26 Nisan 2025
Dünyanın en çok kitap okuyan ülkeleri belli olmuş.
Bu başlığı görünce merakla haberi okumaya başladım.
ABD birinci sıradaymış, küçük bir farkla Hindistan’ı geride bırakıyormuş. Üçüncü sırada Britanya geliyormuş.
Hızla haberin alt kısımlarına bakıyorum, beklediğim bilgi biraz daha ilerde:
Fransa, İtalya ve Kanada’dan sonra, Rusya yedinci basamakta.
Onlardan sonra Avustralya, İspanya, Hollanda ve İsviçre geliyor.
Tersten, en az okuyanlar listesi yapınca da Afganistan, Brunei, Pakistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ilk (yani en alt) sıralardaymış.
Türkiye’nin durumu çok iyi değil. Ama çok kötü de değil. 86. sırada.
World Population Review ile CEO World Magazine’in verilerine göre, 2024'te en çok kitap okuyan ülkeler listesinde başı çeken ABD’de kişi başına yılda ortalama 17 kitap okunuyormuş (kitap okumaya yılda ortalama 357 saat ayrılıyormuş).
World Population Review okuma haritasına baktım, Türkiye’de kişi başına düşen okunan kitap sayısı 6,05 imiş.
Sonuncu Afganistan’da ise yılda ortalama 3 kitap okunuyormuş.
Haberi okurken aklıma yine geçmiş dönemler geldi. Sovyetler Birliği’ne uzandım.
80’li yılların yarısından fazlasını geçirdiğim SSCB’de beni en çok etkileyen propagandalardan biri “dünyanın en çok okuyan ülkesi” olmasıydı. En azından öyle deniyordu.
O yıllarda Sovyetler’de bu tür veriler ya açıklanmaz ya da açıklanana fazla güvenilmezdi. Ama neredeyse “herkesin elinde bir kitap” vardı.
Bir başka konu da gazete okunmasıydı, daha doğrusu satın alınmasıydı.
Hangi ülkede bir evde beş gazete girerdi?
Evet, Sovyetler Birliği’nde.
O zamanlar ülkede birkaç ünlü gazete vardı: Pravda (komünist partinin gazetesi), Komsomolskaya Pravda (gençlik örgütünün gazetesi), Trud (sendikaların gazetesi), İzvestiya (Sovyet parlamentosunun gazetesi), Krasnaya Zvezda (Kızıl Ordu’nun gazetesi)...
Bu gazeteler halka neredeyse zorla satın aldırılırdı (gerçi çok ucuzlardı).
Sonra da “bilinçli Sovyet ailesinin evine ortalama 5 gazete giriyor” derlerdi.
Temel olan elbette Pravda idi. Ötekiler sık sık ondan alıntı yapar, pek çok haber ve açıklama için onu beklerlerdi.
Pravda 12 milyon tirajla çıkardı.
1991 sonunda SSCB lağvedilirken aklıma bu “dünyanın en çok okuyan ülkesi” propagandası geldi.
Devlet çöküyor, ülke dağılıyordu ama “çok okuyan” ve “fena halde bilinçli” Sovyet yurttaşlarından çıt bile çıkmıyordu. Sokaklar ise bomboştu.
Sonra Rusya Federasyonu’nda da bir dizi tarihi olay yaşandı: Parlamento binasının bombalandığı günler, Çeçen savaşları, iç siyasette sarsıntılar… Sokaklar ya boştu ya da oldukça tenhaydı.
Yoksa insan çok okuyup öğrendikçe “neme lazım, sürünün ortasından gideceksin” diyerek “akıllanıyor” muydu?..
Kitap okumak iyi, güzel de… Ne okuyorsun? Ne (kadar) anlıyorsun? Bunlar da önemli.
Araştırmaların sonuçlarına bakarsak, tüm zamanların en çok okunan kitaplarının başında Kur'an-ı Kerim ve İncil geliyor.
JK Rowling’in yazdığı Harry Potter serisi ve JRR Tolkien’in yazdığı Yüzüklerin Efendisi genellikle dünyada en çok okunan kitaplar arasında ön sıralarda gösteriliyor.
Don Kişot (Miguel de Cervantes), İki Şehrin Hikâyesi (Charles Dickens), Sefiller (Victor Hugo), Suç ve Ceza (Fyodor Dostoyevski), Anna Karenina (Lev Tolstoy), Romeo ve Juliet (William Shakespeare) ve benim başucu kitaplarımdan Küçük Prens (Antoine de Saint-Exupery) de hemen her zaman en popüler kitaplar arasında yer alıyor.
Bunlar ve diğer binlerce kitap hayatı birçok çelişkili yönü ve şaşırtıcı ayrıntılarıyla anlatıyor. Ama onları okuyunca hayatı anlamış olmuyorsun.
Kitaplarda yazılan ve yazılmayan “dünyanın hatasını” yapmaya devam ediyorsun.
Bu arada kitap okumayan ama bilge insan olanlar da az değil.
Öğrenmek, bazen zor da olsa keyifli bir süreç.
Bilmediğini kabullenmek ise kültürlü ve uygar olmanın temel koşullarından biri.
Hiç okumayıp hiç doğru dürüst öğrenmeden “her konuda fikir sahibi olmak” ülkemizde çok sık rastlanan bir sorun. Galiba saflarında milyonlar barındıran “herşeyolog” ordusuna sahibiyiz.
Bir arada burada bir taksi sürücüsüyle sohbetimi yazmıştım. Beni “televizyonlara çıkıp Rusya anlatan bi gasteci” olarak hatırlayan arkadaş, önce “Rusya nasıl?” diye cevaplanması zor bir soru sormuştu.
Ben birkaç cümle kurduğumda sözümü kesip bana 15 dakika kadar “tüm yönleriyle Rusya” anlatmıştı.
Daha da anlatırdı. Ama yol bitti.
Onu kırmamaya çalışarak Rusya’ya gidip gitmediğini, kaç Rus arkadaşı olduğunu, Rusya ile ilgili kaç kitap okuduğunu sormaya çalıştım.
Pişkin bir gülümsemeyle verdiği cevabı hiç unutmam:
“Boş ver bunları, abicim. Biz hayat üniversitesi mezunuyuz. Biz her şeyi biliriz.”
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |
Kremlin hem kuvvet kullanarak zafere ulaşmak, hem de uluslararası alanda meşruiyet kazanmak istiyor
İç politikada ve ekonomide sıkışan Erdoğan açısından Rusya-Ukrayna görüşmelerinin yeniden Türkiye'de yapılması büyük bir rahatlama fırsatı
Kibirli insanlık, savaşları yasaklayacak zihinsel, ahlaki ve hukuki gücü hiçbir zaman bulamadı
© Tüm hakları saklıdır.