bilemedim ama Oktay Saral bu açıklamayı alıntılamış ve altına da “Sultanım; yürüyeceksin, ümmet yürüyecek ardından” diye yazmış.

Cumhurbaşkanı, Oktay Saral Bey’e ne danışıyor bilemiyorum.

Bana sorarsanız, Erdoğan gibi hem ekonomist hem dış politika cambazı hem anayasa hukukçusu hem de her konuda bir numara olan bir politikacı Saral gibilere bir şey danışmaz.

Belli ki “bir makam verelim de hem maaş alsın hem de istediğimizde el altında bulunsun” denilerek başdanışman yapılmış.

Zaten Erdoğan, Saray’daki her danışmana günde beş dakikasını ayırsa kafasını kaşıyacak zamanı kalmaz.

Onun için gerçekten danışılan birkaç kişi dışındakilere bu makamlar ulufe olarak verilmiştir.

Bu danışman da hangi sınıfa giriyor, bilmiyorum, hakkını yemek istemem.

Ama sıfatı “Cumhurbaşkanı” olan birisinden “Sultanım” olarak söz etmesi ilginç.

Bir tür kişilik bölünmesi sanırım; kendi sıfatı bile Cumhurbaşkanı Başdanışmanı!

Erdoğan’ın da kendisini zaman zaman böyle hissettiği bir sır değil.

Ve bu durum biraz da “müritlerden” kaynaklanıyor. “Şeyh uçmuyor, mürit uçuruyor” gibi!

Mesela AKP tarafından TBMM’ye sunulan 21 maddelik yeni bir yasa teklifinde, Cumhurbaşkanı’na araçların teknik özelliklerine göre farklı ÖTV oranları belirleme yetkisi de veriliyor.

İngiltere Kralı John, ülkesinde her ne isim altında olursa olsun “vergi konulmasını halkın rızası şartına” bağladığında 1215 yılıydı. “Bütün anayasaların atası”, Magna Carta ilan edilmişti.

O günden beri de vergi koymak, kaldırmak, vergi ile toplanan paranın nereye, nasıl harcanacağına karar vermek halkın temsilcilerine, parlamentolara verilen bir yetkidir.

Meclisler, bütçeyi belirlerler, vergi koyarlar, toplanan vergilerin nasıl ve nereye harcandığını denetlerler.

Bizde de böyle ama sadece kâğıt üzerinde.

Yasama organının, yürütme organını denetleyebilmesinin araçlarından biri bütçe yapma yetkisidir ama bizde gerçek hayatta bu işe yaramıyor.

Cumhurbaşkanı kendi bütçesini yapıyor, zahmet edip TBMM’de savunmaya bile gelmiyor. Kendi tayin ettiği adamlar da parmakları kaldırıp bütçeyi kabul ediyorlar.

Ve işte son örneğini de ÖTV’de görüyorsunuz, aracına göre farklı ÖTV oranları belirleme yetkisi de Cumhurbaşkanı’na devrediliyor.

Yani diyeceğim şu ki Başdanışman Saral Bey, Cumhurbaşkanı’na “Sultanım” diye hitap ederken aslında bir gerçeği ifade ediyor.

Bu yetkiler, demokrasilerin cumhurbaşkanlarına değil, bütün ülkeyi kendi malı gibi yöneten sultanlara verilir çünkü.

Adı henüz padişah olmasa da bir tek yetkili hem ne kadar para toplayacağına hem de o parayı nasıl harcayacağına kendi keyfine göre karar veriyor!

Kendi adına sikke de bastırması yakındır, diye aklımdan geçiyor nedense.

* * *

Çöp kutusunun hukuk bilgisi!

Prof. Dr. İzzet Özgenç’in kitabını yırtıp atan hâkimin, Özgenç’in yorumlarını çürütebilecek çapta bir hukuk bilgisine sahip olmadığı anlaşılıyor. Çünkü gerçek hâkimler böyle konuşmaz, hukuk dilini özenle kullanırlar. Bunu yapmayan hâkimler siyasi karar verir

İstanbul’daki bir mahkemenin yargıcı, Prof. Dr. İzzet Özgenç’in kitabını yırtıp, attığını açıkladı.

Prof. Dr. Özgenç, ceza hukuku hocası.

