08 Eylül 2023

Muhafazakârlık zemin kaybederken aşırı sağ kazanıyor

Bugünlerde alevlenen, "Almanya'da muhafazakâr ve merkez sağ partilerin kökü kuruyor mu?" tartışması haklı bir tartışma

Almanya'da adeta gelenek oldu; muhafazakârlar yaklaşık dört yasama yılı iktidarda kalıyor sonra yerini sosyal demokrat ve Yeşillere bırakıyor. Onlar da becerebilirse iki yasama yılı ülkeyi yönetip, bir sonraki muhafazakâr hükümetin meyvelerini toplayacağı radikal kararlar aldıktan sonra kan kaybederek gidiyorlar. Yeşiller, sosyal demokrat ve liberallerden oluşan üçlü koalisyonun icraatine bakacak olursak, bir sonraki seçimde iktidara gelmeleri çok zor görünüyor. Muhafazakârların bu oyunu da bozulmuşa benziyor, zira Alman aşırı sağcı parti AfD oylarını yüzde 20'nin üzerine çıkardı. Bu da gösteriyor ki, ana muhalefet rolünü üstlenen muhafazakârlar, bunu beceremedikleri gibi, ciddi olarak krizdeler. Üstelik Hristiyan Demokrat Birlik Partisi CDU'nun lideri Friedrich Merz, yaptığı açıklamalar ile için için yanan kriz ateşine benzinle gidiyor.

Asıl Merz Almanya değil

Merz'in tartışma yaratan son sözü "Kreuzberg Almanya değildir" oldu. Kreuzberg'de hâlâ yoğun olarak Türkiye'den gelen "misafir işçiler"in oturduğunu sanan Merz, bu cümlesi ile Almanya'da yaşayan göçmenleri, özellikle de Müslüman göçmenleri ülkedeki sorunların merkezine oturtuyor. Daha önce de göçmen gençleri "küçük paşalar" diyerek hedef göstermişti. Seksenli, doksanlı yılların söylemleri bunlar, oysa o köprünün altından çok sular aktı. Kreuzberg çoktan getto olmaktan çıktı, bugünün moda tabiri ile soylulaştı. Kreuzberg'in kültürel renkliliğinin cazibesine katılan burjuva alternatif Almanlar buraya yerleşip fiyatları arttırınca yoksul göçmenler bu semti terk edip kenar mahallelere taşındılar. Kreuzberg şimdi, şık küçük ve pahalı dükkanların, restoranların olduğu, kiraların ve ev fiyatlarının tavan yaptığı, şık otomobillerin turladığı bir mahalle. O "küçük paşalar" da çoktan büyüdü ve Alman ekonomisine olabildiğince çok katkıda bulunuyor. Bu yıl nispeten az kazandı ama Korona aşısını bulan BioNTech'in geçen yılki cirosu 1,67 milyar Euro idi. Tagesspiegel gazetesinde gözüme ilişen başlık muhafazakâra ana muhalefet liderinin durumuna pek yakışıyor: "Aslı Merz Almanya değil"

Strauss: Almanya'da CDU/CSU'dan sağda bir parti olmamalı

CDU'nun kardeş partisi CSU'nun da durumu tartışılır. Bir buçuk ay sonra, hep iktidarda olduğu Bavyera eyaletinde seçime gidecek olan parti son haftalarda antisemitizm tartışmaların odağında. Eyalet Başbakanı Markus Söder'in koalisyon ortağı ve yardımcısı Hubert Aiwanger'in 35 yıl önce öğrenciyken hazırlanan Yahudi karşıtı bir el ilanından sorumlu olduğu ortaya çıktı. Söz konusu Yahudi düşmanlığı olunca Almanya'da malum akan sular duruyor. Her ne kadar Aiwanger broşürü kendisinin yazmadığını iddia etse ve özür dilese de hakkında gençlik yıllarına dair, Hitler'i taklit etmek, okul çantasında Hitler'in "Kavgam" adlı kitabını taşımak gibi çeşitli iddialar ortaya atıldı. Ancak Söder, sadece Bavyera Eyaleti'nde aktif olan Hür Seçmenler Partisi lideri Aiwanger'e arka çıktı ve istifa etmesini engelledi. Bütün bu tartışmaların eyalet seçimlerini etkilemesi kaçınılmaz. CSU bir önceki seçimde 60 yıllık tarihinde en kötü seçim sonucunu elde etmiş ve tek başına iktidar olamamıştı. Ama asıl sorun şu: Hristiyan Sosyal Birlik Partisi CSU'nun kurucularından Franz Josef Strauss'un "Almanya'da CDU ve CSU'nun daha sağında yasal bir parti olmamalıdır" sözlerinin geçerliliğinin artık kalmaması. Evet, Almanya'da CDU ve CSU'nun sağında bir parti var artık, adı da AfD, Almanya için Alternatif Partisi. Ve CDU Lideri Friedrich Merz'in partisini, "İçeriği olan Almanya için Alternatif partiyiz" diye tanımlaması ise aşırı sağcıların işine yarıyor, zira seçmenler taklidine değil, gerçeğine oy veriyor. Anlayacağınız bugünlerde alevlenen, "Almanya'da muhafazakâr ve merkez sağ partilerin kökü kuruyor mu?" tartışması haklı bir tartışma.

Avrupa'da da durum farklı değil

Almanya için endişelenmeli miyiz peki? AB'deki diğer partilerin durumuna bakarsak şimdilik hayır. Çünkü Alman aşırı sağcılar henüz muhafazakârlar ile girdikleri yarışta öne geçmiş değiller. Yapılan yeni bir araştırmaya göre 27 AB ülkesinden 13'ünde ise durum içler açıcı. Aşağıdaki tablo, bu 13 ülkede aşırı sağcı ya da popülist sağ partilerin muhafazakârlar ve merkez sağdaki partiler ile ya aynı oy oranına sahip ya da onları geçiyorlar. Aşırı sağcılar şimdilik AB'de örgütlenmiş değiller. Örgütlenirler ve muhafazakârları içlerinde eritirlerse dünyayı yeni ama endişe verici bir siyasi tablo bekliyor. WDR Cosmo Türkçe'nin konu ile ilgili podcastı AB'deki artan sağcı eğilime ışık tutuyor. Dinlemeniz ve dinletmeniz de yarar var.


Yazarın Diğer Yazıları

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

Sıcaktı, çook sıcak

Dünya hiç bu kadar sıcak, bu kadar kurak olmamıştı. Birdenbire gelen yağmur ve kasırgalar geldiği yeri çöle çeviriyor. Uluslararası toplum, sözde çevreci politikalar ile iklim krizini çözüyormuş gibi yapıyor. Daha çok gelişmiş sanayii ülkelerinin yarattığı bu krizden de yine yoksul ülkeler mağdur