17 Mayıs 2020

Sokağa çıkmama ve yabancılaşma

Bütün bu yaşananlara bir anlam üretebilmesi gerekiyor insanın. İnsanların, kendi kendisine de yabancılaşması ruhsal sıkıntının ana kaynağı olmaya devam edecek gibi görünüyor

İnsanlık tarihi aynı zamanda insanın kendisine de yabancılaşmasının tarihidir. Hegel ile başlayan ve asıl anlamını Marx ile bulan yabancılaşma kavramının özünde insanın dünyaya hakim olma çabası içerisinde giderek kendisine de yabancılaştığı düşüncesi yer almaktadır. Sadece yabancılaşma kavramı üretim süreçleri içerisinde insanın emeğine ve ürettiği ürünlere yabancılaşması değil, insanın kendi düşünce ve duygularına da yabancılaşmasını ifade eder ki en tehlikelisi de budur. Erich Fromm yabancılaşmanın araçlarından birisinin de kullandığımız dil olduğunu ifade eder. Birisine "seni seviyorum" dediğinizde başlangıçta bir duyguyu ifade ederken, sonrasındaki tekrarlarda çoğu zaman bu sözcüğün duygu yükünü kaybedip, sadece o an ağızdan çıkan bir ifadeye dönüştüğünü söyler.

Geçtiğimiz günlerde 65 yaş üzeri kişilere sokağa çıkma "izni" verildiği zaman, insanların sokaktaki davranış biçimi ve yüz ifadeleri gözlemlendiğinde yabancılaşmanın izlerini bulmak mümkündür. Bütün dünyada Koronavirüs'ten korunmak ve yayılımını önlemek ya da yavaşlatmak için insanların sokağa çıkmaları ile ilgili sınırlamalar getirildi. Ülkemizde 65 yaş üzeri kişiler için yaklaşık iki ayı bulan sokağa çıkma kısıtlaması halen devam etmekte ve şimdilik haftada bir kez olmak üzere, dört saati geçmemek şartı ile sokağa çıkmalarına izin verildi. Bu kişilerle yapılan röportajlara bakıldığında, bu kadar uzun süre evde kalmanın sonucu olarak bedenlerini hareket ettirmekte zorlandıklarını, çoğu zaman konuşacak kimse olmadığı için cansız nesnelerle konuştuklarını ifade edenler oldu. Uzun süre konuşacak kimse bulamayanlar seslerine bile yabancılaşmıştı. Sokağa çıktıklarında yürümekte zorlananlar oldu, bedenlerine yabancılaşmışlardı. "Özgür" bireylerdi ama ağır bir "tecrit" yaşıyorlardı. Tecritin psikolojisi ağırdır ve aşmak oldukça da zordur. İnsan her şeye yabancılaşır ve uzun sürerse de kişilerin gerçeği değerlendirme yetileri bozulabilir, bazen de ölümcül olabilir. Yabancılaşma kavramı üzerinde kafa yoran filozofların yorumlarının da ötesine geçen durumları yaşıyoruz bu günlerde.

İnsanlar kendi ürettikleri binaların içlerin  "hapsolmuş" ve kendilerinin de katkıları ile şekillenmiş sokaklara, caddelere ve meydanlara istedikleri zaman çıkamıyorlar. Bunun için televizyonlardan kendilerine izin verilmesini beklemeleri gerekiyor artık. Ajanslar, İsviçre’de normalleşme çalışmaları kapsamında yaşlıların torunları ile "fiziksel mesafe" kurallarına riayet ederek görüşebileceklerine "izin" verildiği haberlerini geçiyor. Karşılaştıklarında torunlarına sarılamayacak belki de birbirlerine hastalık bulaştırma(ma) korkusu ile görüşmeyecekler. Fromm’un yabancılaşmanın araçlarından biri dediği dil, bu karşılaşmalarda duygudan soyutlanmış birçok cümle üretecek. Bu cümlelere korku hakim olacak ve korkunun olduğu yerde duygularda gerçek anlamını bulamayacak çoğu zaman.

