18 Aralık 2022

Bir yaşama sanatıdır gidiyor

Biz hangi travmadan söz edebiliriz? Şehirde büyüyen, özel okulda uygarca davranılan, zaten olması gerektiği gibi yaşayan birisi, diğerlerini anlayabilir mi? Avrupa'daki okullar gibi bizde de ilk önceliğin aristokrat ailelerin çocuklarına verildiği ortamlar içinde büyüyen çocuklarla, şiddete maruz kalan, enseste kurban giden, Necati Cumalı'nın kitaplarında anlattığı bu çocuklar arasında dağlar var desem olur. Erken büyüyen, çabuk gelişen, acı ile kıvranan ve sonuçta çevresine yeterli uyum sağlaması beklenemeyecek olan bu çocuklar büyüdüğünde hangi Yaşama Sanatı'ndan söz edecekler?

Sosyal yaşam elimizdeki teknolojiye kayarken, yaşam da farklı biçimde elimizden kayıp gidiyor sanki.

Çabucak okuyup, çabucak sıkılıp, hemen yeni sayfa açıp diğerini bırakıp, hemen yeni bir kitaba başlayıp, sorunları hemen anlayıp iki cümle konuşup kenara fırlattığımız gazeteleri atarken kılımız kıpırdamıyor.

Sosyal ilgi eksikliğinde döndürdüğümüz kamera, bizi başka yerlere taşıyor. Bu kavram, eğitimimizin ve yaşam sanatımızın önemli kısmını oluşturuyor. Hayat bir oyundan fazlası olduğu için, içerisinde barındırdığı zorluklar da deneyim ve bilgi ile kolayca aşılabilir desek de, kapanma döneminin sancıları ve rüzgarından etkilenmediğimizi sanıyor olsak da, (kendimize bile ifade edemediğimiz kadar gerçek olabilir) nereye doğru uzandığımız sorusu hep yanıbaşımızda.

Avantajlı konumlarda olduğumuzda bunu nasıl kaybettiğimiz, şımartılmış dönemlerden sonra nasıl gerçeklerle baş etmeyi öğrendiğimizi biliyoruz. Ama ''şehir travmalarını'' nasıl aşacağımızı el yordamı ile öğreneceğiz galiba.

Klakson sesinin  sadece bu sesin yarattığı gerginlik ve ne yapacağını bilememek bile başlı başına insanlık dışı ve bize uygun değilken, günlerdir konuşulan tekrarlanması bile acı veren ülke gerçeğimizi nasıl alt edeceğiz?

Bu çocuğun sokağa çıkıp, hayata karıştığını hayal ederken, çevresinde ona destek olmayan en yakınlarından ailesinden onu korumayı başaramamışken...

Batman'da yıllar önce intihar eden genç kızların nedenleri araştırıldığında, ortaya çıkan acı gerçek de buydu. Anne karşı çıkamadığı ensest ilişkiye çocuğunu kurban etmek durumunda kalıyor, bazen kendini öldürüyor bazen de evladının intiharına sessiz kalıyordu.

Pamuk tarlaları...

Tütün tarlaları...

Zeytin toplayıcılar...

Halı dokuyan incecik parmaklar...

İlmek ilmek ipek dokuyan ve her dokuduğu ipliğe duygu koyanlar.

Akşamın erken olduğu karanlık, ürkütücü sokaklar.

Abbaralar, hâlâ daracık sokaklarında eşek ile yük taşınan Mardin'in kırsalı..

Beş derece daha sıcak diye başka yere göç eden, at arabasına tencere tava, kilim koyup biraz daha sıcağa göçen aileler.

Bataklıkta teneke evlerde yaşayan Tokyo'nun ara mahallelerindeki çocuklar...

Hapisanede doğan çocuklar...

Suriye kaplarında doğup büyüyen çocuklar...

Bu nasıl çözülecek? Bu kız çocukları anneleri ile nasıl ilişki kurabilirler. Karnında taşıdığı çocuk onun için ne ifade eder, kardeşi ile oyun oynarken ne yaşar? Okulda arkadaşları ile neleri paylaşır? Acıları bu derece farklı iken.

Biz ne eğitiminden söz ediyoruz? Kimin eğitiminden sorumluyuz?

Sosyal yaşam içindeki en gerekli soru bu olabilir mi?

Aklımda binlerce soru herkes gibi. Sorunlu çocuklar ve eğitimleri desek, kim nerede nasıl davranıyor bilemediğimiz hatta güvenmediğimiz davranışlara orada da maruz kalıyorlar sanki.

18 yaşına kadar Çocuk Esirgeme Kurumunda büyüyen ve 18 olunca kapının dışına konulan çocuklar, hayata nasıl tutunuyor, ertesi gün gözünü nerede açıyor?

Yeterince dernek, vakıf ve sosyal fayda sağlayan kurum var mı? Bu çocuklar kimlerin elinde?

