06 Temmuz 2025
Piyano nerede?
90'lı yıllarda Bilkent'te piyano ve kompozisyon bölümlerinde öğrenciyken bir abiden bir istek aldım. Mezun olacaktı. Mezuniyet konseri için bir düzenleme yapmamı istiyordu. Bu düzenlemenin ilk ve tek seslendirmesini kulisten kendimi yiyip bitirerek izleyecektim...
O yıl mezun olacak öğrencilere ilk defa okul orkestrası eşliğinde konser verme imkanı tanınmıştı. Okul orkestrası dediğim, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra daha iyi bir hayat kurma hayaliyle Türkiye'ye kapağı atan son derece iyi eğitimli müzisyenlerden kurulu BASSO: Bilkent Akademik Senfoni ve Sinfonietta Orkestrası -kurucu dekanımız Prof. Ersin Onay'ın adlandırmasıydı bu, sonradan BSO oldu-. BASSO'nun üyeleri ağırlıklı olarak Azerbaycan'dan, biraz da diğer Türkî devletlerden ve Rusya'dan gelen müzisyenlerden kuruluydu. Bu üyeler aynı zamanda okulumuzun öğretim üyeleriydi. Onların gelişiyle okulumuzdaki eğitim sistemi ve terminoloji Fransız ekolünden Rus ekolüne doğru kaymıştı biraz:)
Mezun olan öğrenciler çeşitli ana sanat dallarındandı. Kimisi şancı, kimisi piyanist, kemancı, klarnetçi vs. Bunlara tek bir konserde orkestra eşliğinde sahne aldırmak demek, enstrümancılara birer konçerto, şancılara da birer arya söyletmek demekti. Konçertolar genelde 3 bölümlü uzun eserler olduğu için herkes bir bölüm çalıyordu.
Atay (abi) bu konserde bir arya söyleyecekti. Buna ek olarak Meksikalı besteci Agustín Lara'nın "Granada" adlı popüler Latin müziği tarzındaki şarkısını söylemek istiyordu. Normalde Atay'ın konserde tek bir eser söyleme hakkı vardı, onun da akademik nedenlerle böyle popüler bir şarkı olması söz konusu olamazdı. Ancak o dekanla ve orkestra şefiyle görüşerek Granada'yı aryanın üstüne bir tür bis olarak kabul ettirmeye niyetliydi. Bu ünlü eserin pek çok orkestral düzenlemesinin kaydına internet öncesi o günlerde bile rastlamak mümkündü. Ancak Türkiye'de notasını bulabilene aşk olsun! Atay benden Granada'ya orkestrasyon yapmamı istedi.
Konsere çok az zaman vardı ve benim yapacak bir sürü başka işim vardı (okul yoğunluğu anlamında). Önce reddettim. Çok ısrar etti. Ben ısrara yenik düşene kadar biraz daha zaman kaybettik. Sonunda "tamam" dedim. 1-2 gün sabahladım, yazdım. İçine kendim için de gösterişli bir piyano partisi ekledim; şan partisinin uzun ses tuttuğu veya sustuğu anlara denk gelen birkaç kısa dolgu. Madem ki onun kendi sesiyle sükse yapması için uykusuz kalıyordum; bu fırsatı kendi icracılığımı da ucundan, kıyısından sergilemek için kullanamaz mıydım?
