16 Mayıs 2022

Kadına şiddet yasası: Dostlar alışverişte görsün

Mesele kadınların erkeklerden daha değerli olması değil. Erkeklerin kadınlardan daha değerli olmaması. Bunun nesini anlamıyorsunuz?

Kadınlara ve sağlık çalışanlara yönelik şiddete ilişkin kanun değişikliği, geçen perşembe TBMM’den geçti. Fakat bu kanunun yalnızca hükümleri değil, gündeme gelme şekli dahi sorunlu bir hikâye. 

20 Mart 2021’de, Cumhurbaşkanı'nın tek başına imzaladığı bir kararla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılır. Ülke çapında buna karşı kadın eylemleri başlar. Tek taraflı feshin hukuka aykırı olduğuna ilişkin davalar açılır. 

20 Mart 2021 itibariyle o sene içinde bilinen kadın cinayeti 93’tür. 

Sözleşmeden çekilme tartışması kadınların dirayeti sayesinde gündemden asla düşürülmez. Zaten düşürülecek gibi de değildir; bilinen kadın cinayetlerinin sayısı 2021 sonunda 420’ye ulaşmıştır. 

8 Mart 2022 geldiğinde, 2022’de bilinen kadın cinayeti 76’dır. Kadınların en büyük koruma araçlarından birini şahsen ortadan kaldırmaya muktedir cumhurbaşkanı, bu cinayetleri sona erdirmeye de şahsen muktedir bir ifadeyle “Bakanıma söyledim” der, “gerekli adımları atacağız.”

 İşte bu kanunun ortaya çıkışı ve yasama organının kanun kavramını ele alma şekli aynen böyledir: “Bakanıma söyledim.”

 Cumhurbaşkanının bakanına söylediği her neyse, bundan kadınların ve kadın örgütlerinin haberi o ana kadar yoktur. Nesillerdir devam eden bir mücadelenin asıl sahipleri, yasa değişikliği projesinden bu şekilde haberdar olur. Sonra da hiçbir aşamasına dahil edilmezler zaten. 

Cumhurbaşkanı bu değişiklikten bahsederken öldürülmüş, şiddet görmüş, çaresiz bırakılmış binlerce kadına değinmez. Tek bir kadından ve tek bir failden bahseder. Ülkeyi bilmeseniz bu olayı “münferit” sanırsınız. Fakat bu olay münferit olmadığı gibi, bakana söylemekle çözülecek bir iş de değildir. 

Kanun teklifi hemen bir hafta sonra, 16 Mart’ta Meclis'e gelir. Aradan geçen sekiz günde yedi kadın daha öldürülmüştür bile. 

Teklif esaslı bir yenilik getirmediği gibi hukuki yönden de sorunludur. Buna ilişkin bilgi notları yayınlanır, hukukçulardan açıklamalar gelir, teklif milletvekilleri tarafından da eleştirilir ve zaten anlık değişen Türkiye gündeminden düşüp gider.  

İstanbul Sözleşmesi davasının duruşma günü 28 Nisan’dır. Kadın örgütleri bu duruşmaya hazırlanırken, 13 Nisan’da Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na kapatma davası açılır. Platformun “kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet” yürüttüğü iddia edilmektedir. 

16 Mart’tan kadın cinayetlerini önlemeye adanmış bir platforma kapatma davasının açıldığı 13 Nisan’a kadar, tam 31 kadın daha öldürülür. 

28 Nisan’da, Türkiye’nin her yerinden binlerce kadın avukat Danıştay’a akın eder. Baro başkanları, baroların kadın hakları komisyonları, kadın dernekleri, kadın avukatlar, teker teker söz alarak İstanbul Sözleşmesi’ni savunur. Duruşma sadece bu muhteşem kadın dayanışmasıyla değil, Danıştay tarihinin en kalabalık duruşması olarak da tarihe geçer.                                                                                   

Bu arada, 13 Nisan’dan 28 Nisan’a kadar 10 kadın daha öldürüldü. 

Danıştay savcısı İstanbul Sözleşmesi lehine mütalaa verir. Bu bir yandan son derece olumlu, umutlandırıcı, harika bir gelişmedir. Fakat ülkenin yargı hakikatlerine bakıp umutlanamayan, bu mütalaanın “bağımsız yargı görünümü” sağlamak amaçlı olduğunu düşünenler de olur. 

