20 Kasım 2023

100 yıl önce bir Saltanat’ı Cumhuriyet Devrimi'yle yıktık, 100 yıl sonra Erdoğan Saltanatı başımıza geldi!

Demokrasi hiçbir yerde kolay kurulmadı. Karamsarlığa kapılmayın. Bu filmin sonu değil, bir başlangıç. Bu ülkede demokrasi, hukuk ve özgürlük için mücadele durmayacak....

28 Mayıs seçimlerini kazanan Erdoğan, gelenek haline gelen 'balkon konuşmasını' Beştepe'de yaptı ve Cumhur İttifakı bileşenleri ile ikinci turda kendisine destek veren Ata İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan'ı sahneye davet etti

Yüzyıllık Cumhuriyet yazılarım 23 gün önce
29 Ekim'de şöyle başlamıştı:

Önce Köşk’ten Saray’a taşındı.
Sonra Ayasofya’yı cami yaptı.
Son olarak, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine boşverip,
üstelik Atatürk’ün adını taşıyan mekanda,
ve 29 Ekim’den bir gün önce,
Yüzüncü Yıl kutlamalarını da boşlayarak İslamcı çizgileri ağır basan
büyük bir miting düzenledi.
Aralarda da sinsi sinsi
daha birçok adım attı.
Bakalım, Cumhuriyet'ten rövanş için
son adım ne zaman, nasıl gelecek?..

Dizimin 23. ve son yazısına da böyle başlıyorum.

Danıştay 10. Dairesi'nin camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesinin ardından Erdoğan tarafından Diyanet İşleri Başkanlığına devredilen Ayasofya, 24 Temmuz 2020'de 86 yıl sonra kılınan ilk cuma namazıyla Erdoğan'ın da katıldığı büyük bir merasimle yeniden ibadete açıldı

Mayıs seçimleri öncesi
umutluydum

14-28 Mayıs seçimleri öncesinde,
evet, umutluydum.
Çünkü, 6'lı Masa'yla
bir seçim ittifakı kurulmuş,
farklı çizgilerdeki parti liderleri,
ortak bir demokrasi bildirisinin
altına imza koymuşlardı:

Bugün Türkiye için tarihi bir gündür.
Birbirinden farklı altı siyasi parti olarak,
bizler, Türkiye'nin yıllardır görmeyi
umut ettiği tarihi bir çalışma için
bir araya geldik.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem
Mutabakat Metni'ni hazırlayan partiler
olarak bizler, etkin ve katılımcı bir yasama,
şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim,
tarafsız ve bağımsız bir yargı ile
kuvvetler ayrılığının tesis edildiği
güçlü, özgürlükçü, demokratik
adil bir sistem inşa etme
kararlılığı
içindeyiz.

Daha sonra resmen "Millet İttifakı" adını alacak 6'lı Masa'nın altı genel başkanı: 14 Mayıs seçimlerinde ittifakın Cumhurbaşkanı adayı olacak olan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, DEVA lideri Ali Babacan, Demokrat Parti lideri Gültekin Uysal, Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, İyi Parti lideri Meral Akşener, Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu. Genel başkanların ellerinde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni'nin kopyaları var

Bu bir ilkti.
77 yıllık çok partili siyasal hayatımızda hiçbir
temel konuda buluşamayan partiler, bu defa
hep birlikte demokrasi diyorlardı.
"Askeri darbeler"e karşı birleşemeyen partiler,
bu defa, bir "sivil darbe"ye
hayır demek ve yeni bir anayasa
yapmak için yola çıkıyorlardı,
14-28 Mayıs seçimlerine doğru...
Ama olmadı.
Son, bir defa daha "hüsran"dı,
"hayal kırıklığı"ydı.
Kendimi boşlukta hissettim.
T24 yazılarımı da kestim.
Önümü doğru dürüst göremiyordum.
Sonra her seferinde olduğu gibi
kıvranmaya başladım.
Yazı yazmayınca kendi özgürlüğümün elden gittiği
yine kafama dank etti.

28 Mayıs'ta 3. kez Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan,
3 Haziran'da TBMM'de yemin etti

Elveda demokrasi
zamanı mı?..