Bu tedbirler yaşlıların hayatta kalması içindi elbette. Söylemesi kolay ama yaşayanlar açısından yaşaması bir o kadar da zor süreçler. Dışarıda bir dünya var ve o dünyaya uzanamıyorlar bile. Doktora gitmek, çocuklarla ve torunlarla görüşmeleri de dahil birçok şeyleri izne tabi. Büyükşehirde yaşayıp bir ay boyunca sokağa çıkamayan babam için annem  "köye gelmeseydik dışarı çıkmamak öldürürdü babanı" diyordu. Evet, sokağa çıkmamak belki de öldürecek birçok insanı. Nasıl mı öldürecek? Hareketsizliğe bağlı kronik ve fiziksel hastalıkların ilerlemesi söz konusu olacak. Kalp, damar ve kas iskelet sistemine bağlı fiziksel hastalıklarda kötüleşmeler oldu, olacak. Fakat bütün bunların ötesinde bu bireylerde yaşadıkları "tecrit" sonucunda ağır bir depresyon ve ölüm anksiyetesi oluştu ve oluşacak. Yaşanan ruhsal "bunalım" fiziksel hastalıklarını olumsuz etkileyecek, fiziksel hastalıkların olumsuzluğu ile birlikte ruhsal durum daha da ağırlaşacak ve bu bir kısır döngü yaratacaktır.

Sadece yaşlılar mı yabancılaşmadan nasibini alıyor?

Elbette ki hayır. 20 yaş altı da sokağa çıkamıyor, arkadaşları ile görüşemiyor, oynadıkları oyunları oynayamıyor. Onlar içinde birçok kısıtlama söz konusu. İçinde bulundukları yaş dönemine bağlı olarak kimisi yaşananlara anlam bile veremiyor. Onlar içinde daha önce öğrendikleri birçok şey anlamını yitiriyor ve eğitim de dahil olmak üzere birçok yeni şey giriyor yaşamlarına. Belki de yabancılaşmanın en ağırını yaşıyorlar.

Ya sokağa "özgür"ce çıkabilenler?

Daha önce temas ettikleri çoğu nesneye fiziksel anlamda temas edemiyorlar bile. İnsan insana bile temas edemiyorlar. Hep bir korku hep bir mesafe var dış dünya ile. Daha önce anlamlı olan birçok nesne, düşünce, duygu ve davranış anlamını yitiriyor artık. Bundan daha ağır bir yabancılaşma mümkün olabilir mi?

Son dönemde "koronatak" diye bir kavram sosyal medyada dolaşıyor. Bu kavram ile tam olarak ne anlatıldığını bilemesem de klinik pratikte bütün bu süreçler sonucunda yaşanan korku ve bunaltıya bağlı olarak panik atak sıklığında artış gözlemliyorum. Üstelik çoğunluğu daha önce tanı almamış hastalar. Ortaya çıkan panik atağın en önemli nedenlerinden birisi yukarı da anlatmaya çalıştığım yabancılaşma kavramı. Kişiler yaşadıklarına anlam veremiyor, bir bunaltı yaşıyor ama ne olduğunu anlayamıyor, fiziksel belirtiler yaşıyor ama yorumlayamıyor. Giderek bedenlerine de yabancılaşıyor insanlar. Yorumlayamadıkları her şey bunaltıyı daha da artırıyor ve katlanılmaz kılıyor.

Bütün bu yaşananlara bir anlam üretebilmesi gerekiyor insanın. Ürettiği anlamlar ile geçici de olsa rahatlama sağlansa bile insanın kendi emek ve emek ürünleri de dahil olmak üzere kendi kendisine de yabancılaşması ruhsal sıkıntının ana kaynağı olmaya devam edecek gibi görünüyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Afet sonrası psikolojik tepkiler

Psikolojik ilk yardımda en önemli şey insanlara bundan sonra güvende olduklarının hissettirilebilmesidir. Güvende olduğunu hissedebilmesi için insanların iyi işleyen bir mekanizmayı görmeleri gerekmektedir

Ebeveyne yabancılaşma sendromu farkındalığı

25 Nisan Ebeveyne Yabancılaşma Farkındalık Günü nedeni ile tekrar etmekte fayda görüyorum. "Çocuklar şahların savaşında piyon değildir!"

Psikiyatri penceresinden 'Bir Başkadır'

Dizinin "sıradan" bir Türk filmi tadında olmasına karşın "beğeni fırtınası" yaşanmasının nedenini psikolojiden bir deney ile kısmen de olsa açıklamak mümkündür...