10 Mayıs 2023

15 Temmuz gecesi neredeydin?

Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz gecesi Kemal Kılıçdaroğlu'nun nerede olduğuyla uğraşacağına, bu işi en başından önleyebilecek iki adamının (birisi terfi etti bakan oldu, diğeri hala aynı görevde) neden böyle davrandıklarını sorgulamalıydı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tekirdağ mitinginde 15 Temmuz darbe girişimi defterini açtı.

Kemal Kılıçdaroğlu'na bu vesileyle bir kez daha "hain" dedi.

Bunu söylemesinin nedeni Kılıçdaroğlu'nun darbe gecesini Bakırköy Belediye Başkanı'nın evinde geçirmesi.

"Darbe girişimi gecesi beni ve ailemi öldürmeye geldiler" dedi ki bu doğru, ancak bunun doğru olması "öldürmeye gelenler" ile Kılıçdaroğlu arasında bir ilişki olduğu imasını desteklemiyor.

Erdoğan'ın giderayak bu konuyu açması aslına bakarsanız iyi oldu çünkü esasen 15 Temmuz günü ve gecesi ile ilgili öğrenemediğimiz çok şey var.

Bu soruları darbeden hemen sonra ve yıldönümlerinde yazdığım yazılarda sordum.

Yanıt alamadım, ancak 14 Mayıs'tan sonra adam gibi bir soruşturma yapılabilirse bazılarının yanıtını alabiliriz diye düşünüyorum.

15 Temmuz günü öğlen saatlerinde (14.45) kara havacılıkta görevli bir subay, Ankara Yenimahalle'deki MİT yerleşkesine gelerek "MİT müsteşarının üç helikopter ile kaçırılacağını" ihbar etti.

Sonrasında günümüzün Savunma Bakanı, zamanın Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı kafa kafaya verdiler ama bunu bir "darbe girişimi" ihbarı olarak değerlendirmedikleri anlaşılıyor.

Merak ettiğim ve sorduğum soru bu: Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı, bir grup askerin helikopterler ve ağır silahlarla Hakan Fidan'ın hangi amaçla kaçırılacağını düşünmüştü?

Herhalde fidye isteneceğini düşünmüş olamazlardı.

Nitekim Genelkurmay Başkanlığı'nın TBMM'ye gönderdiği yanıtlarda, bunun "daha büyük bir girişimin parçası olabileceğinin değerlendirildiği" de yazılı.

Zaten onun için de Genelkurmay Başkanı, Türkiye hava sahasını askeri uçuşlara kapatma emrini vermiş. Kontrolden çıkmış bir grup askerin "daha büyük girişimi", darbe kalkışmasından başka ne olabilirdi?

Türkiye'nin güvenliğinden sorumlu iki üst düzey yetkilinin bu ihbarı bir darbe girişimi olarak değerlendirmemiş olmaları, neye işaret eder?

Yetersizliklerine mi, yoksa başka bir duruma mı?

Değerlendirmeyi doğru yapmış olsalardı, 15 Temmuz 2016 günü bu kadar insan şehit olur ya da yaralanır mıydı?

Merak ettiğim ve sorduğum soru bu: Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı, bir grup askerin helikopterler ve ağır silahlarla Hakan Fidan'ın hangi amaçla kaçırılacağını düşünmüştü?

Nitekim, TBMM komisyonuna ifade veren diğer komutanlar, darbe girişimi değerlendirmesi yapılmış olsaydı, Genelkurmay Başkanı'nın ek bazı emirlerle bu girişimi baştan önleyebileceğini de söylüyorlar.

Zamanın Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar'ın TBMM Komisyonu'na yaptığı açıklama:

"Şimdi, iki kişi arasında geçen konuyu tam olarak bilmem mümkün değil. Ancak, belki şöyle bir yorum yapabilirim: Eğer gelen bilgi – gelen bilginin ne olduğunu bilmiyorum, samimi olarak ifade ediyorum – ancak gelen bilgi herhangi bir darbeye yönelik olmuş olsaydı Genelkurmay Başkanımız tarafından daha farklı emirlerle de bunun destekleneceğini değerlendiriyorum."

Nitekim, Özel Kuvvetler Komutanı'nın verdiği bir tek emri, şehit astsubay Ömer Halis Demir hayatı pahasına yerine getirdi ve Semih Terzi'yi vurarak Özel Kuvvetler Karargâhı'nı ele geçirmeye çalışan darbecilere ağır bir darbe vurdu.

