11 Mayıs 2025

Gary Moore: Duygunun gitarcısı, ruhun sesi

Müziği bir hikaye, bir yara, bir isyan ya da bir özlem. Yakıcı, iç titretici, samimi, gerçek, coşkulu, hüzünlü. Hem sade hem detaylı. Gary Moore çalmaz, anlatır. Gitarı gözyaşlarıyla konuşturur. Blues sadece çalınmaz ya da dinlenmez, yaşanır. Hayat kısa, sololar uzun

mehmet ali çiçekdağ 11 mayıs haftalık

İrlandalıların ruhu

İrlandalıları niçin severim başlıklı yazımda bu çok çekmiş, aç bırakılmış, duygulu, gururlu, güzel, asil, yaratıcı, neşeli, arkadaş canlısı, başına gelen tüm felaketlere karşın şanslı olduğuna inanan, içmeyi seven, saf ve biraz palavracı milleti sevmemin çeşitli nedenlerinden bahsetmiştim.

İlk nedenim İrlanda edebiyatında ve müziğinde bulduğum o fırtınalı derin ruhtur. Ben Oscar Wilde'in Dorian Gray'in Portre'sini, George Barnard Shaw'ın Pygmalion'unu, Samuel Becket'in Godot'yu Beklerken'ini, James Joyce'ın Ulysses'ini, Jonathan Swift'in Guliver'in Seyahatleri'ni, Bram Stoker'in Dracula'sını okudum.

Gözlüğümün camları biraz daha kalınlaştı ama duygusal açıdan bombalandım ve çoğunlukla TV öncesi bir dünyada harika hayaller kurdum.

Öte yandan U2, Van Morrison, the Waterboys, Rory Gallagher, Gary Moore, Sinead O'Connor, Imelda May, the Dubliners, the Pogues gibi efsanevi sanatçıların müzikleri beni keyiflendirdi, hüzünlendirdi, kafa sallattı ve iç çektirdi.

Gary Moore: Gitara ruh veren sanatçı

Bugün size bence gitarı yalnızca çalan değil, ona ruh veren müzisyenlerin başında gelen bir sanatçıdan, Gary Moore'dan söz etmek ve onun müziğinden örnekler vermek istiyorum.

1952'de doğan Gary Moore müziğe erken yaşta gönül verdi. Ününü 1970’lerde Thin Lizzy ile ve sonrasında solo kariyerinde yakaladı. Blues, rock, hard rock, hatta metal gibi her türde kalıcı izler bıraktı ama en çok blues-rock alanında bir usta olarak anıldı.

Kimi gitaristler vardır, sahneye çıkar, tekniğini sergiler ve alkışlarla sahneden iner. Ama bir de Gary Moore gibi sanatçılar vardır. Sahneye çıktığında bir hikâye anlatır, bir acıyı paylaşır ya da bir sevdayı dile getirir. Kuzey İrlanda’nın Belfast kentinden gelen bu mütevazı adam gitarı sadece çalan değil, ona ruh veren müzisyenlerden biri olarak tarihe geçmiştir.

Gary Moore’un müziği teknik virtüözlükten çok daha fazlasıdır. Onun melodileri kırık bir kalbin, kaybedilen bir aşkın ya da hiç konuşulmayan duyguların ifadesidir. İşte bu yüzden Gary Moore’u dinlemek sadece bir solo dinlemek değil, bir hikâyeye tanıklık etmektir.

Müzik değil, bir hikâye, bir yara, bir isyan, bir özlem

Onun parmaklarından dökülen her nota sadece bir ses değil, bir hikâye, bir yara, bir isyan, ya da bir özlemdir. Gary Moore'un müziği blues’un kalbinde yanan bir ateş, rock’un isyankâr damarlarında akan bir coşku ve melodik duygunun saf halidir.

Gary Moore’un gitarı çalarken yaptığı şey sadece teknik beceri göstermek değildir. O kelimelerle anlatılamayan duyguları tellere dokunarak dile getirir. Özellikle Parisienne Walkways, Still Got the Blues, Empty Rooms gibi parçalar gitarın nasıl bir hikâye anlatıcıya dönüşebileceğini gösteren örneklerdir.

