22 Ekim 2023

Ağlarsa anam ağlar, gerisi kaybolan bağlar

Hari kitaba çok güçlü bir giriş yapıyor. Gerçek sorunlarımızın hikâyelerimizde yattığı ve deneyimlerimize dair anlatılarımızın hasar aldığı konusunda güzel bulgular elde etmesi tam olarak bir araştırmacı gazeteci kalitesine yakışan şeyler. Ancak insanların bozulmuş anlatılarına güçlendirici çözümler sunacağını aklından geçirdiği anda kitabın sağa sola savrulmaya başladığını hissettim

Johann Hari'nin Kaybolan Bağlar: Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler kitabını uzun bir zamana yayarak okudum. Zamana yayma kararımın temelinde ise kitabın birçok yerinde uzun uzun düşündürecek çok fazla bölüm olması ve bunları da arkadaşlarıma tartışmayı açmayı çok sevmiş olmam vardı. Çok basit bir başlangıç yapmak gerekirse kitap temelde özellikle ABD merkezli ilaç şirketlerinin kâr için birçok sosyal ve çevresel faktörü gizleyen şirketlerin iç yüzünü gözler önüne seriyor. Bu şirketler depresyonla ilgili biyolojik bir anlatıyı kendi istedikleri şekilde yönlendirirken hakikati de diledikleri gibi eğip büküyor.

Kitap aslında depresyonu öncelikle insanların başına gelen kötü deneyimlerle, sonrasında da "modern yaşam" diyebileceğimiz ve Hari'nin "bağlantı kaybı" olarak lanse ettiği bir dizi sosyal faktörle ilişkilendiriyor. Gerek hayatın hızı, gerek sosyal mecralar vb. onlarca sebep yüzünden insanların giderek birbirlerinden izole edildiği gerçeği bu çağın malumu; birçok insanın işini anlamsız bulması ya da inisiyatif / kontrol sahibi olmaması, daha iyi bir yaşama giden yolun tüketmekten geçtiği mesaj bombardımanları kimseye artık yabancı olmasa gerek.

Hiç de uzak olmayan bir geçmişte benim de alabildiğine şiddetli bir şekilde mustarip olduğum bu önemli sorunu, özellikle kitabın ilk yarısında Hari'nin araştırmacı kimliğiyle birlikte kovalamak ve üzerine kafa yormak iyi hissettirdi doğrusu. Ekonomik güvensizlik, travma, sosyal izolasyon vb. sosyal faktörlerin depresyonu tetikleyen kanıtları Hari tarafından ortaya saçılırken 'beyin kimyasının bozulması' olarak yazılan resmi anlatının günümüzde giderek daha fazla sorgulandığını görüyoruz. Hari'nin, depresyonun patolojik hale getirilmemesi gerektiği, bunun yerine hasta bir toplumun işareti olduğu yönündeki argümanının birçok insan için güçlendirici olduğunu kabul etmeliyim. Arızalı bir topluma verilen rasyonel bir tepkiyi ancak yine o toplumu ve kendimizi anlayarak düzeltebileceğimizi düşünüyor ve deneyimliyorum. Toplumumuz bize neye ihtiyacımız olduğunu söyleme konusunda başarısız ve daima materyalist değerlere odaklanmakta üzerine yok. Daha fazla eşya yerine işlerimiz, mahallelerimiz vb. olgular yoluyla inşa edilmiş bir topluluk ve aidiyet duygusuna ihtiyacımız var.

Ancak dışarıda plasebo bile olsa onunla birlikte hissedilen umuda ihtiyaç duyan birçok insan olduğunu görüyorum. Covid'in en kötü dönemlerinde canlı yayında ilk aşılar yapılırken, insanların plasebo olup olmadığını bilmedikleri sıvı vücutlarına enjekte edilirken yüzlerindeki o umudu hepimiz görmedik mi? Kitapta bu bağlamda ne yazık ki gerçek psikolojik çözümlere ilişkin neredeyse hiçbir uzman incelemesi yer almıyor.

