24 Nisan 2023

Cami avlusunda küfretmek

Seccadeye ayakkabıyla basmaya göre daha ağır bir durum olmalı, bir dini mekânı küfür ile kirletmek

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, restorasyonu tamamlanan Sultanahmet Camii'nin 21 Nisan Cuma günü yapılan açılışında. (Fotoğraf: AA)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bayram namazını Ayasofya’da kıldı. Ardından da restorasyonu tamamlanan Sultanahmet Camii’nin "açılışını" yaptı. 

Bunun için cami bahçesine kürsü kuruldu, Erdoğan da o kürsüye çıkıp bir nutuk attı.

Cami avlusunda siyaset yapılmasına, imamların siyasi propaganda yapmasına alıştırılmıştık, Erdoğan bir adım daha ileri atmış oldu: Bayram namazı üstü cami avlusunda siyasi parti mitingi!

Dini, siyasetin bir aracı olarak kullanmanın yararlarını ilk keşfeden ve bu aracı sonuna kadar kullanmak isteyen ilk politikacı kuşkusuz ki Erdoğan değildi. Ve biliyoruz ki dini istismardan yarar bekleyen son politikacı da o olmayacak.

Ancak Erdoğan’ın tarihin bu dönemecinde bunu yapmasının bir nedeni de artık buna mecbur olması.

Topluma verebileceği bir vaat, önerebileceği yeni bir hikayesi kalmadı, elde satacak tek malı kalan ve onu piyasaya çıkaran müflis bir tüccar gibi davranması normal.

Ancak yine de bu normalin içinde bile anormal olan durumlar var.

Konuşmasında muhalefetin ne kadar din düşmanı olduğunu anlatmak için özel bir paragraf açtı.

Muhalefetin Diyanet’i kaldırarak yerine "inanç bilmem ne başkanlığı" kuracağını iddia etti.

Bir bayram sabahı, namazdan yeni çıkmış bir Müslümanın, cemaati yanıltmak için doğru olmadığı çok açık bir bilgiyi ortaya atmasının dini sonucu ne olur, bunu bilemem, günahı boynuna diyelim.

Ancak camide toplanan cemaat bunu duyunca muhalefete kuvvetli bir "yuhh" çekti.

Bu bir ibadethanede yaşandı, bu cami de olabilir, kilise de havra da varsa adını bilmediğim başka tür bir ibadethane de!

Adı üzerinde sonuç olarak kutsal bir mekândan söz ediyoruz.

Böyle bir kutsal alanı bir kelime ile kirletmenin dini bir karşılığı var mıdır, bilemiyorum.

Seccadeye ayakkabıyla basmaya göre daha ağır bir durum olmalı, bir dini mekânı küfür ile kirletmek!

Cumhurbaşkanı işin bu kısmıyla ilgili değildi, hatta cemaatin cami avlusunda muhalefete yuh çekmesi hoşuna bile gitmiş olabilir.

Çünkü bu olay karşısında "ayıptır, günahtır arkadaşlar, bir camideyiz, böyle kelimeleri kullanmamalıyız" demedi.

Erdoğan, İstanbul Ataşehir Mimar Sinan Camisi'nde kıldığı bayram namazı sonrası konuştu.

Şöyle konuştu:

"Yuh yetmez, 14 Mayıs’a kadar gece gündüz çalışacağız ve onları siyasi mevta haline getireceğiz. Terör örgütüyle el ele olanlardan başka bir şey beklenebilir mi? 14 Mayıs bunların sonu olmalı."

Cumhurbaşkanı böyle olunca onun cemaatinin de farklı davranmasını beklemek mümkün olmuyor zaten.

Nitekim, Sultanahmet Camii’nin avlusunda yuh çeken insan prototipi, Adıyaman’da dua eden Kemal Kılıçdaroğlu’na da saldırıyor: "Bu Fatiha okumayı bilmiyor ki sen buna neden Fatiha okutturuyorsun!"

Bununla kalmıyor bir türbeye ziyarete gittiğinde fiziki saldırıya da uğruyor.

Ve bu durum, hayattaki pozisyonunu "her şeyden önce Müslüman" olarak tanımlayan bir politikacının iktidarında yaşanıyor.

Ciddi bir ahlaki çözülme ile karşı karşıyayız.

Trafikte tanık olduğumuz magandalıklardan tutun da cami avlusunda küfretmeye, türbede linç girişimine kadar varan bir ahlaki çözülme.

Din her kötülüğün üzerine örtecek bir şal gibi kullanılmak isteniyor ve kendisini dindar olarak tanımlayan insanlar bunun yarattığı ahlaki çöküşü umursamıyor bile.

Gelecekte Türkiye’yi yönetecek kadroların en büyük sorunu bu ahlaki çöküş olacak.

***

Kimseye etmem şikâyet!

Seçim yaklaştıkça partilerin binalarına, propaganda ekiplerine yönelik saldırılar da artıyor.

