09 Şubat 2024

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

Suat Derviş

İlk kadın romancılardan, komünist, devrimci, feminist, Lozan konferansını takip etsin diye yurtdışına gönderilen ilk kadın gazetecilerden, şair Nazım Hikmet’in aşık olduğu kadınlardan biri...

Suat Derviş, nüfustaki adıyla Hatice Saadet, bu saydıklarımızdan çok daha fazlası.

Yazar Menekşe Toprak, iki yıl önce yazdığı Dejavu adlı kitabı ile Suat Derviş’in Berlin’deki hayatına ayna tuttu. Bazı kaynaklara göre 1919 yılında ilk kez ayak basıyor Suat Derviş Berlin’e. Bazı kaynaklar ise Berlin ile ilk tanışmasının 1927 olduğunu ve Derviş’in ablası ile birlikte konservatuar eğitimi için gittiğini kaleme alıyor. Sternsches konservatuarına kaydoluyor ve piyano dersleri almaya başlıyor Suat Derviş.

Ancak bir süre sonra ailesinden habersiz Berlin Üniversitesi’nin Felsefe ve Edebiyat bölümüne geçiş yapıyor. Böylece müzisyenlikten vazgeçip yazarlıkta karar kılıyor. O yıllarda Alman kültür sanat dergilerinde makaleleri yayınlanıyor, bazen kendi adıyla bazen Almanca bir mahlas ile. Berlin’de dönemin büyük gazetelerinden Tempo'dan, romanını bir yazı dizisi olarak yayınlama teklifi alıyor Derviş. İki hafta içinde yazıp teslim ettiği romanının ismi "Bir Haremağasının Hatıraları."

Romanı sadece Tempo gazetesinde değil, başka ülkelerde de neşrediliyor. Menekşe Toprak, Derviş’in 30’lu yıllarda Berlin’de yaşadıklarını bir belgeselci gibi kaleme almış. Kitabı okurken 30’lu yılların Almanya’sına gidiyor ve pek çok konuda bugün ile paralellik kuruyorsunuz. Bugün de Türkiye’de seksen darbesi ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Berlin’e sığınan çok sayıda akademisyen, sanatçı ve aydının oluşturduğu bir Türkiyeli toplumu var.

Menekşe Toprak/Devaju

Hitler’i iktidara götüren aşırı sağın ve ikinci dünya savaşının ayak seslerinin yükseldiği depresif bir atmosfer var Berlin’de. Sadece aşırı sağın giderek güçlenmesi değil, Alman neşriyatının Türkiyeli yazarlara karşı tutumu da aynı. Bir sohbetinde Suat Derviş, "Alman neşriatı görmek istediğini neşretmeyi seviyor” diyor. Meraklı Almanların en çok Osmanlı’ya ve hareme dair sorularından bıkıyor. Belki de O’nu bu sorular daha çok gazeteci yapıyor. İstanbul’daki evlerinin yanıp kül olması ve babasının ölümünden sonra Berlin’de tek başına bir kadın olarak ve yazarak ayakta kalması zor oluyor ve Hitler’in iktidarını görmeden dönüyor Türkiye’ye.

İstanbul’da gazeteciliğin merkezi Babıali’nin başarılı muhabirleri arasına giriyor hemen. Son Posta, Cumhuriyet ve Vatan gibi dönemin önemli yayın organlarında çalışıyor. 30’lu yılların sonunda ilk kez Moskova’ya gazeteci olarak gidiyor ve gördüklerinden etkileniyor. Yine Berlin’de tanıştığı TKP Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner ile evleniyor. Bundan sonraki hayatı da tutuklanmalar ve sürgün ile geçiyor. Bir daha Berlin’e gittiğine dair bir kayıt yok Suat Derviş’in.

Menekşe Toprak’ın da dediği gibi, Suat Derviş gibi kadınların önümüze döşediği taşlar sayesinde bizler daha kolay yürüyoruz. Ancak Dejavu’yu okurken ne erkek egemen ve ne Batılı baskın düzenin kaplumbağa hızıyla yürüdüğüne tanık olmak üzücü. Dejavu’yu okumanızı ve WDR Cosmo Türkçe’nin podcastını dinlemenizi şiddetle öneririm. 

Yazarın Diğer Yazıları

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Sıcaktı, çook sıcak

Dünya hiç bu kadar sıcak, bu kadar kurak olmamıştı. Birdenbire gelen yağmur ve kasırgalar geldiği yeri çöle çeviriyor. Uluslararası toplum, sözde çevreci politikalar ile iklim krizini çözüyormuş gibi yapıyor. Daha çok gelişmiş sanayii ülkelerinin yarattığı bu krizden de yine yoksul ülkeler mağdur

Muhafazakârlık zemin kaybederken aşırı sağ kazanıyor

Bugünlerde alevlenen, "Almanya'da muhafazakâr ve merkez sağ partilerin kökü kuruyor mu?" tartışması haklı bir tartışma