18 Ekim 2020

Sosyal medyanın efendisi miyiz, kölesi mi?

Paramız olduğunda istediğimiz şeyleri özgürce alabiliyor değiliz aslında, satmak istedikleri ürünleri bize verip paramızı özgürce alıyorlar daha ziyade

Son günlerde yoğun tartışmalara neden olan bir Netflix belgeseli yayınlandı: Sosyal İkilem. Sosyal medyanın ara ara konuşsak da çok önemsemediğimiz, hatta hiç farkına bile varmadığımız kirli yüzünü çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyan belgesel, üzerinde durup düşünmeyi fazlasıyla hak ediyor. Bu şirketlerin kuruluşunda yer almış ya da önemli kararların alınmasına etki etmiş, şahit olmuş kişilerin itiraflarından yola çıkarak hazırlanan belgeselde düşüncelerimize yön vererek nasıl manipüle edildiğimizden tutun da yolunacak kaz yerine konmamıza kadar sosyal medyanın rahatsız edici birçok yönüne değiniliyor.

10 yıl gibi çok kısa bir süre içinde oluşan bu yeni medya düzenini, amaçlarını ve güçlerini daha iyi anlamak hepimiz için büyük önem arz ediyor. İlk olarak dünyanın ekonomi üzerine döndüğü gerçeğinden yola çıkarak çoğu internet çağında hayatımıza giren teknoloji şirketlerinin geldiği noktaya gözatalım. Dünya üzerinde hemen herkesin tanıdığı bu şirketlerden Apple 2 trilyon dolar, Microsoft 1,6 trilyon dolar, Amazon 1,6 trilyon dolar, Google 1 trilyon dolar, Facebook 750 milyar dolar, Netflix ise 250 milyar dolar gibi hayal etmesi dahi zor piyasa değerlerine ulaşmış durumdalar. Türkiye'nin bir sene içinde ürettiği tüm ekonomik çıktıların toplamı olan Gaysi Safi Yurt İçi Hasılanın 1 trilyon doların altında olduğunu düşündüğümüzde rakamların büyüklüğünü biraz daha iyi kavrayabiliriz.

Bu altı şirketin toplam piyasa değeri ABD'nin en büyük 500 şirketini içeren S&P 500 endeksine dahil olan diğer 494 şirketin toplamından daha fazla. Üstelik bu şirketler Covid-19 krizinden de güçlerine güç katarak çıktılar. Paniğin arttığı mart ayında kısa süreli değer kaybı yaşamış olsalar da hemen hepsi kriz öncesi piyasa değerlerine ulaşmış, hatta bazıları önemli ölçüde geçmiş durumdalar.

Bu arada şunu hatırlatmakta fayda var. Finansal piyasalarda balonlar her zaman olabilir. Tarihte 1636 Lale Soğanı, 1720 Güney Denizi, 2000 İnternet balonu başta olmak üzere çok kez çılgınlık diyebileceğimiz hatalı fiyatlamalar yaşanmış. Hatta Newton gibi büyük düşünürler dahi zaman zaman bu balonların kurbanı olmuş. Ancak veriye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir dönemde ve dünya çapında yatırım yapılan bu hisselerdeki hareketin tümüyle balon olması pek mümkün görünmüyor. Bu tezden yola çıkarak yaşanan inanılması güç fiyatlamaların temelinde rasyonel nedenler olduğu çıkarımını yapabiliriz.

Bu durumu, dünyaya ve insanlığa etkilerini daha iyi anlayabilmek için altta yatan sebepleri derinlemesine incelememiz gerekli. İlk olarak bu şirketlerin kullanıcı sayıları gerçekten çok yüksek. Artık hitap ettikleri yaş grubunun çok ciddi bir bölümü tarafından kullanılıyorlar. Örneğin Facebook'un aktif kullanıcı sayısı 2,7 milyara ulaşmış durumda. Geniş kitlelerin sosyal medya kullanıcısı olması bu mecraları bilgi edinme, iletişim ve eğlencenin de merkezi yaptı. Radyo, televizyon, kitap, dergi gibi kanallar büyük ölçüde güçlerini kaybetti. Kamuoyu oluşturma gücü bile geleneksel medyadan sosyal medyaya kaydı.

Üstelik hemen her yaştan insanın zaten artmakta olan sosyal medya kullanımı pandeminin etkisiyle yeni bir ivme kazandı. Yüz yüze iletişim ve sosyalleşme dibe vururken biz de, çocuklarımız da düne göre internete ve sosyal medyaya daha çok bağlıyız. Peki sosyal medyanın amacı ya da bizden beklentisi ne?

