17 Mayıs 2025

Gazi katliamı dosyası zamanaşımıyla kapatıldı: 30 yıllık skandallar zinciri

Yargıtay, Aralık 2024'teki kararında, ne tür bir silahtan ve mesafeden ateşlendiğinin araştırılmadığını ve bu konularda bilirkişi raporu alınması gerektiğini belirterek kararı hızla bozdu. Zamanaşımı riskinin farkındaydı. Tensip tutanağında duruşma Mayıs 2025’e bırakıldı, bu tarihte zamanaşımı süresi zaten dolmuş oluyordu. Öyle de oldu, 12 Mayıs'taki duruşmada mahkeme, kısacık bir kararla zamanaşımı süresinin dolduğuna hükmetti

1995’te, İstanbul’un orta yerinde otomatik silahlarla insanlar tarandı.

Cenaze sırasında üzerlerine yeniden kurşun yağdırıldı.

Kahvehaneler tarandı, taksici kendi aracında yakıldı.

Ölenlerin büyük bölümünün bedeninden polis kurşunu çıktı.

Ve bütün bunlara ilişkin 231 polisin yargılandığı dosya, 30 yıl süren, milim ilerlemeyen, skandallarla dolu bir yargılama sürecinin sonunda zamanaşımına sokularak kapatıldı. Üstelik Yargıtay’ın geçen yıl verilen beraat kararlarını bozarak, hızla kriminal inceleme yapılması yönündeki kararına rağmen…

* * *

Sırayla anlatalım…

12 Mart 1995 günü aksam saatlerinde, Alevi, Kürt ve sol düşünceye sahip insanların yoğun olarak yaşadığı İstanbul Gazi Mahallesi'nde, cemevinin de bulunduğu cadde üzerindeki dört kahvehane ve bir pastane otomatik silahlarla tarandı. Bir kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı. Olayda kullanılan taksi bir süre sonra terk edilmiş olarak bulundu. Şoförünün öldürülüp bagaja konulduğu, aracın yakıldığı anlaşıldı.

* * *

Aynı gün, Gazi Mahallesi’nde protestolar başladı. Gece geç saatlerde ortam sakinleştiğinde, kalabalığın büyük bölümü dağıldı. Bir grup insan da cemevinin önünde bekliyordu. Bir anda polis panzerinden ateş açıldı. Bir kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı.

Sonraki günlerde protestolar yoğunlaştı. Yine bu olaylar sırasında polisin açtığı ateş sonucunda insanlar hayatını kaybetti. Olaylar yatıştığında bilanço ağırdı. 40’a yakın kişi ölmüş, onlarca kişi yaralanmıştı. Ölenlerden 17’sinin bedeninden polise ait silahlardan ateşlenen kurşunlar çıktı.

20 polis hakkında dava açıldı. Ancak bu dava güvenlik gerekçesiyle Trabzon’a alındı. Trabzon’a giden, yakınlarını kaybeden insanlar ve avukatları her duruşma saldırıya uğradı. Yargılanan yirmi polis memurundan Adem Albayrak dört kişiyi öldürmekten altı yıl sekiz ay, Mehmet Gündoğan iki kişiyi öldürmekten üç yıl dokuz ay hapse mahkûm edildi. 18 polis beraat etti. Bu karar verildiğinde olayların üzerinden beş yıl geçmişti.

Ancak Yargıtay, iki polis hakkındaki kararı bozdu. Albayrak ve Gündoğan hakkında verilen kararı “Haklarında adam öldürme ile ilgili net bir açıklığın olmadığı” gerekçesiyle bozdu. Yargıtay, sanıkların buna göre yargılanmasını istedi. Bunun üzerine dava Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde tekrar görülmeye başladı. Ancak aileler ve avukatlar Yargıtay kararı ile devletin bir kere daha kendini aklayacağı gerekçesiyle davadan çekildiklerini bildirdiler. Tekrar görülmeye başlanan dava üçüncü celsede karara bağlandı. Mahkeme heyeti Albayrak ve Gündoğan'a toplam dört yıl otuz iki ay hapis cezası verdi. Cezalar ertelendi.

* * *

Gazi Mahallesi’nde başlayan olaylar, Ümraniye ve Mustafa Kemal mahallelerine de sıçramış, burada da açılan ateş sonucu insanlar ölmüştü.

Gazi Mahallesi’nde ve bu mahallelerde ölenlerin cenaze töreninde, halkın önü barikatlarla kesildi. Ardından taş atıldığı gerekçesiyle kalabalığa ateş açıldı. İsmihan Yüksel, Hasan Puyan, Genco Demir, İsmail Baltacı ve Hakan Çabuk polis kurşunuyla öldü. 13 kişi de yine polis kurşunuyla yaralandı.