Soloları çoğu zaman hızlı değil, yavaş ama yakıcı ve iç titreticidir.

Gary Moore sadece usta bir gitarist değil, aynı zamanda içten ve güçlü bir vokalisttir. Sesi şarkılarındaki o duygusal yoğunluğu destekler. O ne teknik bir mükemmellik peşindedir ne de sahne şovlarıyla ön plana çıkmaya çalışır. Onun müziğinde gösteriş değil, gerçeklik vardır.

Henüz 58 yaşındayken hayata veda eden Gary Moore yalnızca bir gitarist değil, notalarıyla konuşan bir hikâye anlatıcısıydı.

Gary Moore: Still Got the Blues (1990)

Bazı albümler vardır, sadece müzik değildirler. Bir dönüm noktası, bir içsel hesaplaşma, bir yeni başlangıç gibidirler. Gary Moore’un 1990 yılında yayımladığı Still Got the Blues tam da böyle bir albümdür.

Hard rock dünyasının içinden gelen Kuzey İrlandalı gitarist bu albümle birlikte kariyerinde yepyeni bir yöne sapar ve bu yol onu modern blues’un zirvesine taşır.

Gary Moore Still Got the Blues ile müzikal köklerine, gençliğinde hayran olduğu Peter GreenAlbert KingB.B. King gibi ustaların yoluna dönüş yapar ve bu dönüş sadece müzikal değil, duygusaldır.

Still Got the Blues albümü Gary Moore’un adeta ruhunu kaydettiği bir yapıttır. O güne kadar daha çok hard rock tarzında üretmiş olan Moore bu albümde kendini tamamen blues’un kollarına bırakır. Ortaya çağdaş blues tarihinin en dokunaklı ve en samimi albümlerinden biri çıkar.

Bu albüm onun gitarı ağlatabildiğini kanıtladığı en çarpıcı işlerden biridir. Her nota sanki içinden kopup gelmiş gibidir.

Albüm ilk saniyelerinden itibaren duygusal bir derinliğe gömülür. Gary Moore gitarı hız için değil, duygu için kullanır. Her nota yavaşça yükselir, süzülür ve yere inmeden önce kalbe çarpar.

Her solo bir iç dökümüdür. Her riff söyleyemediği bir cümlenin yerine geçer.

Still Got the Blues (For You): Albümün ve kariyerinin en ikonik parçası. Yalnızlık, kayıp ve özlem hepsi tek bir melodide toplanmış gibi. Gitar solosu modern blues tarihinde efsane olarak kabul edilir. Her uzatılan nota adeta konuşur. Bu şarkı hem aşkın hem müziğin hiç iyileşmeyen bir yara olabileceğini anlatır.

Midnight Blues: Yavaş, dokunaklı ve ağır bir blues baladı. Moore’un vokalinin ne kadar içten olduğunu gösteren parçalardan biri. Gitar, burada sadece çalınmıyor; adeta ağlıyor.

Gary Moore: After Hours (1992)

Still Got the Blues albümüyle blues dünyasına güçlü bir dönüş yapan Gary Moore bu kez o yolculuğu derinleştirdiği ve daha da olgunlaştırdığı bir çalışmayla karşımıza çıkıyor: After Hours.

1992’de yayımlanan bu albüm Moore’un blues’a duyduğu sevgiyi yalnızca hayranlıkla değil, ustalıkla, özlemle ve zarafetle sunduğu bir koleksiyondur. Sert rock sound’unu bir kenara bırakan sanatçı bu albümde gitarıyla daha da konuşkan, duygularıyla daha da açık sözlü bir hale gelir.

Adı gibi After Hours her şeyin sustuğu, kalabalığın çekildiği, sadece düşüncelerle baş başa kalınan o derin gece saatlerine ait bir albümdür.

Albümde gitarın sesi, bir dostun dertleşen sesi gibidir. Moore ne bağırır ne acele eder, her nota özenle ve yavaşça yerini bulur.