Bu soru, Mayıs seçimleri sonrasında
sık sık aklıma takıldı.
İslamcılar'ın 100. Yıl'da Cumhuriyet'ten "intikam"ları mı?..
Bu topraklarda kökleri 150 yıl öncesine giden
"Batı modernleşmesi"ni tersine çevirmeyi
nihayet başardılar mı?..
"Rövanş"ı alıyorlar mı?..
"Demokrasi"yle 77 yıldır buluşamayan
laik Cumhuriyet hepten mi elden gidecek?..
"Batı değerleri"nin yerini 
İslami değerler
, Asya değerleri mi alacak?..
Gidiş bu mu?..
Türkiye "çıplak bir İslami dikta"ya
doğru mu yol alıyor?..
14 Mayıs ve 28 Mayıs'ta
oylarımızla dur diyemedik,
bundan sonra diyebilecek miyiz?..
Bu gidişi seçim sandığında
durdurabilir miyiz?..
Tren kaçtı mı yoksa?..

Neden uzlaşamadılar,
neden neden?..

Türkiye'nin "İslami dikta"ya gidişini
seçim sandığında durdurmanın
ön şartı olan,
olmazsa olmaz koşulu olan
büyük uzlaşma bu topraklarda
mümkün değil mi?
Neden Demirel'le Ecevit,
neden Demirel'le Özal kucaklaşıp,
ülkenin temel sorunlarını çözecek
ve Türkiye'yi AB'ye sokacak
demokrasi için koalisyonları
askeri yönetimler sonrası kurmadılar?..
Neden neden?..
Özal'la Demirel bir büyük koalisyonda uzlaşmak yerine,
partilerini Tansu'lara,
Mesut'lara
bırakıp
neden cumhurbaşkanlığını tercih ettiler,
neden Çankaya Köşkü'ne çıktılar?..
Neden neden?..
Ve Türkiye'nin temel sorunlarının çözümsüz kalmasının
siyaset meydanını
Erdoğan'lara bırakacağını
neden göremediler?..
Neden neden?..

Türkiye'nin Avrupa hayali 1959'da başladı; Ankara, Avrupa Kömür ve Çelik Birliği'ne üye olmayı hedeflediğini bildirdi. 1987'de Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üyelik için başvuru yaptı, 1999'da AB, Türkiye'nin üyelik için uygun olduğuna karar verdi. 15 Aralık 2004'te Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye Oylaması'nda kaldırılan Türkçe "Evet" dövizleri, Türkiye'nin Batılılaşma yolculuğunun sembol fotoğraflarından biri haline geldi; 2005'te üyelik müzakereleri başladı. "Hayal", hayal olarak kaldı, 2019'da müzakereler AB tarafından durduruldu.
Türkiye 14 yıllık müzakerelerde üyelik için gereken 33 fasıldan sadece 16'sını açıp 1'ini tamamlayabildi.  

Demokrasi için
uzlaşma modeli
olamayacak mı bu ülkede?..

Peki ya bundan sonra?..
Çok partili demokratik rejime
adım attığımızdan beri,
tam 77 yıllık bu upuzun süreçte
bir türlü yapılamayan
demokrasi için uzlaşma modeli
önümüzdeki dönemde olabilecek mi?
Yoksa, Türkiye'nin siyasal
ve toplumsal yapısı, bu topraklardaki
tarihsel gelişimin karmaşıklığı,
böylesine geniş tabanlı
bir "uzlaşma"yı olanaksız mı kılıyor?
Bu topraklarda yaşayanların,
tüm farklılıklarıyla
bir demokrasi çatısı altında
barış içinde yaşamaları
mümkün değil mi?
Birbirlerinin farklı seslerini duyarak,
ara sıra bağırıp çağırsalar da,
kavga etseler de,
birbirlerine tahammül ederek
yaşayamazlar mı?
Bunu mümkün kılacak
bir  siyasi, hukuki, sosyal
bir çerçeveye razı olamazlar mı?
Bunun kalıcı bir altyapısını,
"güçler ayrılığı"nın,
"yargı bağımsızlığı"nın,
"hukukun üstünlüğü"nün,
"özgür ve bağımsız medya"nın temellerini atamazlar mı?
"Farklılıkların birbirimizi
boğmasına geçit yok!"
diye hep birlikte ayağa kalkamazlar mı?
Böylesine bir uzlaşma kültürü
oluşturamaz mıyız bu ülkede?
"Kültür savaşları"na son veremez miyiz?
Yoksa, Cumhuriyet'in kazanımlarının
elden gitmesine seyirci mi kalacağız?..
Dün de sorumuz buydu,
bugün de...