* * *

Olaydan sonra yapılan açıklamalarda, kalabalıktan polise ateş açıldığı iddia edildi. Ancak yapılan soruşturmalar, bunun doğru olmadığını, karşı ateş açılmadığını ortaya koydu.

Cenazede kalabalığa ateş açılması ve beş kişinin yaşamını yitirmesi ile ilgili olarak ayrı bir soruşturma başlatıldı.

Ancak tek bir delil toplanmadı. Ne olay yeri raporu ne balistik raporu bir sonuç içermiyordu. Olay yerinde çok sayıda silah kullanılmasına rağmen dosyadaki belgelere ve emanet makbuzlarına göre dosya içerisinde işlem yapılan sadece 8 adet mermi çekirdeği vardı. Sonradan dosyaya eklenen bir mermi çekirdeği ile ilgili olarak da tek bir işlem bile yapılmadı. Bu mermi çekirdekleri ölen ve yaralananların vücudundan çıkmıştı.

Açıkça anlaşılıyordu ki insanların öldüğü, yaralandığı olay yerinde mermi çekirdeği toplanmamıştı ya da toplananlar dosyaya konulmamıştı. Polisin çizdiği krokilerde mermi çekirdeklerinin yerlerde olduğu görülüyordu ancak deliller karartılmıştı.

* * *

İstanbul Emniyeti, o gün görevli olan polislerin isim listesini uzun süre gizledi. Gönderdiği listede ise bazı isimler ve kullandıkları silahların seri numaraları hatalıydı. Gerçekte olay yerinde olan polislerin isimlerinin hiç gönderilmediği yıllar sonra anlaşıldı.

Soruşturma aşamasında hiçbir polisin ifadesi şüpheli sıfatıyla alınmadı. Bazı polisler sadece olay tutanağında ismi geçtiği için beyanda bulundu. Bu polislere de tek bir soru yöneltilmedi.

Dosyaya telsiz kayıtları da konulmadı. Savcılık, bunlara el koymayı bile gereksiz buldu. Mahkeme aşamasında da bu kayıtlar getirtilmedi. Kayıtlar süreç içerisinde yok edildi.

* * *

Savcılık, 1998’de, 244 polis hakkında takipsizlik kararı verdi. Listelerde adı bulunan polislerin silahlarının olayda kullanılmadığını belirtti. İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü hakkındaki suç duyuruları da sonuçsuz kaldı.

Onlarca silah incelenmedi, listelerin doğruluğu araştırılmadı ve dosya kapatıldı.

* * *

Bununla da kalmadı. Bazı mermi çekirdeklerinin konulduğu delil zarflarının yırtıldığı, adli emanette kurcalandığı, içindekilerin deforme edildiği de anlaşıldı. İncelemeye bazı polislerin kullandığı silahlar yerine beylik silahlarının gönderildiği de ortaya çıktı. Uzun namlulu silahlar balistik incelemeden bile geçirilmedi.

Takipsizlik kararına yapılan itiraz, Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi. Ve o tarihten sonra da bir işlem yapılmadı.

* * *

Öldürülenlerin yakınlarının başvurması üzerine, 2005’te AİHM, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını, yaşam hakkının ihlal edildiğini saptadı. Kararda, polisin gerekli olma düzeyinde bulunmamasına rağmen olaylarda silah kullandığı vurgulandı.

AİHM kararının ardından avukatlar yeniden suç duyurusunda bulundu. Ve bu başvuru ile ilgili olarak tam 10 yıl hiçbir işlem yapılmadı.

10 yıl sonra, 15 Mart 2015’te iddianame hazırlandı.

* * *

20 yıllık dava zamanaşımı süresinin dolmasına 5 gün kala, iki ayrı iddianame düzenlendi. İki davada, toplam 231 polisin ismi sanık olarak yer aldı. Savcı, her iki iddianamede, soruşturmanın neden 10 yıl bekletildiğini anlamadığını da belirtti. Oysa açıkça belliydi. Zamanaşımı ile dosya kapatılmak isteniyordu. Savcı, soruşturmanın eksik yürütüldüğünü de iddianamede açıkça belirtti. Ancak zamanaşımı riski nedeniyle davaları açmak zorunda kalmıştı. Davanın açılmasının mahkemeye 10 yıl daha süre kazandıracağına dikkati çekti.