O gün kuvvet komutanlarına ve birlik komutanlarına birliklerinin başında olma emri verilmiş olsaydı, subay ve astsubayların görev yerlerini terk etmeleri yasaklanmış olsaydı, Fetullahçı darbeciler bu kadar kolay hareket edebilirler miydi?

Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı, Astsubay Halis Demir'in öldürülmesi ile ilgili davada şu ifadeyi verdi:

"Silahlı Kuvvetlerde kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak 'Personel kışlayı terk etmesin' emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz'da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı."

Nitekim, Kara Havacılık (Güvercinlik) iddianamesinden öğrendik ki darbeciler o gün rahat hareket etmek için nöbet çizelgelerini değiştirmişler, Fetullahçı subaylara nöbet yazarak, yasalara bağlı personelin mesai sonrasında yerlerini terk etmelerini beklemişler.

Eğer Genelkurmay Başkanı, doğru bir değerlendirme yapmış olsaydı, bu emri verirdi ve görev yerlerinde kalan yasalara bağlı subaylar, gerekirse canları pahasına bu girişimi önlerdi. Hatayı yapan tek başına Genelkurmay Başkanı değil, MİT Müsteşarı da onun kadar sorumlu. Sorulması gereken başka sorular da var:

"Büyük bir askeri girişim" değerlendirilmesi yapıldıktan sonra neden Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı durumdan haberdar edilmedi?

Darbeyi birisi eniştesinden öğrendi, diğeri otoyolda tanka rastladı, öteki uçaktaydı vs. Böyle önemli bir ihbarı, diyelim ki darbe girişimi olarak görmediniz ama yine de bu makamları durumdan haberdar etmek, polisi önceden tedbir amacıyla alarma geçirmek gerekmez miydi?

Bu sorulara Genelkurmay Başkanı da MİT Müsteşarı da tatmin edici yanıtlar vermedi.

MİT Müsteşarı, "büyük bir askeri girişim" değerlendirmesi yapılan toplantıdan çıkıp, Cumhurbaşkanı'nı aradı.

Cumhurbaşkanı'nın "uyuduğu" söylenince, koruma müdürüne "bir şey olursa Cumhurbaşkanı'nı koruyabilir misiniz" diye sormakla yetindi. Aldığı "evet" yanıtı onun için yeterli oldu.

Fetullahçı çetenin Cumhurbaşkanı'nın peşine düşen birimi ağır silahlarla orayı bassaydı, ne olurdu?

Cumhurbaşkanı "beni ve ailemi öldüreceklerdi" dediğine göre bu sorunun yanıtını düşünmüş olmalı.

MİT Müsteşarı, ihbar ile ilgili değerlendirmeleri yaptıktan sonra iki din adamıyla akşam yemeğine gitti. Darbe girişimi başladığında çorbasını içiyordu!

Bir tek bana mı tuhaf geliyor bu durum?

Müsteşar, bağlı olduğu Başbakan Binali Yıldırım'a da haber vermedi.

Başbakan darbe girişimini otomobiliyle giderken yolda öğrendi.

Yıldırım, MİT Müsteşarı Fidan'ı 22.30 ile 23.00 arasında bir saatte, "22.40 olabilir" aradığını söylemişti.

O ana kadar Başbakan niye bilgilendirilmemişti, bunu da bilmiyoruz.

Bu pazar günü, olmadı iki hafta sonraki pazar günü Türkiye'yi yönetecek kişi değişirse, bu soruların yanıtlarını alabilme ihtimalimiz olabilir.

Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz gecesi Kemal Kılıçdaroğlu'nun nerede olduğuyla uğraşacağına, bu işi en başından önleyebilecek iki adamının (birisi terfi etti bakan oldu, diğeri hala aynı görevde) neden böyle davrandıklarını sorgulamalıydı!

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

AKP'nin yargıya bakışı: "Yetkili" değil, "görevli"

AKP'nin 2011'deki Anayasa taslağında "yargı yetkisinden" değil, "yargı görevinden" söz ediliyor. Taslakta ayrıca, mahkemelerin "Türk milleti adına" karar vermesi ve AYM kararlarının herkesi bağlayacağı konularında hüküm yok. O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için Anayasa tartışması ertelendi. Ancak AKP'nin Anayasa taslağı, adı konulmadan hayata geçmiş gibi bir tablo var karşımızda...

Siyaset yapmayı yasaklama davası!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri

Reis mazbut lakin o çevresi yok mu?

O çevreyi yaratanın kim olduğu söylenmeden, çevre eleştiriliyor ki Reis, yenilginin suçunu bugünkü çevresine yıkıp, birinci halkayı yeniden oluştursun, bakarsın biz de oradan bir çıkış yakalarız!