Barış, demokrasi, refah
istiyorsak...

Cumhuriyet ve demokrasi...
Değişim...
Büyük uzlaşma...
Türkiye'nin gerçek hedefleri bunlardır,
bunlar olmalıdır.
Bu ülkede barıştı, demokrasiydi,
hukuktu, refahtı, adaletti,
eşitlikti diyorsak,
aramızda "uzlaşmak"tan
başka çaremiz yok.
Yüzyıl öncesinden beri
bizi yiyip bitiren
"kültür savaşları"na
son veremezsek...
Siyaseti düşmanlık ve kan davaları
üzerinden yapmaya devam edersek...
Bir "büyük uzlaşma" ve
"demokrasi için işbirliği"
projelerini hayata geçiremezsek...
O zaman unutun her şeyi,
ülkenin önünde
cehennemin kapıları
ağzına kadar açılmış olacak...

Demokrasi hiçbir yerde
kolay kurulmadı

Demokrasi, hukuk ve özgürlük düzenleri
hiçbir yerde kolay kurulmadı,
bazen oluk oluk kan
ve gözyaşı aktı bunun için...
Yaşlı kıtaya, Avrupa'ya bakın.
Birinci Dünya Savaşı,
İkinci Dünya Savaşı...
İç savaşlar, soykırımlar, ihtilaller...

Sene 1944/ Almanya bombardımanının yerle bir ettiği
Caen kentinde bir Britanya askeri, yaşlı bir kadına yardım ediyor

Yaşanan korkunç acıların sonunda,
Avrupa siyasetinin akil insanları,
büyük devlet adamları
ortak bir demokrasi çatısı
altında buluştular.
1951 yılında
Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda
ve Lüksemburg liderlerinin
altına imza koydukları
Paris Antlaşması'yla,
önce Avrupa Kömür ve Çelik Birliği,
yıllar sonra da,
tarihin belki de en büyük barış projesi
Avrupa Birliği doğdu.
Böylece, yüzyıllar boyu birbirleriyle gırtlaklaşan,
birbirlerini helak eden,
başta Fransa ile Almanya
olmak üzere Avrupa devletleri,
büyük ve bilge devlet adamları
sayesinde uzlaşmayı
başardılar ve demokrasi ve refah
yolculuğuna koyuldular.

Bu filmin sonu değil,
bir başlangıç...

Biz de az acılar yaşamadık ama
"birinci sınıf demokrasi"
ve "refah"ı bugüne kadar yakalayamadık.
Tank tüfek sesleriyle gelen askeri darbeler artık bitti derken,
bu sefer Erdoğan'ın sandıktan çıkan
"sivil darbesi"yle tek adam rejimi,
yeni bir "saltanat" geldi başımıza...
14 Mayıs ve 28 Mayıs'ta
"Saray diktası" elimizden
kıl payı kaçtı.
Ama karamsarlığa kapılmayın.
Bu filmin sonu değil,
bir başlangıç...
Bu ülkede demokrasi, hukuk
ve özgürlük için
mücadele durmayacak.
Cumhuriyet 100 yıl önce kuruldu.
Atatürk ve dava arkadaşları
laik cumhuriyeti kurarken,
hedef olarak Batı'yı,
"Batı demokrasisi”ni gösterdiler.
Cumhuriyet'in ilk yüzyılında
"demokratik cumhuriyet"i
ne yazık ki kuramadık,
birinci sınıf demokrasimiz olmadı.
Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında da,
bu tarihi görev ve tarihi sorumluluk omuzlarımızda durmaya
devam edecek.
Ama nasıl yerine getireceğiz
bu görev ve sorumluluğu?..
Yüzyılın başında Cumhuriyet'i kuranların
"devrimci ruhu"nu
nasıl yakalayacağız ikinci yüzyılda?..
Bilemiyorum.
Hep birlikte düşüneceğiz.
Ve mücadeleyi sürdüreceğiz.