* * *

Ancak savcının düşündüğü gibi olmadı. Tam sekiz yıl boyunca, mahkeme, hiçbir talebi karşılamadı. Zaten ilk aşamada iddianameyi iade edip, daha sonra da dosyanın zamanaşımına girdiğini iddia etti. Verdiği düşme kararı, Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından bozulunca, iki dava birleştirildi ve yargılamaya başlanabildi.

Ancak yargılama da şaşırtıcı değildi. Sanıkların çağrıldığı duruşmalardan, katılan avukatları haberdar bile edilmedi. Sanıklara da olayla ilgili neredeyse hiçbir sorunun yöneltilmediği tutanaklarla anlaşıldı.

Öyle ki olay tutanağında ilk imza sahibi olarak görünen sanık emniyet müdür yardımcısı, sorgusunda, “tutanakta imzam yok” yanıtını verince, tutanakta imzası olduğu bile anımsatılmadı.

Ancak sanıkların ifadesi tanıdıktı. Hiçbir kanıt olmamasına rağmen halkın camiye saldırdığını, dergâhın camlarını kırdığını, içlerine teröristlerin sızdığını söyleyip geçtiler hepsi… Mahkeme, bunların kanıtını bile sorma gereği duymadı.

* * *

Soruşturmanın genişletilmesi, telsiz kayıtlarının getirilmesi, mermi çekirdeklerinin incelenmesi, delillerin karartılması ile ilgili inceleme yapılması, uzun namlulu silahların incelenmesi, dosyaya sonradan, avukatların çabasıyla getirtilen 60 mermi çekirdeği için ayrıntılı araştırma yürütülmesi, emanetteki delillerin deforme edilmesinin araştırılması taleplerinin tamamı mahkeme tarafından reddedildi. 

* * *

Defter kayıtları, bazı kanıtların karşısına, “zamanaşımı” notu düşüldüğü skandalını da ortaya koyuyordu. Mahkeme, yok edilen bu kanıtların akıbetinin bile peşine düşmedi. Sıralı olarak kayda alınan deliller ortadan kaybolmuştu ama mahkeme bunu bile merak etmiyordu.

Susurluk kazasında ölen Hüseyin Kocadağ, Gazi katliamının yaşandığı dönemde, terörden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyordu.

Avukatlar, bunu anımsatarak, Susurluk çetesinin rolünün de araştırılmasını istedi. JİTEM’ci, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın Gazi olaylarının başlangıcında rol aldığına dair kanıtları mahkemeye sundu. Aynı dönemde İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olan Hanefi Avcı’nın anlatacakları önemli olabilirdi. Avcı’nın tanık olarak dinlenmesi talep edildi.

* * *

Avcı’nın daha önce, "Gazi olayları örgüt işi değil. DHKP-C, PKK, MLKP gibi örgütler çözüldü bu işi yapan bulunamadı. Benim kuşkum bu işin ardında Susurluk benzeri bir çetenin varlığıdır" sözlerinin hatırlatılması üzerine, "Gazi olaylarında kalaşnikof ile kahveyi tarayan ve olayları başlatan Yeşil'dir. Bu olay kesin provokasyondur. Biz olay sonrası yaptığımız araştırmalarda bu isme ulaştık. Özellikle olayda kullanılan taksinin şoförünün bagaja kilitlenip sonra arabası ile yakılması eylemi yasa dışı bir örgüt işi değildir" demişti. Ancak bu da mahkemenin ilgisini çekmedi.

* * *

Mahkeme, olay yerinde keşif yapılması talebini de “Bölge kentsel dönüşüme girdi” gerekçesiyle reddetti. Oysa o tarihte böyle bir bilgi de yoktu.

Avukatlar Gülizar Tuncer, Faruk Nafiz Ertekin ve Keleş Öztürk, tüm bu gelişmeleri anımsatarak, kovuşturmanın genişletilmesini, sanıkların cezalandırılmasını istedi ve mahkemeye ayrıntılı bir dilekçe sundu.

Ancak dilekçedeki tek bir başlık bile dikkate alınmadı.

İstanbul 12. Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi, 18 Aralık’ta, tam 29 yıllık bir dosyayı kapattı.

Yeni hiçbir araştırma yapmadan, avukatların sıraladığı hiçbir iddiayı araştırmadan, AİHM kararında işaret edilen hiçbir çelişkiyi gidermeden…

Zamanaşımı süresinin dolmasına o tarihte iki yıl bulunmasına, yeterli zaman olmasına rağmen kovuşturmayı da genişletmedi.

