03 Mart 2024

İstanbul'a mola vermek

Sizlerle yeniden ve yeni bir İstanbul yaşamaya merak ve heyecan duyduğum deneyimimde geçtiğimiz günlerde beğenerek, sevinerek ve beslenerek seyretme, ziyaret etme ve dinleme fırsatı bulduğum etkinliklerden bazılarını paylaşmak isterim

Merhaba,

İstanbul hayatına 3 senelik bir mola vermiş, bu 3 sene boyunca doya doya doğayla beslenmiş, kendine doğru yolculuğuna yeni tatlar katmış bir insanın şehir yaşamına yeniden dönüş hikâyesi ve heyecanına dair paylaşacaklarım...

Daha önce 20 sene yaşadığı şehre yeni öğrenen bir insanın heyecanı ve merakı ile bir nevi turist tadında yeniden yaklaşan bir insanın deneyimi. Adeta yeni bir şehri keşfe çıkmışçasına duyulan bir merak ve heyecan. Bu kaotik, zorlukları olan ama bir o kadar da gösterişli, renkli ve zengin şehirle bitmesini istemediğim, uzun uzun tadını çıkartmak istediğim bir flört hâli. Hayat izin verdiğince de bu duygumu canlı tutmayı ve mümkün kılmayı diliyorum. Her ne kadar zor bir kent olsa da yaşadığımız deneyimi canlı ve yaşamaya değer kılmanın bir parça da bizim elimizde olduğuna inanıyorum. Unutmamak lazım ki olduğumuz yere, yaptığımız şeye yeni öğrenen bir çocuğun gözleri ve merakı ile yaklaşmak hayatımıza çocuksu bir sevinç, yaşama coşkusu ve öğrenme heyecanı katıyor ve her nerede isek deneyimimizi daha canlı kılıyor.

Şehr-i İstanbul insana kültürüyle, tarihiyle, doğal güzellikleriyle müthiş kaynaklar sunuyor. Pandemi döneminin içe dönük, yaz zamanlarının sahil kesiminde tatlı bir rehavet içinde geçtiği zamanlardan sonra bu zamanlarda şehirden adeta kültür- sanat fışkırıyor. İstanbul'un dört bir yanı müzeleri, sergileri, tiyatro oyunları, sahne sanatları, konserleri ile rengarenk çiçekler açıyor.

Dünyada ve ülkemizde insanlar hayatlarını bir mücadeleye dönüştüren sosyal, ekonomik, iklimsel krizlerle baş etmeye çalışıyor. Bu zor günlerde belki de doğada zaman geçirmek, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılmak yaşam damarlarımızı besleyecek, hayata iyilik, güzellik katacak, ruhumuzu şifalandıracak, hepimize hayatın içinde var olan zarafeti, cömertliği, yumuşaklığı, empatiyi hatırlatacak olan en değerli kaynaklar.

Buradan hareketle sizlerle yeniden ve yeni bir İstanbul yaşamaya merak ve heyecan duyduğum deneyimimde geçtiğimiz günlerde beğenerek, sevinerek ve beslenerek seyretme, ziyaret etme ve dinleme fırsatı bulduğum etkinliklerden bazılarını paylaşmak isterim. Bana çok iyi geldi. Size de iyi gelmesi ve sizin de ruhunuzu beslemesi dileğiyle…

Tiyatro: Güne Bakan Cam Kırıkları

Güne Bakan Cam Kırıkları oyununu Minoa Pera'nın içinde bulunan cep sahnesinde izleme şansım oldu.

İstanbul Modern'in Karaköy'deki daimi mekanına taşınmadan önce 3 yıl boyunca faaliyet gösterdiği Alexandre Valluary imzası taşıyan, asıl adı Union Française olan Orjin binası 19. yüzyılın sonunda İstanbul toplumsal hayatında önemli bir grup halini alan Fransızlar için lokal olarak inşa edilmiş bir bina. Bu özel yapının yeni misafiri ise Minoa Pera.

Memet Baydur'un kaleminden çıkmış olan bu keyifli, düşündüren, şaşırtan, güldüren ve aynı zamanda da hüzünlendiren oyun metni iki değerli tiyatro oyuncusu Almıla Uluer Atabeyoğlu ve Kerem Atabeyoğlu uyumlu ve etkileyici performanslarıyla can buluyor.

Sahnesi yalnızca iki oyuncu ve iki adet banktan oluşan oyunun odağında insan ilişkileri ve ortak insan halleri var. Özel hayatlarında birbirlerini yakından tanıyan bu iki iki değerli oyuncu birbirini tanımayan iki insanı daha derin ve anlamlı canlandıramazdı.