Sosyal medyanın en temel amacı bizi ekran başında mümkün olduğunca fazla tutmaktır. Sık sık gönderilen bildirimler, ilgi alanlarımızın analiz edilmesi ile bize özel olarak seçilip isteğimiz dışında gösterilen içerikler de bunun bir parçasıdır. Bu tarz uygulamaları kullandığımız süre boyunca algılarımız dış dünyaya kapalıdır. Biri seslendiğinde dahi gözümüzü ekrandan almakta zorlanırız. Adeta suyun altında gibiyizdir. Düşün(e)meden ekrana bakıp harcadığımız zaman hiç de az değildir. Televizyon seyrederken olduğu gibi kısıtlı bir alana odaklanıp tüm enerjimizi tüketiriz. Hızlı değişen görüntülere alıştığımızdan gerçek hayatta başka bir konuya odaklanmakta da zorlanırız, çalışma verimimiz ve üretkenliğimiz düşer. Yeni nesilde giderek artan dikkat eksikliği ve öğrenme bozukluğunun da dijital dünya ile yakından alakalı olduğunu gösteren çalışmalar mevcut.

Adeta uyuşmuş bir halde ne kadar uzun süre ekran başında kalırsak o ürünlerin sahipleri de bizim o kadar efendimiz olur. İstedikleri içerikleri gösterip istemediklerini göstermezler. Tüketim kültürü üzerine kurulu kapitalizm için bu durum müthiş bir fırsat anlamına gelir. Bir anda kendimizi ilgi alanımıza giren eşyalara sahip insanların içinde bulabiliriz. Ya da gitmek istediğimiz yerlere giden kişilerin mutluluk pozlarına şahit olabiliriz. Bu içeriklere biraz ilgi gösterdiğimiz anda ise ilgili ürünlerin reklam bombardımanına uğrarız.

Sosyal medyada bıraktığımız iz nedeniyle hiç olmadığı kadar çok reklama maruz kalıyoruz ve istemeden, bilmeden, farkında bile olmadan müşteriye dönüşüyoruz. Yapay zekanın da yardımıyla internet ortamında kimin neyi almaya yatkınlığı varsa onun karşısına o çıkarılır ve satılır. Aynı ürün farklı kişilere bin bir farklı yöntemle pazarlanabilir. Netflix'teki dizilerin afişleri, fragmanları bile izleyen kişiye göre değişir. Mesela bir kullanıcı geçmişte daha çok komedi dizilerine ilgi göstermişse başka bir yapımın ön izlemesinde de komik sahnelerle karşılaşırken diğer kullanıcıya aynı yapımın maceralı sahnelerinden oluşan bir fragman gösterilebilir.

Daha da kötüsü yüklediğimiz anda okumadan verdiğimiz onaylarla birçok uygulamaya mikrofonumuza dahi erişim imkanı veriyor olmamız. Çoğumuzun başına gelmiştir. Herhangi bir konudan bahsettikten kısa bir süre sonra sosyal medyada ilgili bir reklamla karşılaşırız. Hastalıktan konuşsak vitamin reklamı, tatilden bahsetsek tur reklamları karşımıza gelir. En yakın aile bireyimizin ya da komşumuzun bile konuşmalarımıza kulak kabartmasını büyük saygısızlık sayarken tek amacı ticari çıkar elde etmek olan uygulamalara 7 gün 24 saat bizi dinleme imkanı vermemiz kabul edilebilir gibi değil. Tüm bu yönleriyle düşündüğümüzde paramız varsa İstediğiniz şeyleri özgürce alabiliyor değiliz aslında, satmak istedikleri ürünleri bize verip paramızı özgürce alıyorlar daha ziyade.

Üstelik reklamcılık işin görece daha zararsız bir boyutu. Sosyal İkilem belgeselinde de ortaya konduğu üzere yeni medya düzeninin kutuplaştırıcı etkisi tüm dünyada insanları kamplara bölmekte, birbirleriyle anlaşmalarının değil birbirlerinden nefret etmelerini körüklemektedir. Bize ağırlıklı olarak bizim gibi düşünen, bizimkine benzer ilgi alanlarına sahip hesapların paylaşımları gösterilir. Google'da yaptığımız basit bir arama dahi bunun bir parçasıdır. Hoşumuza gitmeyen sonuçlarla karşılaştığımızda uygulamayı terk etme eğiliminin farkına varan şirketler nabza göre şerbet verme yolunu seçmişler. Mesela önceki paylaşımlarından ve ilgi gösterdikleri içeriklerden küresel ısınmayı ciddiye aldığı belirlenen kişilerle bu olguya inanmadığı belirlenen kişilere sunulan içerikler tamamen farklı olabiliyor. Bu sayede kişiler karşılarına gelen içerikle var olan inançlarını daha da pekiştirip farklı düşündükleri kişilerden giderek uzaklaşmaktalar.

Bu durumun etkisi ABD seçmen davranışlarında net olarak gözlemlenebilmektedir. Geçmişte kendini demokrat olarak tanımlayanlarla cumhuriyetçi olarak tanımlayanların birçok konudaki görüşlerinin birbirine oldukça yakın olduğu ve seçmen geçişkenliğinin görece yüksek olduğu gözlemlenirken günümüzde fikirlerin giderek birbirinden uzaklaştığı ve ülke vatandaşlarının herhangi bir konuda aynı düzlemde buluşmasının giderek zorlaştığı belirlenmiş. Tabii seçmen geçişkenliği de ciddi şekilde düşmüş. Bu durum kutuplaşmadan beslenen siyasetçiler için güzel olsa da aynı ülkü etrafında birleşen topluluk olarak tanımlanabilecek millet kavramının zayıflaması en başta ülkenin güç kaybetmesi anlamına geliyor. Kutuplaşmış, birbirlerine şüphe ve kem gözlerle bakan kitlelerin aynı ülkü ve hedefler etrafında birleşip ülkelerini daha ileri taşımaları şüphesiz çok daha zor.