Kitaptan çıkardığım derslerin çoğu birbirimizle olan bağlantılarımızın nasıl çöktüğü ve bunun depresyonu nasıl tetikleyebileceği ile ilgili. Ancak kanser haline gelen bu toplumsal soruna gerçekten çözüm üreten hiçbir bakış açısı yok. Mesela Hari, güvencesiz hissettiği ve anlam atfedemeden çalıştığı işinde sıkışıp kalan bir arkadaşından bahsederken, daha iyi fırsatlar elde edebilmesi için ona nasıl yardımcı olduğunu anlatmıyor. Halbuki hepimiz, robotlaştığımız ve herhangi bir yaratıcı inisiyatifimizin bulunmadığı tür işlerde çalışmaya mecbur kalınca zaten mental bir çöküşe uğrayacağımızı biliyoruz. Kaldı ki Karl Marx bile, anlamlı işten kopukluluk ile ilgili yabancılaşma teorisini zaten 180 yıl önce 1844 Elyazmaları'nda anlatmıştı. Dolayısıyla birçok noktada "eeee şimdi ne oldu?" demekten de kendimi alamadığımı söylemeliyim.

Hari'nin anlatımıyla da anlıyoruz ki bu kitap için araştırmalarına başlamadan önce kendisi de depresyondan mustaripken kimyasal odaklı yöntemler ile yaşanan her şeyin kendi başarısızlığı olduğu yönünde bir kanıya kapılmış. Bu noktada kitapta hoşuma giden en önemli şeylerden biri de kesinlikle ruh sağlığına ilişkin faktörlerin iyileşmesinde geniş ölçekli kolektif bir çabanın büyük bir rol oynadığı gerçeği. ABD'de sarsılmaz ideolojik bir güç olarak bireycilik göz önüne alındığında, kitaptaki araştırma ve istatistiklerden gördüğümüz ülke çapındaki depresyonun bu kadar yaygın olması ve ilaç kullanım rekorlarının kırılmasına pek de şaşırmamalı. Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Hari'nin bireyciliğe karşı kıramadığı ve şahsen çok garipsediğim bir önyargısı var. Materyalizm ve tüketimi kapitalizmle birleştirmeye çalışarak, hayatında bireyciliği benimseyip mutlu mesut yaşayan insanların varlığını aklına bile getirmiyor. Eğer sol tandanslı bir politik görüşe sahip değilseniz kitabın ikinci yarısı tamamen zaman kaybı gibi gelebilir.

Kitap mükemmellikten fazlasıyla uzak. Gözden kaçmış olduğunu düşündüğüm önemli bir şey, fiziksel sağlığın (diyet, uyku, egzersiz, hastalık) zihinsel sağlık üzerindeki etkilerinin hiçbir noktada tartışılmaması. Doğada vakit geçirmenin olumlu etkilerine ilişkin birkaç sayfalık basit tartışma ise, belki de Hari'nin hayatında bunu çok az yapmış olmasından dolayı oldukça yüzeysel kalıyor; ki kendisi de zaten orman benzeri doğal ortamlarda çok nadir bulunduğunu, gördüğü manzarayı Windows ekran koruyucularına benzettiğini ve ekranı hemen kapatmak istediğini söylüyor. Halbuki kendi hayat rutinlerime ve doğada geçirdiğim süreye baktığımda sayfalarca üzerine konuşulacak ve araştırılacak önemli bulgular görüyorum. 

Dile getirmek istediğim endişe; kitabın, aslında bu sorunlardan mustarip olan ancak yine bu konulara hiç ilgisi olmayan biri üzerinde yaratabileceği potansiyel etki. Hari'nin başta da anlattığı gibi, kendisi de depresyondan mustaripti ve yıllarca ilacın çare olduğuna inandı ya da inandırılmak istendi. Belki de bu yüzden büyük bir yüzde olarak, yaklaşık 100-150 sayfa boyunca sadece problemin çözümlerine değinmeye çalışıyor. Tam da bu noktada Hari'nin görmezden geldiğine çok şaşırdığım ancak şahsen göz yumamayacağım kadar gerçek olan bir olgu da; depresyonu şekillendiren faktörlerin birçoğunun, bunu deneyimleyen insanlardan çok daha büyük durumlar olduğu. Hem herhangi bir uzmanlığı olmamasına karşın depresyon ve kaygıya karşı çözümler sıralıyor, hem de bu çözümlerin birçoğu keskin, aynı zamanda bir o kadar da zorunlu politik ve sosyal değişimler içeriyor. İnsanların yıllardır savunma mekanizması olarak geliştirdikleri durumları radikal bir şekilde değiştirmek, bir tane hap almaktan çok daha göz korkutucu. Yani okurlarını depresyon ve kaygıdan uzaklaştırmayı hedeflerken, huzurun kontrolümüz dışındaki faktörlere bağlı olduğu bir hikâye yazımına başlıyor.