Oyun boyunca birbiri ardına seri ve sıkı bir bağlantı içinde akan repliklerden çok etkilendiklerimi bir sonra gelen cümleyi kaçırıp anlamdan kopma endişesi duymama rağmen bir kenara not etmekten kendimi alamadım.

Mesela Almıla Uluer Atabeyoğlu'nun canlandırdığı karakterin söylediği "Varlığı kadar yokluğunu da duyumsatabilmeli insan. Yokluğun da var olmalı bıraktığın yerde" ya da Kerem Atabeyoğlu'nun "İnsan kendini kendine kaptırırsa hafızasını yitirmiş mi oluyor?" sorusu beni çok etkileyen ve düşündüren repliklerden. Oyunu izleyecek olursanız eminim sizin de kulağınıza çarptığında sizi de düşündürecek, dudağınızın kenarına tatlı bir tebessüm yerleştirecek birçok replik olacaktır.

Minoa Pera'da bulunan salonun 50 kişilik bir büyüklükte olması izleyicinin deneyimini daha yakın ve gerçek kılıyor. Sahneye, oyuna ve oyunculara olan yakınlığınız dolayısıyla kendinizi adeta oyunun içinde hissettiğiniz bir deneyim yaşıyorsunuz.

Sevgili Kerem ve Almıla, a'dan z'ye her şeyiyle kendi ilgilendikleri ve sahiplendiklerini oyunlarını yapımın sadeliği dolayısıyla kolaylıkla şehrin ve ülkenin farklı yerlerine taşıyabiliyorlar. Oyununun oynandığı tarihleri ve mekanları takip edip size uygun olan sahnede deneyimlemenizi kalpten tavsiye ederim.

Sergi: Maziden Atiye Zarafet

Üsküdar Nakkaştepe'de bulanan Abdülmecid Efendi Köşkü bugünlerde etkileyici bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Koç Holding ve Vehbi Koç Vakfı'nın desteğiyle Sadberk Hanım Müzesi tarafından düzenlenen "Mâzîden Âtîye Zarâfet, Osmanlı İmparatorluğu'nun Son Döneminden Cumhuriyet'in İlk Yıllarına Kadın Kıyâfetleri" sergisi 19 Mayıs 2024'e kadar Abdülmecid Efendi Köşkü'nde ziyarete açık. 

Abdülmecid Efendi Köşkü'nün ince mimarisi insanı köşkün bahçesine adım attığı andan itibaren büyülüyor. İnsan kendini zamanın incelikli mimari zevkinin etkisinden geri alamıyor ve adeta zamanda bir yolculuğa çıkıyor.

İstanbul'a ve mimari tarihe miras kalmış bu değerli yapı da, Orjin Binası gibi daha bir çok değerli binaya imzasını atmış, İstanbul'a sayısız eser bırakmış olan Sanay-i Nefise Mektebi'nin mimarlık bölümünün kurucusu ve ilk mimarlık hocası olan Alexandre Valluary'nin bir eseri. Benim için serginin yanı sıra hayatın tatlı bir cilvesi olarak birbirine yakın zamanlarda eserleriyle karşılaştığım değerli mimar Alexandre Valluary'nin izini sürdüğüm bir deneyim oldu bu ziyaret. 

Serginin ilk katında Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde yaşamış saraylı ve şehirli kadınların kıyafetlerinden etkileyici örnekler bulunuyor. İçlerinde Abdülmecid Efendi'nin eşi Şehsuvar Başkadın Efendi'nin gelinliğinin de bulunduğu incelikli el işi ve ipek kumaşlardan oluşan elbiseler hem göz kamaştırıyor hem de insanın ruhunu besliyor. Ziyaretim sırasında birçoğunun moda ve sanat öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim genç de ellerinde çizim ve not defterleriyle sergiyi geziyorlardı. Gördüklerinden aldıkları ilhamla ruhlarının beslendiğini hissettiğim kendim dahil birçok ziyaretçinin yüzlerinden aynı şaşkınlık, büyülenmişlikle karışık mutluluk ifadesi taşıyordu adeta.

İstanbul'un o dönemine ait video kayıtları ile Atatürk'e ait benim de birçoğunu yeni görme fırsatı bulduğum video kayıtları da sergiyi zenginleştiren bir başka değerli unsur. Bir yandan gözünüzden ruhunuza yansıyan görsellerle diğer yandan 19. yüzyılın son dönemine ait kulağınıza çarpan musiki eserlerle hem ruhunuz besleniyor hem de adeta o döneme ışınlanıyorsunuz.