Biz hangi travmadan söz edebiliriz? Şehirde büyüyen, özel okulda uygarca davranılan, zaten olması gerektiği gibi yaşayan birisi, diğerlerini anlayabilir mi? Avrupa'daki okullar gibi bizde de ilk önceliğin aristokrat ailelerin çocuklarına verildiği ortamlar içinde büyüyen çocuklarla, şiddete maruz kalan, enseste kurban giden, Necati Cumalı'nın kitaplarında anlattığı bu çocuklar arasında dağlar var desem olur. Erken büyüyen, çabuk gelişen, acı ile kıvranan ve sonuçta çevresine yeterli uyum sağlaması beklenemeyecek olan bu çocuklar büyüdüğünde hangi Yaşama Sanatı'ndan söz edecekler?

Mutlaka içlerinden çok farklı adımlar atarak kendisinden söz ettirecek değerli konulara imza atanlar çıkacak, bazen o yeteneklerin geçmişi bilmeyeceğiz.

Yaşıtlarının yaptığı zalimliklere sırtını dönebilen, erken yetişkin olan ve güçlü karekter olanlar her zaman fark yaratacak. Ama içindeki sızı bitecek mi?

Şehirli bakış açıları içinde, her sorunda terapiye gidebilme şansı olan, daha ötesi küçük şımarıklıklar ile ''Babam bana sesini yükseltti'' diye avucunu yanağına dayayan bir çocuk ile diğeri arasındaki fark, bizim cehaletimiz sayılır. Evinde ilginin merkezinde olan çocuk, sosyal alanda da o ilgiyi beklemeyi hak görebilir.

Ya diğeri?

Çocuk yok sayılmış, ilgi odağında olmayı bir yana bırakalım çocuk yok. Atılmış, satılmış, vazgeçilmiş, kırılmış.

Özgür Üniversitelerde, uygarlık tarihi derslerinde öğrencilere bilimin de din ve astrolojiden daha gerçek olmayan bir inanç sistemi olduğunun rutin olarak öğretildiği bilinen bir dönem var. Sanırım bu çocuklar o iki düşünce sistemi arasında da kalıp ''şükreden ' taraf oluyor olabilirler. Çünkü her kurtarıcı daha da bataklığa saplıyor olabilir.

İlkeler... İlkelerin yeniden düşünülmesi...

Ahlak...Yeniden sorgulanması...

Vicdan... Tamamen en ince nokta... İnsanı insan yapan..

Hangi Yaşama Sanatı? Neye göre, kime göre?.. Hangi koşullarda?.. Hepimiz bir ucundan tutsak, iki kişiyi bile kurtarsak çok kıymetli diyorum.

Soğukkanlılıkla...

Esmer Erdem kimdir?

Esmer Erdem, sanat tarihçi bir anne ile ressam bir babanın kızı olarak Ankara'da doğdu.

Sanatsal projeler ve sanatsal üretim alanında yoğunlaştı.

Hayatında iz bırakan en önemli dönemi, “Urart Okulu” denilebilecek sistem ve Mehmet Kabaş'a borçlu olduğunu vurgular.

Müze replikaları ve özel tasarım ürünlerle markaların üretiminde çalıştı, uzun süre DÖSİMM (Kültür Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü) için heykel, takı ve sanatsal obje üretti; dünya turizm fuarlarında 300 parçalık Eski Hitit'den günümüze kadar gelen Anadolu Uygarlıkları Replika Koleksiyonu'nu sergiledi.

Armaggan mağazalarının kuruluş, markalaşma ve konsept sürecinin belirlenmesinde yer aldı, "luxury handcraft" akımının Türkiye'de başlatılmasının öncülerinden oldu. Tüm atölye ve tasarım-üretim ekibinin oluşumu, Hereke tezgâhlarında Osmanlı kumaşları dokumasına kadar giden kültürel süreci kurdu. Gaziantep Tasarım Mağazası ile ‘kutnu kumaş'ın kullanım alanlarını genişleterek dünyaya tanıtılmasında rol üstlendi.

Edirne Tasarım, Zeugma Müzesi koleksiyonu, Cumhurbaşkanlığı özel hediyeleri, Ankara CSO tasarım mağazası, Atatürk Kültür Merkezi tasarım mağazası ile birçok kurum ve kuruluşta statü hediyeleri üretimi gibi iş ve sanat projelerinde yer aldı.

Esmer Erdem Sanat Tasarım Üretim Şirketini kurdu, çalışmalarına İstanbul ve Bodrum'da sürdürüyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Semboller ve renkler

Has yaratıcılık budur bence.. Renkler ve sembollerle oynayanların ilkesi ile yaşanacaklar.. Bir anlamda duyguları, duyarlılıkları, hazları, umutları öznel biçimde kurgulamak.. 

'Günlük!' diye başlayan yazılar..

Anılar gelir, aslında kendi kalakalmışlığına ağlarsın; varken hiç düşünmediğin olayları, birlikte geçirilen zamanları anımsarsın..

Özgürlük üzerine..

Acıdan, ayıplardan, baskılardan, hayata dayatılan engellerden ne zaman korkulmaz ve özgürleşilir?