29 Ekim 1930/ Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, yanında İsmet İnönü ve Türkiye'nin kendisinden sonra ikinci ve son Mareşal'i olan Fevzi Çakmak'la birlikte TBMM'den çıkıyor

BİTTİ

Bu yazı dizisini Eylül ve Ekim
aylarında hazırladım. 23 yazıyı,
Cumhuriyet Bayramı'ndan
iki gün önce Doğan Akın'a,
T24'e teslim ettim.
Yeni yazılarda buluşmak üzere...

 

Yazı dizisinin önceki bölümleri

  1. Cumhuriyet bir devrimdir, Atatürk de önderidir; yaşasın Cumhuriyet!
  2. Mustafa Kemal: Osmanlı düzenini altüst eden devrimler yapılmadıkça, bir Batı medeniyeti toplumu olamayız!
  3. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!
  4. Atatürk, padişahlığın kaldırılması konusundaki kararlığını şöyle vurgular: "Belki birtakım kafalar kesilecektir!"
  5. Kafa kesmekten kafa koparmaya...
  6. Atatürk, hangi kaynaklardan beslendi; askeri, siyasi, entelektüel kişiliği yıllar içinde nasıl oluştu?
  7. Cumhuriyet demokrasiyle taçlandırılamadı, ama bu başarısızlığın sorumlusu Cumhuriyet'i kuranlar değil, 77 yıllık çok partili dönemin siyasal kadrolarıdır
  8. İsmet İnönü: "En büyük hezimetim en büyük zaferimdir"
  9. İnönü'den Menderes'e: "Bu yolda devam ederseniz, sizi ben de kurtaramam"
  10. İlk askeri darbe, 27 Mayıs: Bayar-Menderes iktidarı demokrasinin yolunu tıkadı ama bu darbeyi meşru kılmaz, "devrim" yapmaz
  11. Demirel'in İnönü'ye karşı siyasetteki ayak oyunları 27 Mayıs sonrası CHP - AP koalisyonu ile başladı
  12. Kendisini deviren darbenin idamlarına evet diyen bir Demirel ve darağacında Üç Fidan
  13. Ecevit-Demirel savaşı ve darbeye karşı bile birleşemeyen muhalefet
  14. Tank sesiyle uyanmak!
  15. İnsanlar tank sesiyle uyanırken, sessiz kalan siyaset
  16. Asker sorunu her şeyden önce "sivil siyaset sorunu"dur
  17. Siyasal partiler kapatılıyor, film tamamen kopuyor, siyaset yasağı geliyor; liderlerden tık yok!
  18. Mavi rengi bile yasaklayan 12 Eylül askeri yönetimi
  19. Doğrusuyla yanlışıyla Turgut Özal
  20. 6 Eylül referandumu, Özal'ın ince hesapları, yine bölünmüş bir memleket
  21. Erdoğan, kendisini iktidara getiren demokratik kurallara tekmeyi vurdu
  22. Büyük yalanlarla sinsi sinsi ilerleyen faşizm!

Hasan Cemal kimdir?

Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 

1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 

28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. 

Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. 

Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: 

Tank Sesiyle Uyanmak (1986)

Demokrasi Korkusu (1986)

Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) 

Özal Hikâyesi (1989)

Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)

Kürtler (2003)

Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)

Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)

Barışa Emanet Olun (2011)

1915: Ermeni Soykırımı (2012)

Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)

Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)

- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)

- Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yoksa yine darbe mi?...

"Bana saldırıp da Erdoğan iktidarına hiç saldırmayanların kimliklerine bakın. Onların meselesi mülteci sorunu değil. Onların meselesi, Türkiye'nin içeride kaos yaşayarak otoriter bir rejime gitmesi..."

Yazık oldu, iyiydik ama tarih yazamadık

Yarı final elimizden kaçtı, ancak altın bir jenerasyon yakaladığımızın sinyalini tüm Avrupa'ya verdik

Futbol kaçığının maç keyfi...

Takım tutmadan maç seyredemem, Almanya mı, İspanya mı?.. Almanya'yı tuttum, İspanya kazandı!