13 Kasım 2022

Rıhtımlar...

Denize kıyısı olan şehirlerdeki hikâyeler bambaşka dokular barındırır

Yosun kokar rıhtım dediğimiz yerler ve lodosla birlikte dalgalar boyumuzu aşar.

Fırtınada yük gemileri çarpar, bazen ''gemi yan yattı'' deriz.

Fazla seyahat etmeyen bir ülkenin insanlarıyız. Türkiye'nin birçok şehrine ancak işimiz düşerse gideriz. Zaman zaman ''yabancılar bizim ülkemizi bizden iyi biliyor'' dememiz bundandır.

İşimiz çıkmazsa bulunduğumuz şehirden çıkmaz, İstanbul ise en uzak Şile'ye kadar gideriz.

Ege çevresinde dolaşırken bir fotoğrafçı Fransız ile tanışmıştım. Hâlâ siyah beyaz çekiyordu ve kendisi banyo ediyordu. İlk durak Çanakkale idi, Troya harabelerini gezmek istemişti. İstanbul Turizm Ofisinden broşürler almıştı ama hangi müze hangi gün kapalı orada belirtilmemişti. O yüzden Çanakkale rıhtımına gelmiş, ilk nereye feribot/gemi var diye araştırmaya başlamıştı.

Sonra rotayı Çanakkale'den Behram'a, orada eski Assos şehrini gezip, Edremit yolu ile Bargama'ya varıp orada kalmak, yol boyu fotoğraf çekerek toprağın her santimetre karesine dokunmak istiyordu.

Her yıl en az üç kez Türkiye'ye gelip farklı bölgeleri hayranlıkla gezen binlerce gezginden sadece birisi idi. Bu Fransız Azra ve Balıkçı'yı bilerek gelmişti.

Bu arada Troya'dan bahsetmek Azra Erhat demek. Mavi Anadolu kitabından minik bir alıntı yapmadan olmazdı.

"Bir durgunluk sarmıştı limanı, insanın içine işleyen bir dinginlik. Işık hem ısınmaya başlayan güneşten, hem güneş gibi parlayan denizden yukarıya yansıyordu. Sandalda bir balıkçı, uykudan yeni uyanmış, takımlarını düzeltmeye koyulmuştu. Çıkacaktı neredeyse balığa, açılacaktı denize, hangi iş için kim bilir.

Ötede yat limanında demirlemiş teknelerde kıpırdanmalar başlamıştı. Bodrum yerlisi turisti ile uyanıyordu.

Bu sandallar, bu çocuklar, bu koyununu tasma ile gezdiren kadın.

Hepsi Balıkçı'yı yansıtıyordu. Bir giz vardı bu Bodrum'da tarihin bize açıkladığı eski zamanlardan bu yana hiç değişmeyen.

Mausolos da bu çevrenin adamı, Artemisia, karısı ve kız kardeşi de öyle. Bu gizdi, bir zamanlar dünyanın bir harikası Mausoleum'u kuran, Ortaçağda Petronnium Kalesini diken, bugün de Ege ve Akdeniz Anadolu'sunun bu ak kentine eşsiz bir canlılık veren. Nedir bu giz."

Koyları, eşsiz kıyıları, kayaları, limanları ile aylarca dolaşsan bitmeyen ve her bakışta yeniden farklı keşfedilen Bodrum...

Sinop.

Gaziantep.

Batman.

Siirt. O şahane Siirt battaniyesi.

Kendi kültür yolculuğumuzu ve şehirlerimizi tanımıyoruz.

Amasra'ya gittin mi? Yoooo.

Mardin? Yok canııııım. Ne işim var, dizilerde gördüm!

Urfa? Yok orada savaş var gitmem... Gibiyiz...

Denize kıyısı olan şehirlerdeki hikâyeler bambaşka dokular barındırır.

Genellikle denize kıyısı olan şehirlerde bir Rıhtım Caddesi mutlaka vardır ve akşamları orada yol boyu yürüyüşler yapılır, veya Yalı boyu dediğimiz yollar. Bu yollar çocukluğumuzda, bazen okul yıllarımızda, anılarımızda durur ve bir deniz kokusu ile tüm anılar gün yüzüne çıkar.

Kordonboyu caddesi Kartal'da, İzmir Kordon gibi zaten tümüyle oraya ithaf edilerek konulmuş adı ile gözümüzü kapattığımızda bir koku ile oraya taşır bizi beynimiz.

Bazen Marmara Adası, bazen Büyükada rıhtımı birçok hikâye barındırmaz mı?