Serginin ikinci katında izleyiciyi Cumhuriyet'in ilk yıllarına ait kadın kıyafetleri karşılıyor. Aralarında Latife Hanım, Mevhibe İnönü ve Afet İnan'a ait kıyafetlerin de olduğu katta izleyiciye bu defa o döneme ait müzikler eşlik ediyor. Kıyafetler ve yazılı metinler eşliğinde bir dönemin hayat kültürüne, yaşama alışkanlıklarına, kadınların hayatın içindeki yerine ve Cumhuriyet'le birlikte kazandıkları haklara dair de bilgi edinmiş oluyoruz.

Sergi ziyaretine eğer özel aracınızla gidiyorsanız arabayı park ettikten sonra biraz yürümeyi göze almanız gerekiyor. Sergiyi gezenler için ayrılmış bir otopark alanı yok. Müzenin yakınındaki mahallede müsait bir yere ya da bulduğunuz bir otoparka aracınızı park edebilirisiniz. Müzenin karşısında bulunan yüksek duvarlar arkasında kalmış, asırlık ağaçlarla çevrili, bahçesinde kuşların uçuşup şakıdığı çok güzel bir köşkün etrafından yapacağınız kısa bir yürüyüşle Abdülmecid Efendi Köşkü'nün masalsı dünyasıyla buluşabilirsiniz.

Konser: Redd Senfoni

Ruhumun, yaşama damarlarımın, bedenimdeki tüm hücrelerimin beslendiği bir diğer alan da müzik. Şehre döndüğümden beri büyük bir heyecanla etrafta olan konserleri de takip ediyorum.

Beğendiğim rock grubu Redd'in Senfoni konseri olduğunu görünce bu fırsatı kaçırmamam gerektiğini düşündüm fakat o tarihte şehirde olup olmayacağımdan emin olmadığım için önceden bilet alamadım ve şansımı son dakikaya bıraktım.

Tarih gelip de şehirde olduğum netleşince iki bilet kategorisinde yer kaldığını öğrendim. Normalde adetim online bilet almak ama artık son dakikaya kaldığım için var olan kategorilerde daha iyi bir yer seçimi yapabilme umuduyla mekanın gişesinde aldım soluğu. İyi ki de öyle yapmışım çünkü online bilet kendi kafasına göre bilet atıyor oysa gişede koltukların müsaitlik durumunu görerek istediğim yeri seçebilme imkanım oldu.

Biletimi alıp mutlulukla birazdan yaşayacağımı tahmin ettiğim güzelliğin hayaliyle yerime yerleştim. Az sonra yanımdaki boş koltuklara aramızda bir koltuk boş kalacak şekilde bir çift yerleşti. Nazikçe çantamı boş koltuğa koymamın bir sakıncası olup olmadığını sordum. Çantamı yerleştirdiğimi zannedip elimi çektiğim sırada tam da orkestra yerini alıp salonun ışıkları kararırken çantamdan bir şeyler önümdeki koltuğun altına düştü. Utanarak telefonun ışığını açtım ve ne düşürdüğümü anlamaya çalıştım. Sağ olsun ön koltukta oturan düşünceli genç de alttan telefonunun fenerini açarak bana yardımcı oldu ve düşen rimeli yerden alıp çantama koydum. Artık salon tamamen kararmış ve kemanlardan ses yükselmeye başlamıştı ki çantamdan yere düşerken çıkardığı sesten yuvarlakça ve yassı bir şey olduğunu hissettiğim başka bir şey fırladı. Artık fener yakıp, bakıp anlamamın imkanı yoktu ve çantamın içinde neyin eksik olduğunu anlamak için elimi çantamın içinde gezdirmeye başladım. Bu araştırmayı yaparken bir yandan da kolumdaki bilezikler hafiften şıngırdıyordu. Endişem düşenin araba anahtarım olmasıydı. Henüz Redd sahneye çıkmamış, sahnedeki orkestra Redd'e ait eserleri yeniden yapılandırılmış halleriyle icra ediyorlardı. Ve bir anda, hiç beklemediğim bir şekilde ve anlamlandıramadığım negatif bir tonda yanımdaki kız beni "artık sessiz olmam" konusunda uyardı. Hayda şimdi! Kalkmış keyifli bir müzik dinlemek için, coşku ve heyecan içinde bir konsere gelmişim ve bir anda yanı başımda bir gerginlik türemiş. Hepimiz keyifli bir zaman geçirmek için yan yana gelmişiz. "Bu neyin tahammülsüzlüğü, gerginliği! Bi sakin!" demek geldi içimden ama aynı anda bazı insanların da tahammülsüzlük ve gerginlik yüklü olabileceği gerçeğini hatırlayıp ortamı daha da germemek için cevap vermemeyi seçtim. Neyse kendi kendimi hızla yaşanan bu münasebetsiz tepkinin etkisinden çıkardım ve konserin başlamasıyla tüm varlığımla kendimi müziğe teslim ettim.