Mesela Hari, insanların hayatlarında günlük giderlerini karşılayabildikleri ve güvende hissettikleri, maliyetinin ise devlet ya da daha başka bir otorite tarafından karşılanmasını ümit ettiği basit bir gelirleri olsun istiyor. Ancak başta ABD olmak üzere bu kitabın okunduğu ülkelerin sosyalist hükümetler tarafından yönetilmediğini bilmiyor sanırım. Sosyal devletlerin sosyalliği ise hak getire. Kafasında kurduğu gelir modeli bir gün bile ayakta kalamayacak bir öneri. Ayrıca devlet tarafından ödenen sabit bir gelire sahip olmak, insanlara hayatları üzerinde daha az kontrol sağlarken devlete daha fazla bağımlılık getiriyor. Bu da ayrı bir depresyon sebebi değil mi? Çünkü Hari birkaç bölüm öncesinde daha az kontrol sahibi olmanın, anlam atfedilemeyecek bir işte çalışan insanlar için temel bir depresyon sebebi olduğunu savunuyordu. 

Bu konularla ilgili olan birçok kitap, okurlar için her şeyi çok kişisel hissettiriyor. Zira okurlar her bir kelimeyi kendi kişisel deneyimleriyle karşılaştırıyor. Okurların kişisel deneyimleri ile kitabın söylediği şeyler bir yerde ters giderse, kitabın içeriğinin de bir noktadan sonra gerçekliği temsil etmeyeceğini düşünüyorum. İnsanlar kendi durumlarına dair belki yanıtı olmayan cevaplar dahi üretebilir, hatta daha da çıkmaza sürüklenebilir. Bitirirken yine başa dönüp Hari'nin kitaba çok güçlü bir giriş yaptığını tekrar etmek istiyorum. Gerçek sorunlarımızın hikâyelerimizde yattığı ve deneyimlerimize dair anlatılarımızın hasar aldığı konusunda güzel bulgular elde etmesi tam olarak bir araştırmacı gazeteci kalitesine yakışan şeylerdi. Ancak insanların bozulmuş anlatılarına güçlendirici çözümler sunacağını aklından geçirdiği anda kitabın sağa sola savrulmaya başladığını hissettim.

Mesela kitabın tümünde kimyasal müdahaleye saldırıp, kitabın sonlarında halüsinojenik bir ilacı adeta teşvik ediyor. Üstüne üstlük bunu yaparken de herhangi bir kanıt sunmadan bu ilacın etkisinin kimyasal değil ruhsal olduğunu söylüyor ve kendi çelişkisini tartışmaya açacağı yerde çelişkiden uzak görünmeye çalışıyor.

Hari'nin bir noktada Britanyalı gazeteci sıfatını bir yerde bırakıp başka sıfatlara bürünmeye çalıştığını düşünüyorum. Bu da kendisini, dolayısıyla da kitabını benim nezdimde en azından salt bilim konusunda güvenilemez bir rehber haline getiriyor.

İlkan Akgül kimdir?

İlkan Akgül uzun yıllar, içerisinde bulunduğu reklam sektöründe birçok siyasi parti ve STK ile çalıştı. Ayrıca çeşitli haber ve içerik platformlarında editörlük görevi üstlendi.

Türkiye'nin ilk ve en geniş podcast ağı ve prodüksiyon girişimi Podfresh'in kurucu ortağı. Halen yazılı ve işitsel medya alanındaki çalışmalarını sürdürüyor.

T24 Haftalık'ta çoğunlukla podcast üzerine yazılar yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Markalar için podcast trendi

Podcast dinlemeye ayrılan ortalama sürenin günde 40 dakika olduğunu da hesaba katarsak, bunun modern hayatın hızında oldukça yüksek bir ortalama olduğunu pekala görmek mümkün

Podcastinizde izlemeniz gereken süreçler nelerdir?

Bu yazıda datalarımızın dışında gözlemlememiz ya da takip etmemiz gereken bazı önemli süreçlerden bahsetmek istiyorum

Podcast yayıncıları için alternatif gelir modelleri

Bu yazıda, dünyada ve Türkiye'de kullanılan bazı gelir modellerinden bahsetmek istiyorum