Bu hafta Merkezefendi Mezarlığı’na gittiğimde, edebiyatımızın nevi şahsına münhasır isimlerinden Abdülhak Şinasi Hisar’ın, kendi gibi zarif mezar taşıyla karşılaştım. Benim Hisarlı ile tanışmam, lisede iken 1941 tarihli avangart romanı “Fehim Bey ve Biz” ile oldu. O zamanda etkilenmiştim yazı dili ve tavrından ama sonra sonra içselleştirebildiğim
duygu dünyasında büründüğü hal, üslup ve sonsuz yalnızlık duygusu daha da etkilemişti beni. Canım Efendim, şıngır mıngır İstanbul anlatısının ve dilinin bugüne tezahürünü tahayyül edemezdi. Gereği de yok! Zaman, kendi ruhu ve diliyle geliyor, değişiyor, yenileniyor… Belki bir gazelhan sesi eşlik etmiyor bizim İstanbul yazılarımıza, loş kayıkhaneleriyle bir yalıda ya da paşa konaklarında da geçmiyor hikâyelerimiz ama buradayız, kim inkâr edebilir! Bir yosma oynaşı ki, düşte rüyada…
İstanbul’da döne döne havalanır toprağın yedi kat altı da gören söylemez, söylense bilinmez… Suskun türbedarlar, uçuşarak ışıklar uyandırır Suriçi’nde. Sokak araları: evliya mezarları, sokak araları: boynu büyük konaklar, sokak araları: el âlem dedikodusu, sokak araları: Bizans moru, sokak araları: oturak âlemleri, sokak araları: Haçiklerin evi…
Bu dünyadan muradını alamayana âhım var; anadan üryan İstanbul türküleri var…
Devirip geçiyorum 40’ı, ezberleyemediğim çiçek adları var…
Her şeyi zamana bırakanlar var…
Mercan yokuşundan Mahmutpaşa’ya han kapıları açık senden gayri neyim, kimim var…
Balkonsuz evlerde yaşayan, sigara, çamaşır, sıkışmışlık kokan milyonlar var…
Sular çekilirken, huzursuz bir martı gibi çığlık çığlığa göçüp gidenler var…
İçime içeme konuşuyorum, kafamı kaldırıyorum halıdan sarkan püsküllere dolanıyorum. Taksim’den Tünel’e yürüyorum…. Dağlara çıkan çocukların Kürtçe ağıtlarını kimler, kimlere söylüyor? Arabalara el kaldıran kadınlar, hangi otellere yol alıyor? Sahaflardaki kitaplar mı, kâğıtçı çocukların kartondan gemileri mi? Hangisinin rüzgârına bırakacağız kendimizi? Kilise zangoçları kime çalıyor bu çanları? Çiçek Pasajı’ndan çiçek almayan adamlar mı burayı meyhaneye çevirdi? Cumartesi anneleri mi daha güzel, konsolosluk bahçeleri mi? Ne kafamı dağıtabiliyorum ne de hüznümü. Sırrı Abi’nin cenazesi evimden çıktı sanki....
Buradayız, kim inkâr edebilir!
Dünyanın sonu seninle gelmeyecekse, yalan imiş putu, yalan imiş kitabı, peygamberi…
Dinim, imanım sen misin İstanbul?