Rock müziği de senfonik klasik müziği de çok severim. Daha önce de deneyimlediğim bu iki müzik janrının birlikteliğinin kuvveti ve duygusu beni hep çok etkilemiştir.

Redd alternatif rock yapan müzik grubu. Doğan Duru, Güneş Duru ve Berke Özgümüş'ün ruhundan dinleyiciye doğru taşan özgün bir ruhları ve soundları var. Albümlerindeki şarkı sözlerinin tamamı ve müziklerin büyük bir bölümü Doğan Duru'ya ait. Yani kendileri pişirip kendileri yiyen, kendi kendilerine yeten değerli müzisyenlerden oluşuyor grup. Hatta Redd Senfoni projesinin prodüksiyonunu da tamamıyla kendileri yapmışlar. Konserden sonra Doğan Duru ile senfoniyi nasıl olup da kendileri yaptıklarını sorduğum konuşmamız üzerine konser sırasında da sahneden seyirci ile sohbetlerken paylaştığı gibi senfoniyi Orhan Şallıel'e Redd şarkılarını yeniden yapılandıracak şekilde yazdırdıklarını söyledi.

Konseri yalnız başıma seyrettim. Yalnız olmayı seçmem tamamen bilinçli bir tercihti çünkü böylesi özellikle bütün şarkılara tam hakim olmadığım konserlerde daha çok hoşuma gidiyor. Bütün şarkıları bildiğim zaman söyleyerek eşlik etme eğilimindeyim. Bu hâl bana çok keyif veriyor olsa da daha az eşlik ederek dinleyeceğim bir müzik deneyiminde keşfedeceğim daha birçok şey yakalayacağımdan eminim.

Bu konserde Mutlu Olmak İçin, Dünya, Nefes Bile Almadan, Falan Filan, Bugün Herkes Ölsün İstedim gibi grubun öne çıkan şarkılarına eşlik ettim. Tam bilmediğim parçaları ise farkındalıkla, hissederek, hem orkestraya hem de grubun solisti Doğan'a kalpten kulak vererek dinledim. Tüm dikkatimi dinleme eylemine yoğunlaştı. Çok çarpıcı ve güçlü bir deneyimdi. Rock müziğin senfoniyle birlikteliğiyle ortaya çıkan kuvvet, yoğunluk, tat bambaşka. Ayrıca sevgili Doğan Duru'nun opera bölümü kökenli bir rock müzisyeni olması ve sesini kullanma becerisiyle şarkıların duygusunu yansıtma biçimi de çok etkileyiciydi.

Konserin gerçekleştiği salonunun ses ve ışık açısından donanımı ve bazı parçalarda değerli dansçılar Can Tunalı ve İlke Kodal'ın sahneye koydukları özgün dansları yaşadığımız deneyimi daha da renklendirdi ve kuvvetlendirdi.

Oturma düzeninde gerçekleşen bir konser olmasına rağmen müziğin birleştirici ve insanlara enerji verip harekete geçiren gücü ile salonun çoğunluğu ayakta, dans ederek eşlik ettik şarkılara.

Eğer siz de benim gibi yaşam damarlarını müzikle de beslemekten hoşlanan biriyseniz fırsatını yakalarsanız Redd grubunun ve senfoni projeleri yapan diğer değerli grupların konserlerini deneyimlemenizi tavsiye ederim.

İlksen Utlu kimdir?

Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.

10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.

Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.

Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.

Yazarın ‘Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve ‘Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Yasemin kokulu bir Anneler Günü

Tüm annelerin çocuklarını sağlıkla, mutlulukla ve güven içinde kucaklarına aldıkları ve büyüttükleri bir dünya dileğiyle…

Hayatı birleştiren ritüeller

İnsanlık tarihi boyunca doğayla iç içe yaşayan ve kendilerinin de doğanın bir parçası olduğu hakikatinin bilincinde olan topluluklar doğadaki bu döngüleri birtakım ritüellerle kutladılar

Haftanın ilham verenleri

Duyularımızı ve duygularımızı harekete geçiren deneyimler yaşamak daha canlı hissetmemizi sağlıyor.