12 Şubat 2021

80'lik olmak o kadar da zor değil!

"Marlon Brando'nun üçüncü göbekten akrabasıyım, işte ispatı" diyerek Yılmaz Güney'e gönderdiği aşağıdaki fotoğrafı, meslek haseti yüzünden film artistliği kariyerini daha başlamadan bitirmiş, zavallı çocuk bu yüzden oyun yazarlığına başlamıştı

Bu başlık bugünlerde 80'likler katına adım atacak olan Aydın Engin içindi ama yastık komşusu Oya Baydar'ın, yanı başında yazdığı "80 Yaş" kitabı önünde dururken zavallı çocuğu buna inandırmak hiç kolay değil. Sevgili Oya Baydar'ın insanın içine işleyen üslubuyla, çok lazımmış gibi bedensel yaşlanmayla ilgili algılarını gözümüze sokan satırlarına bakar mısınız: "Kurulanıp giyinmeye çalışırken gözüm kollarıma takıldı: Buruş buruş olmuş derim, kaslardan kurtulup pörsümüş, sarkmış etler… Aynada sık sık gördüğünüz için yüzünüzdeki kırışıklıklara, yanakların sarkmasına, göz kapaklarınızın düşmesine alışıyorsunuz. Ama bedenin yaşlanmasını, etin pörsümesini insan daha geç fark ediyor.(…) Sarmaladığı etten kurtulmuş kendi başına kalmış derim bazı bölgelerde buruşmuş kumaşı andırıyor…" (80 Yaş, Zor Zamanlar Günlükleri. Can Yayınları İstanbul 2021).

Simdi kalkıp, "Oya arkadaş biz erkeklerde pek öyle pörsüme falan olmaz" desek, kim inanır? Ayrıca, Allah muhafaza cinsiyetçilik yaptınız diye canımıza okunur, haklı olarak. Bu nedenle şu yaşadığımız karanlık günlerde pörsüme meselesini bir yana bırakalım ve çağdaş geriatri anlayışına göre, şimdilerde "ön yaşlılık" dönemi sayılan erken 80'lerin, çocukluk çağı hayli uzun süren biz erkekler için, biraz gecikmiş bir "olgunluk yaşı" sayılabileceğini itiraf edelim. Ben kendi hesabıma Aydın'dan iki yaş büyük olduğum halde, otobüste, metroda gençlerin yer vermelerine az çok alışmış olsam da, çarşıda pazarda, yaşını başını almış koca adamlar "baba" ya da "hacı baba" diye hitap ettiklerinde şaşırıyor, bu münasebetsizliği, her sakallıyı hacı zanneden yurdum insanının cahilliğine veriyorum.

Gördüğüm kadarıyla Aydın Engin'in böyle alınganlıkları yok. Kim ne derse desin aldırmıyor ve seyircisine göre aynı anda hem geçen yüzyıldaki "genç oyuncular"ın çıtır aktörü, hem de kamburu çıkmış gazeteci eskisi rolünü oynayabiliyor. Onun aktörlük, senaristlik, yönetmenlik yaptığı yıllarda biz o dönemin genç üniversite öğrencileri olarak Brecht'in "Kafkas Tebeşir Dairesi, Sezuan'ın İyi İnsanı", Beckett'in "Godot'yu Beklerken" gibi "entel" oyunlara takılırken, Aydın Yeşilçam'da Yılmaz Güney'e senaryo yazarmış. Rivayete göre, liseyi bitirdiği Ödemiş'ten İstanbul'a gelip, arka kapısından Hukuk Fakültesi'ne girdiği günlerde "Marlon Brando'nun üçüncü göbekten akrabasıyım, işte ispatı" diyerek Yılmaz Güney'e gönderdiği aşağıdaki fotoğrafı, meslek haseti yüzünden film artistliği kariyerini daha başlamadan bitirmiş, zavallı çocuk bu yüzden oyun yazarlığına başlamıştı.

O yılların Aydın Engin'i doğduğu ve ilk gençliğini geçirdiği Ödemiş kültürüyle Yeşilçam bıçkınlığını mecz ederek, benimle aynı dönemde (1962) Türkiye İşçi Partisi'ne girmişti. Bir grup üniversite öğrencisi olarak biz gençlik kollarında saha dışında top toplarken, Aydın'ın, bizden küçük olmasına rağmen parti kurucusu sendikacılara akıl hocalığı yaptığını sonradan öğrendim. 

1967'de Tuncer Kurtiz, Umur Bugay, Mustafa Alabora gibi hayta arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Halk Oyuncuları, kendisinin yazdığı ve yönettiği "Devr-i Süleyman" adlı oyunu sahneye koymuş ve yer yerinden oynamıştı. Yurdum insanının damak tadına uygun doğaçlamalarla, güncel siyasal olaylara mahalle bıçkını ağzıyla sosyal, kültürel, yerine göre edepli cinsel, avâmi mizah göndermeleriyle donatılmış oyun, her gece kahkaha tufanı yeri göğü inleten seyirciyle dolup taşıyordu. Bugünkü mevkidaşının, "gözünün üstünde kaşın var" demeye kalkan on binlerce yurttaşı dava ettiğini, önüne gelene "terörist" yaftası yapıştırdığını düşününce, başka günahlarını bir yana bırakıp, rahmetle anar hale geldiğimiz Süleyman Demirel, bu yüksek dozlu siyasi mizaha ve onu yerden yere vuran muhaliflerine tek ağır laf etmezdi.