Moore bu albümde gitar tonunu daha derin, daha yumuşak ve daha organik kılar. Zorlamaz, bağırmaz ama öyle anlar vardır ki tek bir melodi onlarca cümleden daha fazlasını anlatır.

Blues’un özündeki o sade ama derin duygu, bu albümde gitarın sesiyle tam anlamıyla hayat bulur. Ve bu sadelik, işte tam da bu yüzden etkileyicidir.

Gary Moore hiçbir zaman büyük bir vokalist olarak anılmadı. Ama After Hours albümünde sesindeki kırılganlık, şarkılara inanılmaz bir gerçeklik katar. Albümde onun sesi, bir şarkıcının değil, kalbi kırık bir adamın hikâyelerini anlatan bir insanın sesi gibidir.

After Hours'da Freddie KingPeter GreenOtis Rush gibi ustalara duyulan saygı açıkça hissedilir. Moore onları kopyalamaz, onlardan öğrendiklerini kendi sesiyle anlatır. Kendi blues'unu yaratırken geçmişin ruhunu geleceğe taşır.

Cold Day in Hell: Albümün açılış parçası. Enerjik yapısıyla diğer şarkılardan biraz farklı dursa da Moore’un blues’a rock tınılarıyla getirdiği kişisel dokunuşun güçlü bir örneği. Sözler hafif alaycı, gitar sert ama ölçülü. Blues’un isyankâr tarafı burada parlıyor.

Story of the Blues: Tam anlamıyla albümün kalbi. Yavaş tempolu, duygusal bir balad. Moore’un vokali içli, gitarı ise neredeyse gözyaşı döküyor.

Gary Moore: Blues for Greeny (1995)

Bazı albümler sadece müzik değil, bir vefa, bir teşekkür, bir mirasın devamı niteliğindedirler. Gary Moore’un 1995 tarihli Blues for Greeny albümü tam da böyle bir anlam taşır. Bu albüm Gary Moore’un müziğe ilk âşık olduğu dönemlere, onu derinden etkileyen Peter Green’e ithaf ettiği duygu yüklü bir saygı mektubudur.

Peter Green Fleetwood Mac’in kurucusu ve blues’un en zarif ve duyguyla çalan gitaristlerinden biriydi. Hırçınlıkla değil, duyguyla konuşan notaların adamıydı. 1960’ların sonlarında İngiltere’de blues rüzgârı estiren bu sessiz efsane Gary Moore’un gençliğinde büyük bir iz bıraktı.

Yıllar sonra Moore sadece onun şarkılarını yorumlamakla kalmadı, Peter Green’in 1959 Les Paul gitarını da çaldı. Yani bu albümde sadece şarkılar değil, Peter Green’in gitar tonu bile hayata geri döndü.

Blues for Greeny Moore’un teknik gösteriden uzaklaştığı tamamen duygu odaklı bir çalışmasıdır. Her şarkıda Peter Green’in müzikal zarafetini kendisini asla kaybetmeden yeniden yorumlar. Ne taklit eder ne süsler, sadece kalpten çalar.

Bu albümde blues sade, derin, dingin ve gerçektir. Bir ustadan diğerine sessizce aktarılan bir gönül bağıdır.

Moore Peter Green’in tarzına saygı duyar ama kendi yorumunu da ekler. O sessizce ve derinlemesine bir blues mirasını sürdürür.

Gary Moore bu albümde Peter Green’in notalarını çalar ama aslında kendi hikayesini anlatır. Ustalık sadece yeni şeyler yaratmak değil, eskileri anlamak, hissetmek ve yaşatmaktır.

Blues for Greeny bir albümden çok daha fazlasıdır. Bir teşekkürdür. Bir “senin izindeyim” beyanıdır. Bir blues yolcusunun dönüp geldiği ilk durağa bıraktığı selamdır.

 If You Be My Baby: Albümün açılış şarkısı. Moore’un vokali yumuşak, gitar tonu sıcak. Peter Green’in 1960’lardaki ruhu sanki 1995’e taşınmış gibi.

Need Your Love So Bad: Albümün en duygusal şarkısı. Yavaş, sade, kalp kırıklığı dolu bir blues baladı. Gitar tıpkı bir insan gibi sitem ediyor.