Hangi kitapları yazmış diye baktım: Türk Ceza Hukuku Mevzuatı (35. Baskı), Ceza Hukuku Genel ve Özel Hükümler Karar İncelemeleri (4. Baskı), Suç Örgütleri (15. Baskı.), Vergi Ceza Hukuku gibi kitapları var.

Prof. Dr. Özgenç, kitabının görevdeki bir hâkim tarafından yırtılıp atıldığını öğrenince sosyal medyada şunu yazdı:

“Mahkeme başkanı olarak görev yapan zatın, hiçbir görüşüme katılmadığı ve kitabımı yırtıp attığı yönünde açıklamada bulunduğu bilgisini edinmiş bulunmaktayım. Söz konusu davada, bir kısmı çocuk çok sayıda genç, işledikleri herhangi bir somut suç olmadığı halde, aralarındaki sosyal irtibattan hareketle, “suç örgütü üyesi” şüphesiyle yargılanmaktadır. Mahkeme başkanı olarak görev yapan zatın, görüşlerimi benimsemek mecburiyeti yoktur; ancak, kitaplarımda yer alan görüşlerden hareketle savunma hakkını kullanan sanık müdafilerine hitaben bu şekilde bir açıklamada bulunması, söz konusu davada tarafsızlığını şüpheye düşüren bir sebep mahiyeti taşımaktadır.”

Belli ki yırtılan kitap 15 kez baskısı yapılmış Suç Örgütleri isimli kitap.

Mahkeme başkanının adının, hangi mahkemede görev yaptığının bir önemi yok.

Çünkü mahkemelerimizin bugünkü haline bakınca bunun tekil bir örnek olmadığını düşünmemize yol açacak çok neden sayabiliriz.

Hâkimin, Prof. Dr. Özgenç’in yorumlarını hukuk teorisi içinde kalarak çürütebilecek çapta bir hukuk bilgisine sahip olmadığı da anlaşılıyor.

Gerçek hakimler böyle konuşmazlar çünkü. Eskiden beri söylenir ki “Hâkim, kararıyla konuşur!”

Onun için de hukuk dilini özenle kullanırlar!

Bunu yapamayan hâkim, siyasi karar verir.

Adalete güven duygusunun Cumhuriyet tarihinin hiçbir dönemi ile kıyaslanmayacak derecede düşmesinin nedeni de budur.

Şunu söyleyebilirim ki böyle devam ederse, yırttığı kitabı attığı çöp kutusunun hukuk bilgisi, daha ileri olacak!

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

FETÖ’ye desteklerinin sonucundan ders çıkarmadılar

2010 yılında Fetullahçılar, KPSS sorularını kendi toplulukları içinde dağıttılar ve Fetullahçıların şifreli olarak haberleşmek için kullandıkları ByLock isimli programın kullanıcı listesindeki 700 kişinin, KPSS şüphelisi olduğu ortaya çıktı. Ayrıca 15 Temmuz darbe girişimine katılan subayların 102’sinin eşlerinin de bu sınavda kopyacılar arasında oldukları belirlendi. Bu soruşturmanın sonuçları o günlerde sümen altı edilmemiş olsa, darbeye giden yol kesilebilir miydi?

FETÖ, planını “siyasi otoriteye” nasıl uygulatabildi?

Fetullahçı örgüt, “FETÖ ile mücadelede milat” kabul edilen 17-25 Aralık 2013’ten sonra hangi ilişkilerini kullanarak generalliğe terfi için albaylıkta bekleme süresini dört yıla indirip, henüz sırası gelmeyen mensuplarını da terfi sırasına dâhil edebildi? 15 Temmuz darbe girişiminin dokuzuncu yıl dönümünde “siyasi ayak” konusunda en küçük bir gelişme bile olmaması kimsenin dikkatini çekmiyor mu?

15 Temmuz’un yanıtlanmayan soruları

Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ve zamanın MİT Müsteşarı Hakan Fidan yanıtlamayı reddetse de 15 Temmuz’un dokuzuncu yılında bir kez daha soruyorum: “Üç helikopterle MİT Müsteşarı kaçırılacak” ihbarı nasıl oldu da “darbe girişimi” olarak değerlendirilmedi, karargâhtaki subayların Fetullahçılar arasından özel olarak seçilmesini kim sağladı, bu darbe girişimi en başından önlenebilir miydi?

"
"