Çok fazla eleştirilen ve sessizce gündemden düşmüş olan kanun değişikliği bundan yalnızca iki hafta sonra, 12 Mayıs 2022’de, TBMM’den mevcut haliyle aynen geçer. 

Bu iki haftada 13 kadın daha öldürüldü. Böylece, yılın ilk 132 gününde öldürülmüş olan kadınlar 137’ye ulaştı.

***

Bu şekilde ele alınmış olan kanundan gerçek bir kazanım beklemek fazla iyimserlik olurdu. Nitekim eleştirilerin hiçbiri dikkate de alınmamış zaten. Hayatlarımız bu metni düşünen, yazan, kontrol eden, imzalayan, meclise sunan ve mecliste onaylayan bir avuç insan tarafından yönlendiriliyor ve görünüşe göre, bu kişilerin “cinsiyet eşitsizliği” kavramını pek umursadığı da yok. 

Peki bunu neden söylüyoruz? 

- “Kadına karşı işlenen suçların cezası artırıldı, caydırıcı hale geldi” deniyor. Basit yaralama suçundaki 4 aylık alt sınır 6 aya, tehdit suçundaki 6 aylık alt sınır 9 aya çıkarılmış. Fakat bir senenin altındaki cezalar zaten paraya çevriliyor. Yani bu suçlardan mahkum olanlar eskiden 4 ve 6 ay yatmıyordu, şimdi 6 ve 9 ay yatmayacak. 

- TCK md.94’teki işkence suçunun alt sınırı üç yıldan beş yıla çıkarılmış. Kanunda işkence denen, kamu görevlisinin uyguladığı bir şiddet. Bunun cinsel taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde ise alt sınır on yıl. 

Garibe Gezer, Kandıra Cezaevi'nde memurların cinsel saldırısına uğradığını belirterek suç duyurusuna bulunmuştu. Sonradan intihar ettiği açıklandı. Otopsiye avukatları alınmadı. İktidar önce bu olayı aydınlatsın, işkencedeki alt sınır meselesini sonra konuşalım.

Israrlı takip, kanunda bir suç olarak tanımlandı. Bunun tanımlanması aslında gerçekten gerekiyordu. Fakat yargının niyeti olsaydı, kanunda zaten bulunan kişilerin huzur ve sükununu bozma maddesi bugüne kadar çoktan işletilebilirdi. 

Mahkemenin verdiği uzaklaştırma kararını ihlal edip kapımıza dayanan erkeğe ne yapıldı ki peşimize düşen erkeğe bir şey yapılacağına inanalım? Hatice Kaçmaz’ı evlenmek istemediği için öldüren erkeğe “anlayış gösteren” yargının, sosyal medyadan engellenen erkeğe de anlayış göstermeyeceğini nereden bilelim? Kanuna bir tanım koydunuz tamam da kanunda tanım çok. Sahada göreceğimiz nedir? 

Geliyoruz değişikliğin en sorunlu iki yerine… 

Bunların biri iyi hal indirimi meselesi, diğeri de öldürme ve tutuklama hükümlerinde yapılan değişiklikler. 

“İyi hal” terimini fazla ezberledik, epey hatalı bir ezber oldu bu. Hem sanki kanunda “üstü başı düzgün olan sanığın cezası indirilir” yazıyor, hem de indirimler hep bu yüzden yapılıyor gibi bir algı oluştu. Oysa iyi hal indirimi olarak bildiğimiz “takdiri indirim” kriterleri aslında şunlardır: “Failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar.” 

Yani adamın kravatı zaten hiçbir zaman indirim sebebi değildi. Takım elbise giyip duruşmada boynunu eğmeyi indirime yetiren kanun değil yargının kendisiydi. Bunu aklımızda tutalım, elde var bir. 

Pınar Gültekin’in katilinin “bana şantaj yapıldı,” Halime Yüksel’in katilinin de “beni aldatıyordu” demesi iyi halden ziyade haksız tahrik indirimiyle ilgili. Yargıtay aldatılan erkeğe bu indirimi zaten eskiden beri uygular. Ayrıldığı eşi başkasıyla birlikte olan erkeğe de uygular. Annesinin birlikte olduğu adamı öldüren erkeğe de uygular. “Erkek adalet değil gerçek adalet” derken biliyoruz da konuşuyoruz; işin içinde bir “eril alan ihlali” varsa, Yargıtay bu haksız tahrik indirimini hep uygular. Üstelik haksız tahrik indirimi iyi hal indirimden yüksektir. Haberiniz olsun.[1] Elde var iki. 