Gary Moore: Close As You Get (2007)

Gary Moore’un müzik yolculuğu iniş çıkışlarla dolu bir içsel keşif gibidir. Rock’tan hard rock’a, heavy metal’den blues’a uzanan bu serüvende onun için en samimi, en dürüst durak hiç kuşkusuz blues'dur.

2007 yılında yayımlanan Close As You Get bu iç yolculuğun olgunlukla yoğrulmuş bir sonucu ve adeta “ben artık buradayım” diyen bir albümdür.

Albümün adı da zaten her şeyi söylüyor: "Close As You Get” (yaklaşabildiğin kadar yaklaş). Blues’a, duygulara, sadeliğe ve içtenliğe en fazla bu kadar yaklaşılabilir.

Bu albüm öncekilerine oranla daha sade ve daha rafinedir. Moore burada daha az çalar ama daha çok anlatır.

Sanki artık yılların yükünü taşımaktan yorulmuş bir hikâye anlatıcısı gibidir.  Bağırmaya ihtiyacı yoktur. Birçok parçadaki solo neredeyse suskunluk kadar anlamlıdır.

Bu albüm Gary Moore’un blues’a en çok yaklaştığı andır.

If the Devil Made Whiskey: Albümün açılış parçası. Yüksek enerjili, riff odaklı ve çarpıcı. Modern bir blues-rock parçası olmasına rağmen eski okul havasını koruyor.

Thirty Days (Chuck Berry cover): Albümdeki en hareketli ve eğlenceli parçalardan biri. Moore, Chuck Berry’ye hem saygı duruşu yapıyor hem de ona kendi blues enerjisini katıyor. Swing havası ve retro tonu albüme hoş bir nefes katıyor.

Gary Moore: Bad For You Baby (2008)

Bazı albümler vardır, sanatçının bir dönemini kapatır, hatta içinde bir hayatın sessiz vedasını taşır. Gary Moore’un Bad for You Baby albümü işte tam olarak böyle bir yapıttır. 2008 yılında yayımlanan bu albüm Moore’un son stüdyo albümü olmasının ötesinde onun müzikal olgunluğunu, duygusal doygunluğunu ve blues’a olan sarsılmaz sadakatini gösterir.

Bu bir vedadır, ama gösterişli değil, sessiz ve sahicidir. Tıpkı Gary Moore’un müziği gibi.

Bad For You Baby Moore'un olgunluk döneminin parlak bir ürünüdür ve onun blues'a hala ne kadar tutkuyla bağlı olduğunu gösterir.

Moore bu albümde zaman zaman kızgın, zaman zaman yorgun, ama daima içten bir hikâye anlatıcıdır. Gitar tonu net, vokali yerleşmiş, şarkı yapıları olgundur. Artık kendini kanıtlama derdinde değildir.

Moore’un gitar tonu bu albümde olgun bir şarap gibidir. Ne fazlası ne de eksiği vardır. Her solo gerektiği kadar, her nota olması gereken yerdedir.

Vokal performansı teknik anlamda en güçlü dönemlerinden biri olmasa da duygusal yoğunluk açısından Moore’un en etkileyici işlerinden biridir. Sesindeki hafif kısıklık yaşanmışlıkla birleşir ve albüme gerçeklik katar.

Gary Moore sadece bir gitarist değildir. Vokal tarzı onun müziğini tamamlayan en önemli bileşendir. Zaman zaman çatallı, zaman zaman tok ama her zaman samimi. Teknik bir ses değil, içten, kırılgan, duygularını gizlemeyen bir vokal.

Bad for You Baby: Albümün açılış ve başlık parçası. Delta blues ile rock arasında gezinen bir tonda, enerji dolu bir giriş. Gitar solosu kısa ama tok. Vokal ise meydan okurcasına güçlü. Moore hala formda olduğunu göstermekle kalmıyor, hala tutkuyla çaldığını da ispatlıyor.

Trouble Ain’t Far Behind: Albümün duygusal merkezlerinden biri. Yavaş tempo, içli vokal ve uzun, etkileyici bir solo. Kırılganlık ve bilgelik aynı anda hissediliyor.

