İsrail askeri uçakları geçtiğimiz hafta sabahın erken karanlığında, İran'ın Natanz şehri yakınlarındaki uranyum zenginleştirme komplekslerinden birine saldırı düzenledi. Haberlere göre İran, zenginleştirdiği uranyumu nükleer bombaya dönüştürme aşamasına doğru ilerliyordu. Ancak İran, çeşitli kereler bu iddiaları reddetmişti.
Hatırlarsanız, Manhattan Projesi'nin bilim lideri Fizikçi J. Robert Oppenheimer bir keresinde şöyle demişti: “Atom bombası gelecekteki savaş olasılığını dayanılmaz hale getirdi. Bizi bir dağ geçidine doğru giden çok dar bir yola soktu; ötesinde ise çok farklı bir dünya var."
Oppenheimer yanılmıyordu; atom bombası, beraberinde güç kavramını da sonsuza dek değiştirdi. Ülkeler bu gücü elde etmenin yollarını arar oldular. Öte yandan nükleer silahların varlığı aynı zamanda onların kullanımını da engelleyecekti; biliyorlardı ki eğer birisi bu gücü kullanırsa kendisi de, hatta tüm insanlık da zarar görecekti.
Derken uluslararası toplum rahatsız olmaya başladı ve nükleer silahların olmadığı bir dünya istemeye başladılar. Her ülkenin cephaneliğinde konuşlandırılmış savaş başlığı sayısını sınırlamak ve hatta sıfırlamak için baskı kurmaya başladılar. NPT bu baskı sonucu doğdu.
NPT: Soğuk savaşın sonu
Uluslararası terminolojide kısa adı NPT (Treaty on the Non-proliferation of Nuclear Weapons) olan antlaşma, 1 Haziran 1968’te nükleer silahsızlanmanın sağlanması amacı ile imzaya açıldı ve 5 Mart 1970’te yürürlüğe girdi.
Antlaşmanın üç temel amacı vardı: Nükleer silahların yayılmasını önlemek; Dünya üzerindeki nükleer silah sayısını azaltmak ve nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılmasını sağlamak.
Bu antlaşma ile ilk nükleer denemesini 1 Ocak 1967 tarihinden önce yapmış olan Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin nükleer silah bulundurma hakkına sahip oluyordu. Bu ülkeler, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin de daimi üyeleri olma ayrıcalığına da sahip oldular.
Nükleer silah sahibi olan bu beş ülke, nükleer silah sahibi olmayan ülkelere bu teknolojiyi transfer etmeyeceklerini; nükleer silah sahibi olmayanlar da, nükleer silah sahibi olmaya çalışmayacaklarını taahhüt etmekteydiler.
NPT’ye taraf olan ülke sayısı bugün 189; ancak nükleer silah sahibi olduğu bilinen Hindistan, Pakistan ve İsrail, daha başından itibaren NPT’ye imza koymadı. Kuzey Kore ise 12 Ocak 1985 tarihinde NPT antlaşmasını imzalamasına rağmen 10 Ağustos 2003 itibarıyla de antlaşmadan çekildi.

İran; bu dört ülkenin aksine NPT’i imzalamış ve şartlarına uyacağını kabul etmiş ve bomba peşinde olmadığını belirtmekte olan bir ülke.
Peki, sorun neydi?
Sorun, zenginleştirme ile ilintili görünüyor.
İran nükleer silah üretmeye yakın olabilir mi?
Biliyorsunuz, doğal uranyum neredeyse tamamı uranyum 238 (U-238) izotopundan oluşur; Bunun yaklaşık %0,7'si uranyum 235'tir Burada U-235, nükleer zincir reaksiyonunu sürdürebilen uranyumun sihirli ve daha hafif bir izotopudur. Zincirleme reaksiyonu sürdürebilmek için doğal uranyum içindeki U-235 miktarının artırılması gerekir. Buna"zenginleştirme" deniyor. Ve bu U-235 ile zenginleştirilmiş doğal uranyum, füze başlıklarında kullanılabiliyor.