Akıllı telefonlar ve üzerlerindeki uygulamalar vasıtasıyla yapılan bir diğer rahatsız edici şey hareketlerimizin izlenip kayıt altına alınıyor olması. Nereye gittiğimiz ne kadar hareket ettiğimiz ve davranışlarımızdaki değişiklikler sürekli olarak kaydedilir ve ara ara sunuculara gönderilirek analiz edilir. Mesela yürüyüş esnasında bir dondurmacıya 100 metre yaklaştığımızda telefonumuzda dondurma reklamı görmemiz bu sebeple olağandır. Günün benzer saatlerinde yemek siparişi veriyorsak o saatlerde yemek reklamları karşımıza çıkar. Şehirlerdeki çok sayıdaki kameranın özgürlük ve mahremiyet bağlamında tartışıldığı bu günlerde attığımız her adımın bilgisini amaçlarını dahi tam olarak bilmediğimiz küresel şirketlere aktarmamız sadece özgürlüğümüzü değil güvenliğimizi de tehlikeye düşürebilir.

Günün sonunda interneti ve daha da önemlisi sosyal medyayı bilinçsizce kullanmak bizi manipülasyonlara açık hale getiriyor. Özgür olduğumuzu düşünsek de bize gösterilen içeriklerle ne düşüneceğimize bile karar veriliyor. Sanılanın aksine belki de özgür düşüncenin hiç olmadığı kadar zayıfladığı bir dönemdeyiz. İrademizi giderek teslim ediyoruz. Bu sayede tüm dünyanın kontrolü de bir anlamda bu şirketlerin eline geçmeye başlıyor. İşte rekor üstüne rekor kıran piyasa değerlerinin altında yatan neden tam da bu. Bu şirketler en büyük varlıkları olan kararlarımızı etkileme gücünün üstünde yükseliyorlar.

Durum bu kadar vahim olsa da interneti ve sosyal medyayı hayatımızdan tamamen çıkarmanın bir yolu da yok. Bugün her ne kadar yanlı ve yalan yanlış haberlerle dolu olsa da doğru habere erişimin de yegane kaynağı sosyal medya desek abartmış olmayız. Birçok ülkede gündeme gelen sansür önerilerinin de temelinde bu gerçek yatıyor. Dolayısıyla tehlikenin bilincinde olmak, karşımıza çıkan hiçbir içeriğin rasgele olmadığını unutmadan hareket etmek, kendimizi de fazla kaptırmayıp gerçek dünyadan kopmamak tek çıkar yol gibi görünüyor.

Yazıyı sosyal medyada :) karşılaştığım bir yazı ile bitirelim:

"Gidin bir çölden 100 tane kırmızı ateş karıncası yakalayın. Daha sonra bir başka topraktan 100 tane bildiğimiz siyah karıncayı alın ve bunların hepsini bir kavanozun içine koyun. İlk başta hiçbir şey olmayacaktır, dostane bir ortam oluşacaktır.

Daha sonra kavanozu elinize alın ve şiddetli bir şekilde sallayın ve tekrar yerine koyun. Kavanozun içinde bulunan karıncaların bir anda birbirlerini öldürmek için savaşmaya başladığını göreceksiniz. Karıncaların bir kaos ortamı içerisine düştüğünü göreceksiniz.

Kırmızı karınca kaosu yaratan düşmanın siyah karıncalar olduğunu düşünürken, siyah karıncalar da tam tersine kaosun sarı karıncalar tarafından çıkarıldığını düşünecekler.

Oysaki bildiğiniz üzere kaosun asıl nedeni sizin ellerinizdedir. O nedenle günümüzde gerek sosyal medya aracılığıyla gerekse başka ortamlarda normalde hiç tanımadığımız insanlarla tartışacak yada kavga edecek duruma geldiğinizde kendinize hep şu soruyu sorun lütfen.

Kavanozu sallayan kim?"

Mutlu pazarlar...

Yazarın Diğer Yazıları

ABD teknoloji şirketlerinde tarihi ralli devam ediyor: Balon mu, fırsat mı?

Yoksa fiyat biçilen şirketler değil de özgürlüğümüz ve insanlığımız mı?

Sınırda karbon düzenleme mekanizmasının artıları ve eksileri

Karbon salınımı üretim esnasında yaşanıyor olsa da tüm sorumluluğu üreticilere yıkmak doğru mu?

Yeni bir zihniyet

Başarının sahip olunan maddiyatla ölçüldüğü bir zihniyetten topluma katkıyla ölçüldüğü bir zihniyete geçiş, insanların içinde bulunduğu kötü koşulların ortadan kalkmasına büyük fayda sağlayacağı gibi çevresel sorunların da önünün alınmasında kritik öneme sahip