O yıllarda bilgisayarla nota yazımı henüz pek gelişmemişti; vardı ama ilkel düzeydeydi, ayrıca ben kullanmıyordum. Bu da arkadaşlarımla birlikte biraz daha sabahlamayı gerektiriyordu. Bu şu anlama geliyor: Bir besteci veya aranjör, senfoni orkestrası için bir eser yaratırken, "partitür" dediğimiz, orkestra şefinin eseri idare ederken kullanacağı notayı yazar. Burada tüm çalgıların ve varsa insan seslerinin ne zaman hangi notaları icra etmesi gerektiği tüm detaylarıyla alt alta yazılıdır. Çok fazla bilgi içerdikleri için partitürlerin küçücük notalardan oluşan bir sürü kocaman sayfası olur; şefin ikide birde sayfa çevirmesi gerekir. İcracıların ise bu notayla boğuşmaları pratik değildir; orkestra üyelerinin her birinin önünde sadece kendi çalması gereken notaları içeren "parti" olur. Eskiden besteci böyle bir eser yazdı mı yayıncıya verirdi, yayıncı kopist tutardı, kopist(ler) partitürdeki bilgileri ayrıştırarak her müzisyen için birer parti çıkarırdı. Bugün artık besteci partitürü bilgisayarda yazdı mı, kullandığı yazılım gerekli partileri otomatikman çıkarıyor. Kopiste gerek kalmadı. O günlerde elimin altında bu gibi imkanlardan hiç biri olmadığı için, fakülteden arkadaşlarımı eve davet ettim, bir gece sabaha kadar benim partitürden partileri çıkarıp elle yazdık.
Konsere 1-2 gün kala Atay orkestranın provasına gitti, notaları şefe uzattı. Şef önce "imkansız. Çok geç" demiş, ama Atay dekanlığa kadar çıkmış, allem etmiş, kallem etmiş, kabul ettirmiş:)
...ve büyük gün geldi! Yukarıda anlattığım nedenlerle uzun ve lojistiği karışık bir konserdi. Sahneye bir keman bölümü mezunu çıkıyor, orkestra eşliğinde bir konçerto bölümü çalıyor, sonra alkışı alıp iniyordu. Ardından bir piyano mezunu çıkıyordu, o zaman sahne arkasından koca kuyruklu piyano getirtiliyor, orkestranın önüne yerleştiriliyor, bu mezun da bir piyano konçertosundan bir bölüm çalıp iniyordu. Ondan sonra tekrar bir başka çalgı veya şancı varsa o piyano tekrar sahne arkasına ittiriliyordu.
Konser başlamadan az önce arabaya gittim, evden getirdiğim smokinimi giymeye koyuldum. Bir de ne göreyim! Smokinin pantolonu yok! Evde kalmış! Eve gidip alıp gelecek zaman yok. Altımda kot pantolon vardı. Yapacak bir şey yok. Altım kaval, üstüm şişhane giyindim, geçtim sahne arkasına, başladım Atay'ın sırasını beklemeye. Sırası geldi, Atay çıktı, aryasını söyledi. Arya bitince Granada'da piyanonun başına geçmek üzere sahneye çıktım. Ama piyano ortada yoktu! Orkestranın arkalarında yüksek bar taburelerinde oturan kontrbasçılardan birine sordum, "piyanoyu görüyor musun?" diye. Belki sahnenin diğer ucundaydı ve orkestranın kalabalığından ben görmüyordum? "Piyano yok" dedi. O sırada şef batonunu kaldırmış, esere girmek üzereydi.
Çekildim sahne arkasına. Bensiz çalıp söylediler. Piyano için yazdığım pasajlar boş boş kastanyetin eşliğiyle geçti. Parça biter bitmez kendimi arabaya attım. Kimseyi görmek istemedim.
Sonradan Atay aradı, "Neredeydin? İnsanlar seni sordu, tebrik etmek istedi" dedi. Anlattım durumu.
Neden böyle olmuştu? Çünkü piyano konçertoları için ikide birde piyanoyu sahneye sürüp geri çeken sahne görevlilerinin elinde detaylı bir yazılı plan yoktu. Sahneye çıkarken Atay'a sormuşlar: "Sırada piyano var mı?" diye. O da "Yok, şimdi ben çıkıp şarkı söyleyeceğim" deyince piyanoyu sahneye çıkarmamışlar.