Bu süreç, çok da kolay değil. Doğal uranyumu, U-235 ile zenginleştirmek için, uzun bir dönüşüm sürecinden geçilmesi gerekiyor. İran'ın yıllardır bunun üzerinde çalıştığı biliniyor.
Bugün Kuzey Kore ile birlikte dokuz ülkenin elinde nükleer silah bulunuyor. Geçmişte, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) eski direktörü El Baradei'nin 40 ülkenin daha nükleer silah yapma kapasitesine sahip olduğunu belirten bir açıklaması vardı. İran bunlar içinde muhtemelen ön sıralarda yer alıyordu.

Ama İran NPT''ye imza koymuş bir ülke; özünde ABD için bir tehdit değil; ancak asıl sorun, İran'ın bölgede güç haline gelmesi. Bu olasılığın İsrail'in canını çok sıkıyor olması da bir sır değil. Ama ondan önce diğer Arap ülkelerinin canı çok daha fazla sıkılmış görünüyor. İran olayı, bölgedeki aktörleri izlemek ve anlamak açısından çok önemli.
Hatırlarsanız, bir dönem Irak'ta var olduğu iddia edilen nükleer ve kimyasal silah tesisleri konusunda yoğun bir trafik vardı ve bu doğrultuda brifingler veriliyordu. Dönemin dişi kaplanı Condoleezza Rice'ı herkes hatırlar. Saddam sonrası, herşeyin olmasa da birçoğunun kurgu olduğu, sözkonusu tesislerin iddia edildiği gibi var olmadığı anlaşıldı; uluslararası topluma yapılan bilgilendirmeler de unutulup gitti. Çünkü Saddam zaten bir zalimdi!
Ortadoğu'nun kaderi mi diyelim? Önce destek ver, güçlendir ve onu bir zorbaya dönüştür; sonra dön ve "ey halk, gelin birlikte bu zorbadan sizi kurtulalım" de!
Her dönem aynı döngüyü yaşıyoruz. Arap baharını ne çabuk unuttuk. Beşir Esad, bir sabah erkenden neden gitti, bilen var mı?
Şimdi çok da farklı olmayan benzer bir senaryo ile karşı karşıyayız. İlginç olan ise nükleer silah tehlikesini ortadan kaldırma görevinin NPT'ye, yani nükleer silahlanmaya imza koymamış İsrail tarafından yerine getirilmesi.
Bize düşen rol ise, bölgede güç hesapları peşinde olan İsrail'i ve pusuda bekleyen diğerlerini nefesimizi tutarak yakın çekimde izlemek!
Kaynakça:
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47172165
https://www.scientificamerican.com/article/could-iran-have-been-close-to-making-a-nuclear-weapon-uranium-enrichment/?utm_source=Klaviyo&utm_medium=campaign&utm_campaign=TIS_061325&utm_term=how%20uranium%20enrichment%20works&_kx=k65zcx_maxwkYDQb3Iyba3uPOw4MqNqKK6gFS_CJX4U.WEer5A
Prof. Dr. N. Güneç Kıyak kimdir?
Prof. Dr. N. Güneç Kıyak, Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi (İÜ) ve yüksek lisans eğitimini İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Nükleer Enerji Enstitüsünde tamamladı.
Yüksek Lisans eğitiminin ardından çalışma hayatına Türkiye Atom Enerjisi Kurumu-Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'nde başladı. Araştırma Reaktörü radyasyon güvenliği sorumlusu olarak görev aldı ve ardından Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu bursu ile Almanya-GSF'de "nükleer santraller çevre analizleri" ve "Radyasyon Dozimetrisi, Nükleer Teknikler ve Uygulamaları" alanlarında araştırma çalışmalarında bulundu.
1996 yılında kurulan IŞIK Üniversitesi'nin kuruluş çalışmalarına katıldı. Üniversite bünyesinde çeşitli kademelerde görev alarak Fizik Bölüm Başkanlığı ve Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Bu süreçte "Lüminesans Araştırma ve Arkeometri Araştırma Laboratuvarı"nı kurdu.
2010- 2015 yılları arasında Işık Üniversitesi Rektörü olarak görev yaptı ve Rektörlük süresini tamamlaması sonrasında Feyziye Mektepleri CEO’su görevinde bulundu.
|