Ben Aydın'ı gençlik arkadaşım Oya Baydar'la baş göz oldukları günlerde tanımıştım. Yanlış bilmiyorsam 1969'da haftalık Yeni Ortam'da Yazı İşleri Müdürü'ydü. O sırada Norveç'ten yeni dönmüştüm. Derken 12 Mart döneminde tutuklandı. Şimdilerde hafta sonları Tırmık'ta yazdığı mavraların çoğu o dönemdeki hapishane anılarıdır. Her usta yazar gibi Aydın da, gerçeği yeniden yazar tabii ama ne yalan söyleyeyim gerçeğinden daha güzel yazar. 1976'da Politika gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni'yken aynı gazetede çalışan Oya Baydar'a, üniversite olaylarıyla ilgili bir yazı götürdüğümde de karşılaştığımızı anımsıyorum. Alıştığımız oturaklı genel yayın yönetmeni kimliğine pek uymayan, cıva gibi bir genç adamdı. Oya ile birlikte kurucuları arasında yer aldıkları TSİP yönetimindeydiler.

O dönemde gazeteci olarak Aydın kaç davadan yargılandı, kaçından hüküm giydi hatırlamıyorum ama 1980 Haziranı'nda 12 Eylül askeri darbesine beş kala yurt dışına çıkabilmişlerdi. Onlarla ancak 9 yıl sonra yeniden bir araya gelebilmiştik. 1989'da Sovyetlerin, sosyalizme veda edişini kılıfına uydurarak, değişik ülkelerin sosyalistlerine anlatmak üzere düzenlediği seminere katılmak için Frankfurt üzerinden Moskova'ya giderken, Aydın beni Frankfurt hava alanında karşılayıp evlerine götürmüştü. O taksi şoförlüğü, Oya ise öğretmenlik yapıyordu. Hepimiz gibi onlar da, birbiri arkasından deneyimlediğimiz düş kırıklıklarının hüznünü yaşıyordu. Uzun sürgün yıllarının yorgunluğu da cabası.

1991 affından yararlanarak 1992'de Türkiye'ye döndüler ve en azından zorunlu gurbetçilikten kurtuldular. Aydın 1992'de yeniden mesleğine dönerek önce Cumhuriyet'te sonra Agos'ta yazdı. Şimdi tarihlerini hatırlamıyorum ama bunca eziyet yetmezmiş gibi, bu kez de bir dizi sağlık sorunuyla uğraşmaya başladı. Benim aksine telkinlerime karşın, tıbba fazla güvenmesi ve kolayca bıçak altına yatması nedeniyle, bir sürü ameliyat geçirdi. İflah olmaz boyun ve bel ağrıları yüzünden önce boyun sonra bel omurları kurcalandı. Daralmış olan omurilik kanalı genişletilmeye çalışıldı. Bir süre kısmen rahat etti ama garibimin ağrıları aynen geri döndü. Neyse ki son ameliyatında bir sakarlık çıkmadı ve erken yakalanmış bir akciğer kanseri de radikal olarak temizlendi.

2001 yılında okurlarından biri "Ekşi Sözlük'te onu şöyle anlatmıştı:

"Kimi zaman insana kahkahalar attıran mizah anlayışı, akıcı ve güzel dil kullanımı ve her zaman değişik bir açıyı yakalayabilmesiyle en sevdiğim köşe yazarlarından birisidir Aydın Engin bey. Ben zannederdim ki kendisi gençtir, en fazla 50'lerinde filandır. Geçen gün Teke Tek programında gördüm ki, yaşlıca, tombik, sevimli bir amcaymış. Tam Cumhuriyet delikanlısı dedikleri türden."

2007'de sevgili Hrant vuruldu. Ülkeyi cendereye sokan baskı rejimi, bütün kurumları tam anlamıyla teslim alarak inşa sürecini tamamladı. İktidar, devlet olanaklarını kullanarak kendi medyasını kurdu. 2016'da tek adam rejimine karşı direnmeye çalışan yeni Cumhuriyet'in hemen tüm yazarlarıyla birlikte Aydın Engin de gözaltına alındı. Fotoğrafta görüldüğü gibi iki polisin arasına güçlükle yürüyerek polis aracına götürülen emektar gazeteci için tıp ikinci kez gerçekten işe yaradı ve sağlık sorunları nedeniyle serbest kalmasını sağladı.

Pandemi belasına kadar geçen yıllar boyunca nafile çabalar içinde hep beraber debelenip durduk. Birbirimizin davalarını izlemek üzere adliyelere taşındık. Acılarımızı ve öfkemizi içimize gömerek dostlarımızı cezaevlerine uğurladık. Pandemiden beri de "Ne olacak bu memleketin hâli" temalı sanal toplantılarda içimizi dökerek ve her şeye rağmen umudumuzu diri tutarak hayatta kalmaya çalışıyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları

Eski bir dostu anarken

Bazı yıllanmış dostlukların ne zaman ve nasıl başladığını bilemezsiniz. Sanki çocukluğunuzdan beri hep birlikteymişsiniz gibi gelir. Benim için, üç ay kadar önce sonsuzluğa uğurladığımız Ahmet Kaçmaz onlardan biriydi.

Cihangir'in bahar halleri

"Cihangir Tuğrul Eryılmaz'dan sorulur" diye söze başlayıp, ondan izin alarak baharla selamlaşan mahallemizde benim gözüme çarpan manzaralardan söz edecektim ama 'o kadarı fazla olur' diye düşündüm. Çünkü söyleyeceklerim Tuğrul'un görüş alanına giren şahsiyetler ve mekânlarla ilgili değil. Cihangir'in sokaklarından, duvarlarından ve sokaktakilerinden söz etmek istiyorum...

Tam 15 yıl önce bugün…

Aralarında can dostlarımın bulunduğu “yetmez ama evetçiler”e karşı kan davası güdenleri kınıyorum