Muhalefet partilerinin seçim ekiplerine ve parti binalarına yapılan saldırıların failleri hala bulunabilmiş değil.

Saldırılar muhalefetle sınırlı değil. AKP’nin de Çukurova ilçe binasına, İstanbul’da da seçim bürolarına saldırıldı.

Şimdilik can kaybı yaşanmaması bir teselli olabilir ancak bu saldırıların nerede duracağını da bugünden kestirmek kolay değil.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çukurova ilçe binasına yapılan saldırının ardından bayram namazından çıkarken gazetecilerin bu konudaki sorularını yanıtladı.

"Bazı parti başkanları gibi bundan bir rant beklentisi içerisinde değilim, Çukurova bizim ilk değil" dedi.

Bu sözlerini okuyunca, Erdoğan’ın makamını ve görevinin gereklerini unutmuş gibi davrandığını düşündüm.

Kendisi Cumhurbaşkanı, yürütmenin başı.

İçişleri Bakanı kendi memuru, polisler, jandarmalar emrinde ve onun komutasında işlerini düzgün yapmak, asayişi sağlamak durumundalar.

Ancak ortaya çıkıyor ki polis de jandarma da bu konuda yetersiz.

Ya iyice politize oldular ve "ortalık gerilirse gerilsin, bundan biz karlı çıkarız" diye düşünüp suçluların peşine düşmüyorlar ya da yönetici kadroları liyakatsiz.

Cumhurbaşkanı’nın "bu konuda rant beklentisi içinde olmayacağım" demesi, saldırıları bir sorun olarak görmeyeceği anlamına geliyor.

O sorun olarak görmüyorsa polis ve jandarma niye sorun olarak görsün?

Öte yandan Cumhurbaşkanı istese de bundan bir rant zaten elde edemez çünkü asayişi sağlamak onun görevi.

Hem görevini yapamamak hem de bundan yakınmak tuhaf olurdu doğrusu.

Bu tür saldırıların faillerini yakalamak aslında çok kolay.

Her yerde kamera vs. var ve yüz tanıma programları öylesine gelişti ki sokakta kâğıt helva yiyenlerin kimliklerini bile polis kolayca bulabiliyor.

Saldırganları bulmakla iş bitmiyor tabii.

Bu saldırganlık kendiliğinden mi gelişti yoksa arkasında örgütlü bir azmettiren mi var sorusunun yanıtı iyi soruşturma yapılmasını gerektiriyor.

Sanırım polisin ve jandarmanın korktuğu da bu.

Olayları derinlemesine araştırdıklarında kime ve nereye ulaşabileceklerini kestiremiyorlar gibi geliyor bana.

Baksanıza Sinan Ateş cinayeti bile derinlemesine soruşturulmak istenmedi.

Eğer siyasi otorite, bu tür olaylarda derin soruşturmalardan çekinirse bu giderek diğer soruşturmalara da sirayet eder.

Yani diyeceğim o ki Erdoğan istiyorsa saldırılardan şikayetçi olmasın ama unutmasın ki asayişi sağlamak onun görevi, emrindeki polis ve jandarmayı düzgün çalıştırmak zorunda.

Ortağının olası karanlık ilişkilerinin ortaya çıkmasından çekiniyorsa kendisini uyarmalıyım ki tehlikeli bir oyun oynuyor.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Kamu kaynaklarıyla vakıfçılık bitecek mi?

TÜGVA, Okçular Vakfı, Türken Vakfı, Ensar Vakfı gibi birçok vakıf var ki bunların gelirleri büyük ölçüde kamu kaynaklarından oluşuyor. Bu vakıfların hiçbiri Erdoğan ailesinin gelirleriyle kurulmadı, faaliyetlerini de böyle sürdürmüyor. Büyük ölçüde kamu ile iş yapan iş adamlarının yardımlarından besleniyor, kamuya ait binaları, kaynakları kullanıyorlar

İnsani bir karar verebilecek mi?

Tıp bilimine göre kocama hâli bulunan kronik hastalıklara sahip insanlar 400 gündür Erdoğan'ın insafa gelmesini bekliyor. "Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama" nedeniyle cezaevinde yatmaları hayati sakıncalar yaratan insanlar, yetersiz tıbbi destek nedeniyle hayatlarını kaybederlerse, kusura bakmasın ama bunun sorumlusu bizzat devleti yönetenler olur

Önce ne kadar "özgürlükçü" olduğunu görelim

Türkiye, Erdoğan'ın iktidara geldiği günden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha sivil bir ülke değil. Hak ve özgürlüklerin asker vesayetinde kısıtlanmasıyla, Saray vesayetinde kısıtlanması arasında fark yok. Bu "özgürlükçü, sivil Anayasa" bahsi her açıldığında aynı şeyi haykırmak gerekiyor: Önce ne kadar özgürlükçü ve sivil olduğunu göster, gerisini sonra konuşalım