Burada şu açıklamayı yapmam gerekiyor: Senfonik orkestrayla piyano yan yana geldi mi, piyano iki rolden birini üstlenir. Ya solist olarak ön plandadır (piyano konçertolarında olduğu gibi) ya da orkestranın bir elemanı olarak geri plandadır. İkincisi daha nadir bir durumdur. İlk durumda piyano en öne konur, ikincisinde arkada, vurmalı çalgıların arasına yerleştirilir. Benim düzenlemem ikinci sınıfa giriyor; yani orkestranın önüne değil, arkasına piyano konması gerekiyordu; hatta bu nedenle çıkıp çalabilseydim kotum da görünmeyecekti. Ancak o ânın sahne heyecanıyla Atay'ın "sıradaki eser bir piyano konçertosu değil ama arka planda bir piyanomuz olacak" demesi beklenemezdi. Zaten bu bilgiyi vermek ona kalmamalıydı.
"Granada"nın o versiyonu bir daha hiç çalınmadı, söylenmedi.
Yıllar sonra yaptığım el yazması orkestrasyon notalarını Sheetmusicplus.com sitesine koydum. İlgilenen meslektaşlarım oradan partitür ve partilerini edinebilirler.
Hakan Ali Toker kimdir? Hakan Ali Toker, 1976 doğumlu, Mersinlidir. İlk adını kullanmaktadır. Piyano çalmaya ve beste yapmaya küçük yaşta başladı. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı çello bölümünde kısa bir başlangıç yapıp, ardından ortaokul, lise ve lisan eğitiminin bir bölümünü Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi'nde okuduktan sonra ABD'de Indiana Üniversitesi Müzik Fakültesi Piyano ve Bestecilik dallarından mezun oldu. Klasik eğitiminin yanı sıra Caz, Türk müziği ve klasik doğaçlama alanlarında kendi kendini yetiştirdi. Piyanonun yanı sıra kanun, akordeon, klavsen ve org çalmayı öğrendi. Bugüne kadar 29 ülkede konserler verdi, pek çok yerli ve yabancı eleştirmenin övgülerini aldı. 17 yaşında katıldığı İstanbul Festivali'nde yılın en genç sanatçısıydı. Aynı yıl Ukrayna'da düzenlenen Virtüözler Festivali'nde yer alan ilk Türk sanatçıydı. 2011'de Türk makamlarına göre akortlanmış piyanoyla ilk Türk müziği resitalini veren piyanist oldu. 2022'de yazıp 33 müzisyenle birlikte CRR'de seslendirdiği "Türk Rapsodisi"yle ilk kez tüm çalgılarda makamsal mikrotonalitenin duyulduğu bir senfonik konsere imza atmış oldu. Türkiye'de "Yaşayan Değerlerimiz" (2013), ABD'de "Yılın Yorumcusu" (2019) gibi ödüllere layık görüldü. Hırvatistan'da "Hırvat-Türk Dostluk" nişanıyla onurlandırıldı. Hem yorumcu hem besteci olarak, hem klasik Batı müziği hem de caz ve Türk müziği alanlarında eserler veren sanatçının, bu müzik türlerini bazen ayrı ayrı ele aldığı, bazen de sentezlediği pek çok bestesi, düzenlemesi ve albümü vardır. |
Bir gün Joe kibarca, profesyonelce, hiç kızmadan Orquesta Son’dan kovulduğumu bildirdi. “Falan arkadaşım senin kadar harika piyano çalamıyor ama hiç değilse işe zamanında geliyor. Kusura bakma. Senin yerine onu alıyorum” dedi
Demek ki konserden hemen önce fazla yoga iyi fikir değilmiş. Kas esnetme tamam ama o kadar da gevşememek lazımmış! :D
Her çocuğu değerlendirirken tüm jüri bu dövizleri kaldırırdı; Manço da her seferinde “10 puan! 10 puan! 10 puan! 10 puanda şampiyon bugün çocuklar!” derdi;) O “yarışma”nın yarıştırmaktan çok başka bir amacı vardı...
© Tüm hakları saklıdır.