Rıhtımdan uğurlanan balıkçı motorları, tekneler, gemiler... Sonra rıhtımda beklemeler, karşılamalar... Her birisi için yüzlerce hikâyesi olanlar oturup bir gün "Rıhtım Hikâyeleri" yazsalar.

Gerilim dolu güçlü bir çıkışla başlayan ve sinematografik anlatımlarla doğayı betimleyen, Marmara Adası Mermer ocaklarının ilk çıkış hikâyelerini yazanlar ve bunları güçlü desenleri ile geleceğe bırakan ressamlar olduğunu biliyorum..

Bir tanesi Mustafa Aslıer idi. Bir diğeri Gencay.

Marmara Adası Sanatçılar koyunda arada sırada gittiğimiz Sevim Erol Eti evindeki yatak odasından sağ tarafa baktığımızda tepesi sivri ve boz bir dağ görünürdü. Böyle anlattığıma bakmayın, iki yeşil dal bile orayı hayallerle doldurmaya yeter de artardı. Güneş doğuşu ışıklarla kayalar toprak rengi olurken, akşam güneşinde pırıl pırıl parlar ve sonra turuncuya dönerdi. İşte o kayalardaki azıcık ağaç ve dalları Gencay rapido ile çizip, alt kısımdaki yeşilleri sulu boya ile boyayıp bana hediye etmişti. Şimdi Karaca'nı güzel ve keyifli evinde yerini buldu.

Domates sandalımız vardı. Sanki herkesin ortak kalbi kırmızı sandal Domates.

Koydan Ada rıhtımına gidip dönen minik sandal. Rıhtıma yanaşıp ip attığında üç kişi koşardı tutmak için.

Bir yandan Erkin Koray'ın Yalnızlar Rıhtımı şarkısının sözlerini bulmak istedim ve evet.

Yalnızlar Rıhtımı

"Bir ben miyim perişan gecenin karanlığında,

Yosun tuttu gözlerim yalnızlar rıhtımında" derdi Erkin Koray ve sesi kulağımda.

Duygulara hapsolmuş bir adam gibiydi.

Belki de rıhtım öyküleri onu çok etkilemişti.

Esmer Erdem

Esmer Erdem, sanat tarihçi bir anne ile ressam bir babanın kızı olarak Ankara'da doğdu.

Sanatsal projeler ve sanatsal üretim alanında yoğunlaştı.

Hayatında iz bırakan en önemli dönemi, “Urart Okulu” denilebilecek sistem ve Mehmet Kabaş'a borçlu olduğunu vurgular.

Müze replikaları ve özel tasarım ürünlerle markaların üretiminde çalıştı, uzun süre DÖSİMM (Kültür Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü) için heykel, takı ve sanatsal obje üretti; dünya turizm fuarlarında 300 parçalık Eski Hitit'den günümüze kadar gelen Anadolu Uygarlıkları Replika Koleksiyonu'nu sergiledi.

Armaggan mağazalarının kuruluş, markalaşma ve konsept sürecinin belirlenmesinde yer aldı, "luxury handcraft" akımının Türkiye'de başlatılmasının öncülerinden oldu. Tüm atölye ve tasarım-üretim ekibinin oluşumu, Hereke tezgâhlarında Osmanlı kumaşları dokumasına kadar giden kültürel süreci kurdu. Gaziantep Tasarım Mağazası ile ‘kutnu kumaş'ın kullanım alanlarını genişleterek dünyaya tanıtılmasında rol üstlendi.

Edirne Tasarım, Zeugma Müzesi koleksiyonu, Cumhurbaşkanlığı özel hediyeleri, Ankara CSO tasarım mağazası, Atatürk Kültür Merkezi tasarım mağazası ile birçok kurum ve kuruluşta statü hediyeleri üretimi gibi iş ve sanat projelerinde yer aldı.

Esmer Erdem Sanat Tasarım Üretim Şirketini kurdu, çalışmalarına İstanbul ve Bodrum'da sürdürüyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Semboller ve renkler

Has yaratıcılık budur bence.. Renkler ve sembollerle oynayanların ilkesi ile yaşanacaklar.. Bir anlamda duyguları, duyarlılıkları, hazları, umutları öznel biçimde kurgulamak.. 

'Günlük!' diye başlayan yazılar..

Anılar gelir, aslında kendi kalakalmışlığına ağlarsın; varken hiç düşünmediğin olayları, birlikte geçirilen zamanları anımsarsın..

Özgürlük üzerine..

Acıdan, ayıplardan, baskılardan, hayata dayatılan engellerden ne zaman korkulmaz ve özgürleşilir?