Hayat kısa, sololar uzun

Gary Moore 2011 yılında aramızdan ayrıldı. Ancak onun melodileri bugün hala ilk günkü gibi tazedir.

Onun müziğini dinlerken zaman durur, hayat susar ve sadece duygular konuşur. Geriye sadece müzik değil bir varoluş biçimi kalır.

Gary Moore’un notaları yalnızca kulaklara değil, yüreklere hitap eder. Onun müziğinde her solo bir iç çekiştir. Her riff, bir fısıltıdır. Her suskunluk bir çığlık gibidir.

Blues sadece müzik değil, bir hayat tarzıdır ve felsefesidir.

Sanatçının yedi canlı performansını ilginize sunuyorum. İlk üç parça Still Got the Blues, Midnight Blues ve Parisienne Walkways benim favorilerimdir.

Gary Moore: Still Got the Blues (live)

Gary Moore: Midnight Blues (Montreaux 1990)

Gary Moore: Parisienne Walkways Live

B.B. King & Gary Moore: The Thrill is Gone (live)

Gary Moore : The Messiah Will Come Again (live)

Gary Moore: Live  in Monteaux 1995

Gary Moore: Red House (live)

* * *

Her gün bir süre olsun iyi müzik dinlemeyi ve bu kötü dünyadan kopmayı unutmayın.

Sahte gündemler dünyalılara ve umurunda olanlara kalsın.

Mehmet Ali Çiçekdağ kimdir?

Prof. Dr. Mehmet Ali Çiçekdağ İstanbul'da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesini ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. İki yıl Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde asistanlık yaptıktan sonra burslu olarak ABD'ye gitti. California Üniversitesi'nin Santa Barbara kampüsünde siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. 40 yıldan fazla ABD'de kalan Çiçekdağ çeşitli üniversitelerde Amerikan politikası, uluslararası ilişkiler ve mukayeseli devletler dersleri verdi.

Çiçekdağ'ın ikinci uzmanlık alanı Yabancı Dil Eğitimi ve Dilbilimidir. Monterey Institute of International Studies'ten eğitim dalında ikinci bir M.A. aldı. Defense Language Institute'te Akademik Eğitim ve Geliştirme bölümünün başkanlığını ve Türkçe Bölümünün başkanlığını yaptı.

1980'lerde Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tam zamanlı öğretim üyeliği yapmış olan Çiçekdağ, bugünlerde aynı bölümde yarı zamanlı olarak Amerikan Politikası dersleri veriyor. T24'te siyaset ve müzik yazıları yazmayı seviyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yumuşak güç: Kalpleri kazanmak için ucuz bir hikâye mi, kültürel bir Truva atı mı?

Yumuşak güç sert güçten daha ucuz. Komodor Perry Japonya'yı dış ticarete açıyor. Missouri zırhlısı İstanbul'da, genelev kızları hamamda. Obama torunuma mektup yazıyor. Askerle toprak almak kolay, ama kalpleri kazanmak için bir hikâye gerek. İkiyüzlü kültürel Truva atı…

Bir hikâyesi olan tablolar: Dondurulmuş anların sessiz romanları I

Gestapo: Bu tabloyu sen mi yaptın? Picasso: Hayır, siz yaptınız. Görsel ağıtlar. Donmuş duygular. Sessiz çığlıklar. Aklın sınırında gezinme. Hazreti İsa'nın son yemeği. Modernleşmeye karşı dirgen. Kazaklar Osmanlı Sultanına mektup yazıyor. İlmin ve sanatın sonu yok…

Bir diğer popüler narsist otokrat: El Salvador Başkanı Nayib Bukele

Dünyanın en popüler diktatörü. Dijital başkan. Ütopyacı kripto fenomeni. Nüfusun yarısı mahkûm, yarısı gardiyan. Ekonomi katili resmi para bitcoin. Trend topic başkan. Havalı influencer. Çifte hukuk standardı. Şovmen tüccar. Önce güvenlik, sonra özgürlük…

"
"