İyi hal maddesinde bir “pişmanlık” değişikliği de var. Sanığın yargılama sürecindeki “davranışları” değil de, “pişmanlık gösteren davranışları” indirim sebebi olacakmış. Peki adamın iyi halini kravatından çıkaran yargı, pişmanlığını da yaka mendilinden çıkarmayacak mı? Bu kelimeyi ille kullanmış olmanın sağlayacağı fayda nedir? “Pişmanım” deyince oluyor mu yani? Elde var üç. 

Yalnız bu pişmanlık meselesinde başka bir incelik var; bilerek yapılmışsa büyük bir atlatma. Kanunda bazı suçlar için[2] “etkin pişmanlık” indirimi düzenlenmiştir. Kanun özetle der ki, eğer bu suçun faili sonradan pişman olup zararın oluşmasını önlemeye veya oluşan zararı gidermeye çalışırsa cezasında indirim yapılır. İşte bu etkin pişmanlık indirimi, öldürme ve yaralama suçları yönünden düzenlenmemiştir. Yani kanun, birini öldürdükten sonra pişman olup olmamanla ilgilenmez. Yahu öldürmüşsün, o hayat bitmiş artık öyle biri yok, son pişmanlığın neye yarayacak? 

Bu pişmanlık indirimi öldürme suçunun arkasına yazılsa oluşacak tepkileri hayal edin. Fakat öyle yapmadılar. Genel hükümlere, yani bütün suçlara uygulanacak olan kuralların arasına koydular. Bir yandan takdiri indirim sebeplerini rafine eder görünüp bir yandan katile daha önce bulunmayan bir imkan sağlamanın gerçekten çok hayret verici bir yolu. 

Şimdi bu üç hakikati bir arada düşünürsek, yapılan değişiklikte zerre samimiyet görebilir miyiz?

Değişikliğin en sorunlu diğer alanı, öldürme ve tutuklama hükümlerinde yapılan düzenlemeler. Öldürme suçunun kadına karşı işlenmesi artırım sebebi, yaralama suçunun kadına karşı işlenmesi de tutuklama sebebi oluyor. 

Burada anlaşamadığımız şu, “kadın cinayeti” bir terimdir ve yalnızca öldürülenin kadın olmasını ifade etmez. Kadın olduğu için öldürüldüğünü ifade eder. Kadın cinayetlerinin yargılaması da bu yüzden hassastır; doğrudan doğruya cinsiyet eşitsizliğiyle ilgili bir dava olur bu. 

Bu eşitsizliği gidermeyi samimi olarak istiyorsanız, katile indirim yapmak için bin dereden su getirmeyi bırakmak müthiş bir adımdır. Bu adımı atmıyorsunuz. “Eril alanın kutsallığına” zerre dokunmadan, üzerinde fazla düşünülmemiş bir tutuklama sebebi icat ediyorsunuz. Böylece hem hakimleriniz ceza indirimine serbestçe devam edebiliyor, hem göstermelik de olsa bir tutuklama bulunuyor ki kadınların gözü boyansın, hem bu tutuklama “mecburen” oluyor ki erkekler küsmesin. Mükemmel sistem. 

Kendi yarattığınız ayrımı gidermek bahanesiyle yeni bir ayrım daha icat ediyorsunuz. Sonra bekliyorsunuz ki kadına şiddet meselesi çözülsün. 

Oysa mesele kadınların erkeklerden daha değerli olması değil. Erkeklerin kadınlardan daha değerli olmaması. Bunun nesini anlamıyorsunuz?


[1] İki maddenin kıyaslamasını yaparsak, Ağırlaştırılmış müebbet: İyi halden müebbete iner, haksız tahrikten 18-24 yıla iner.

Müebbet: İyi halden 25 yıla, haksız tahrikten 12-18 yıla iner

Diğer cezalar: İyi halden altıda birine kadarı, haksız tahrikten ¼- ¾ ‘üne kadarı indirilir.

Takdiri indirim nedenleri için TCK 62, haksız tahrik için TCK 29.

[2] Örnek olarak organ veya doku ticareti, uyuşturucu, dolandırıcılık, iftira ve daha çok malvarlığına ilişkin suçlar.

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz