18 Haziran 2023

Türkiye en güçlü olduğu alanda neden güçsüz?

Kokorecin Yunan Yemeği olarak tescil edilmesine hayıflanmak yerine; Türk yemeklerinin standartlaştırılması, diasporada 'maço' erkek mutfağının 'fast food'u olarak yayılan, ulusal denetimden yoksun döner kebabın asilleştirilmesi, elimizdeki muhteşem gizli tatları; hijyen, dekor, kibar personel, cezbedici atmosfer ve kimsenin reddedemeyeceği sıcak misafirperverlikle planlayarak yol almayı planlamak daha mantıklı...

Dünyamız büyük ölçüde yurtsuzlaştırılmış bir "küresel etnik-melez" devinim içinde yuvarlanıyor.

İronik olarak göçmenlik, birçok başka etkenin yanı sıra, ulusal geleneklerin devamını sağlayan 'otantik' mutfakların yeniden keşfedilmesi ve korunmasına yol açıyor.

Ulusal düşünce, ulusal mutfakları inşa ederken çağdaş milliyetçilik, yemek mirasıyla tazelenen bir 'kırsal ulus' nostaljisi yarattı.

Mutfak diplomasisi öylesine büyüdü ki; Somut Olmayan Kültürel Varlıkların Korunmasına İlişkin UNESCO Sözleşmesi 2010'dan itibaren yemekleri de listesine almak zorunda kaldı.

Listeye ilk girenler; Fransız Gastronomi Yiyecekleri, geleneksel Meksika Mutfağı ve Akdeniz Diyeti idi (ki İtalya, İspanya, Fas, Kıbrıs, Portekiz ve Hırvatistan'a ait olduğu nitelendirilen bu diyette bizim eksikliğimizi hissetmemek mümkün değil).

Sonraki yıllarda Türkiye döner, lavaş, yufka, Türk Kahvesi ve siyah çay kültürü ile temsil edilmeye başlandı.

Bu gelişmelerden hareketle akademisyenler, milliyetçiliğe yönelik yeni bir ilginin parçası olarak, millet algısı ve ulusal kimliğin inşasında mutfağın rolünü araştırmaya başladılar.

Ülkeler arasındaki eski ve yeni düşmanlıklar genellikle mutfak üstünden körükleniyor. Korunan coğrafi işaretler, etiketlemenin karmaşıklığı, küresel politik tartışmalara yol açıyor. 

İngiltere Başbakanı Winston Churchill, gastro-diplomasiyi uluslararası devlet insanları üzerinde etkili olmak için 'temel bir araç' olarak nitelendirmişti.

Amerikan Başkanı Nixon'ın, 1972'de Çin Başkan'ı Zhou Enlai ile yemek yerken, o zaman beyaz Batılılar arasında yaygın olmayan yemek çubukları ile yemek yemesi, Çin açılımının başlangıç anlarından biri olarak kabul edilmişti.

İsrail ve Filistin arasındaki falafel ve humusun mülkiyeti üzerindeki miras savaşı, gastro-kimliğin küresel itibar değerini gösteriyor. 

2008'de İsrail, 2009'da Lübnan, 2010'da İsrail ve aynı yıl tekrar Lübnan en büyük humus yemeği tepsileriyle Guinness Rekorlar Kitabı üstünden yarıştılar.

Singapur, Endonezya ve Malezya arasında 2010'dan bu yana; Singapur biber yengeçleri, Hainan usulü tavuklu pilav, Semarang böreği, satay ve en çokta 'Hindistan cevizi sütü, zerdeçal, limon otu, havlıcan, zencefil, arpacık soğanı, kırmızı biber ve sarımsak gibi çeşitli baharatlarla pişirilen bir et yemeği rendang' üstünden sürüyor.

Malezyalı tarihçilerin, atalarının çoğunun aslen Endonezyalı olduğunu söylemesi bile tarafları teskin etmedi. 

Son yirmi yıldır barışçı İskandinavya'da ulusal mutfak üstüne çatışma izliyoruz. Anlamı konusunda bir mutabakat olmayan kuzey mutfağı uğruna; bu mirasın doğal ortakları Danimarka, Norveç, İsveç, Grönland, İzlanda, Faroe Adaları ve Finlandiya ortak denizlerinde yüzen somon yemekleri hakkında çatışıyorlar.

Çünkü kazananın ganimeti, sadece ulusal itibarla sınırlı değil.

Kıskandırıcı derecede gıda patenti ve yemek turizmi söz konusu. Bu konuda en büyük başarı Tayland ve Güney Kore'ye ait.

Tayland 2002 yılında dünyadaki Tay restoran sayısını 5500'den 8000'e çıkarma hedefini koydu. Yemek tarifleri, restoran, dekor, personel kıyafetleri ve atmosfer, köklü egzotizmi satmak için dikkatlice planlandı. Tayland'dan kolayca ürün getirmek, aşçıları için kolay vize ve ucuz kredi gibi birçok imkân yarattılar. Sonunda negatif şekilde seks turizmiyle anılan Tayland, saygın yemek kültürü ile anılmaya başlandı ve 2014'te 25 milyon turiste ulaştı.

Aynı yolu izleyen Güney Kore mutfağını, nüfuzunu yaymaya yardımcı olmak için bir tür "yumuşak güç" olarak kullandı ve kendisini gıda yoluyla markalaştırma konusunda dünyanın en iyisi oldu. Tayland'a benzer çabaları 2010 yılında Dünya Kimchi Enstitüsü'nün kurulması ile taçlandı.

İki ülkenin de gastro-diplomasi ataklarıyla kültürlerinin gördüğü ilgi, hedeflerinin ve sınırlarının çok ötesine ulaştı.

Kokorecin Yunan Yemeği olarak tescil edilmesine hayıflanmak yerine; Türk yemeklerinin standartlaştırılması, diasporada 'maço' erkek mutfağının 'fast food'u olarak yayılan, ulusal denetimden yoksun döner kebabın asilleştirilmesi, elimizdeki muhteşem gizli tatları; hijyen, dekor, kibar personel, cezbedici atmosfer ve kimsenin reddedemeyeceği sıcak misafirperverlikle planlayarak yol almayı planlamak daha mantıklı...

Şimdi başlasak birkaç yıl içinde kazanacağımız ödül çağları kapsayacaktır.

Mehmet Önal Kimdir?

Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.

Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.

Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yeni dünya düzeni gözümüzün önünde şekil alıyor

Hızla Batı düzenine karşı alternatif bir düzen sunacak bir koalisyon oluşturmakta. Bu da Batı ülkelerine büyük bir tehdit oluşturuyor

Ölümcül otonom silahlar kontrol edilebilir mi?

Viyana'daki konferans düzenleyicileri bizim jenerasyonumuzun -atom bombasının babası olarak bilinen- "Oppenheimer" anının geldiğini savunuyorlar

İşçiler, 1 Mayıs'ı nasıl kaybetti?

Büyük değişimin en küçük parçasını bile fark etmeyip, tümüyle ideolojik kutuplaşmanın simgesi haline gelmiş 1 Mayıs protesto yürüyüşlerinde ısrarcı olmak, geçmişin geleceği unutturmasına yol açar.