231 polisin beraati kararlaştırıldı. Zaten yargılanmaları hiç istenmemişti.

* * *

Yargıtay bile bu durumu anlamadı.

Mahkeme, yargılama devam ederken ölen sanıkların davasını düşürme zahmetine bile katlanmamıştı.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi, AİHM kararına göre mermilerin sadece tabancalarla karşılaştırılmasının eksik soruşturma anlamına geldiğini, ne tür bir silahtan ve mesafeden ateşlendiğinin araştırılmadığını belirterek kararı hızla bozdu. Bu konularda bilirkişi raporu alınması gerektiğini belirtti. Zamanaşımı riskinin farkındaydı.

Yargılama bu kez İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etti. Yargıtay, bu kararı Aralık 2024’te vermişti. Kısa bir zaman da kalsa hızlı hareket edilirse davayı sonuçlandırmak mümkündü.

Tensip tutanağında mahkeme, kriminal inceleme için dosyanın jandarmaya gönderilmesine karar verdi. Ancak bu inceleme bile bitirilemedi.

* * *

Daha komiği, tensip tutanağında dosya bilirkişiye gönderilirken duruşmanın Mayıs 2025’e bırakılmasıydı. Bu tarihte zamanaşımı süresi zaten dolmuş oluyordu.

Öyle de oldu.

12 Mayıs’ta yapılan duruşmada, savcılık, dosyanın zamanaşımına girdiği yönünde görüş sundu.

Mahkeme de kısacık bir kararla zamanaşımı süresinin dolduğuna hükmetti.

* * *

30 yıllık Gazi davası, cezasızlığın, katliamların bile cezasız bırakılmasının nasıl sistematik, nasıl iktidarların kimliğinden bağımsız, nasıl sistemli olduğunun da bir kanıtıdır.

Israrla, sistemli biçimde araştırılması mümkün olayların hiçbiri araştırılmadan, Türkiye’yi karanlık iklime sokan katliamlardan biri cezasız bırakıldı.

1995’ten 2025’e kadar skandallarla dolu böyle bir dosyada da birkaç idealist dışında parmağını oynatan olmadı.

Düşünün, İstanbul’un ortasında insanlar otomatik silahlarla öldürüldü.

Cenaze sırasında üzerlerine kurşun yağdırıldı.

Kahvehaneler tarandı, taksici kendi aracında yakıldı.

Düşünün…

Ölenlerin büyük bölümünün bedeninden polis kurşunu çıktı.

“Teröristlerin işi” denilmesine rağmen tek bir tane yasadışı örgüt izi bulunamadı.

Ve deliller karartıldı, yargılamaya direnildi, göstermelik soruşturmalar yürütüldü.

Öyle türkü söylemeyle, hamaset dolu laflarla gerçek bir toplumsal barış inşa edilemiyor.

Ve bütün bu yaşananlar, daha büyük kalp kırıklarına ve uçurumlara yol açıyor.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

15 yıldır korunan, işkence yapan ve işkenceyi gizleyen polislere “iyi hâl” indirimi istendi: Onur Yaser Can davasında sil baştan mücadele

Onur Yaser Can dosyası büyük bir inada ve mücadeleye rağmen cezasızlıkla sonuçlandırılmak istenilen, en hafif cezayla geçiştirilmeye çalışılan bir dosya… Açıkça cezaların sanıklar lehine indirilmesinin istendiği davada, şimdi yeniden yargılama yapılacak... Duruşma 20 Haziran'da

Altıya beş adım “kuyu tipi” yaşam ve Grup Yorum

İnsan öldürürseniz “kader kurbanı” oluyor ve kolayca cezaevinden çıkabiliyorsunuz ancak slogan atarsanız ya da bir dünya görüşüne sahipseniz içeride kalmanız her koşulda meşru görülüyor. İnsanlar bir gece vakti, F tipi cezaevlerinden F tipi cezaevleriyle bile kıyaslanamayacak koşullara sahip "kuyu tipi" cezaevlerine naklediliyorlar. Tek kişilik, hücre boyutundaki odanın uzunluğu 6 adım, genişliği 5. Hatta, 4,5… Buralarda en azılı suçluların yattığı sanılabilir. Hayır, onlar Türkiye’de “kader mahkûmu” sayılıyor dedik ya…

Çekilmemiş fotoğraflar

Keşke bir çocuk gibi, hiç ölmeyeceğine olan inancım yaşayabilseydi… Bitlis’te büyüyen o küçük ve cesur çocuk olarak anımsayacağız seni…

"
"