12 Nisan 2025

Bir tabağı lüks yapmak için trüf gerekmez

Misafirler yüksek bir ücreti ödemeye karar verirken aslında bir değere yatırım yapmaya karar veriyor. Samimi bir hikâye, özenli bir sunum, duygu dolu bir deneyim ile menünüzdeki en pahalı yemek bile müşterinin gözünde haklı bir ödüle dönüşebilir

Bir restoranda menüye yüksek fiyatlı bir yemek koyduğumuzda, hepimizin aklında aynı soru belirir: “Misafirler bu ücreti ödemeye razı olacak mı?” Yıllar önce ilk kez maliyeti yüksek bir spesiyali menüye eklemem gerektiğinde ben de aynı endişeyi taşıyordum. O deneyim bana çok şey öğretti. Zamanla fark ettim ki aslında mesele, yemeğin yanındaki etiket fiyatından ziyade, müşteriye hissettirdiğiniz değer. Fiyatı sayfada gören müşteri için rakamlar ilk başta caydırıcı gelebilir, ancak sunulan deneyim ve algılanan değer yeterince yüksekse “pahalı” kavramı aklından uçup gidiyor. Yani algıyı doğru yönetirsek, her fiyat makul görülebilir. Bunu restoran yöneticiliğimde defalarca gözlemledim.

Örneğin menümüze 30 günlük kuru dinlendirilmiş, özel çiftlikten gelen bir bonfile eklemiştik. Fiyatı da haliyle ortalamanın epey üzerindeydi. İlk başta birkaç müşteri menüdeki rakama bakıp şaşırdı. Fakat sunum şeklini ve anlatım dilini değiştirdik: Sıradan bir “Bonfile” demek yerine, menüye “30 Gün Dinlendirilmiş Trakya Bonfilesi” diye yazdık ve altında etin hikâyesini kısaca anlattık. Garsonlarımız servis sırasında etin hangi lokal çiftlikten geldiğini, nasıl özenle hazırlandığını misafire aktarmaya başladı. Sonuç? Misafirler sadece bir yemek değil, bir hikâye satın aldıklarını hissettiler. Tabakta gelen ürünün ardında emek ve özen olduğunu bilmek, fiyat etiketini ikinci plana attı. Nitekim Cornell Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma da menüde yemeğin cazip bir tasviri yapıldığında satışların yüzde 27 arttığını ve müşterilerin o yemeği daha kaliteli ve fiyatına değer bulduğunu ortaya koymuş​. Demek ki birkaç sıfat, biraz hikâye, müşterinin gözünde yemeği bambaşka bir konuma yükseltebiliyor.

Tabii ki sadece yazı değil, deneyim de çok önemli. Müşteri restoranınıza yalnızca karnını doyurmaya değil, aynı zamanda unutulmaz anlar yaşamaya geliyor. Diyelim menünüzde fiyatı yüksek bir tatlı var,  mesela masada alevli bir şovla servis edilen suflei düşünün. Böyle bir sunum yapıldığında, o tatlı artık sadece bir tatlı olmaktan çıkıp küçük bir tiyatro performansına dönüşüyor. Misafir cep telefonuna sarılıp o anı ölümsüzleştiriyor, belki sosyal medyada paylaşıyor. İşte bu deneyimin kendisi, ödediği ücreti misafirin gözünde haklı çıkarıyor. Hatta İngiltere’de yapılan bir anket, Instagram’da güzel görünecek bir mekânda yemek yiyebilmek için insanların kişi başı ortalama 28 pound (bugünün kuruyla yaklaşık 1400 TL) fazladan ödemeye razı olduğunu gösteriyor​. Düşünün, sadece estetik ve deneyim uğruna ekstra bir bedel kabul ediliyor. Bu da bize şunu anlatıyor: Eğer misafire anlatacak bir anı, gösterilecek bir deneyim sunarsanız fiyat etiketine takılmıyor, hatta bunun için memnuniyetle daha fazla ödüyor.

Deneyimin önemli bir parçası da sunum ve görsellik elbette. “Göz doymadan gönül doymaz” sözünü boşuna dememişler. Şık bir sunum, porselenin üzerindeki küçük sanat dokunuşları, renklerin uyumu, bunlar müşteriye daha ilk bakışta “özel bir şey” yediğini hissettiriyor. Kendi tecrübemden bir örnek vereyim: Menüdeki klasik bir mezemizi iki farklı şekilde sunduk. İlkinde tüm malzemeleri basitçe tabağa koyduk. İkincisinde ise aynı malzemeleri tabakta adeta bir tablo gibi düzenledik, üstüne de yenilebilir çiçekler ve ufak dokunuşlar ekledik. İnanır mısınız, ikinci sunum misafirlerden çok daha fazla övgü aldı ve insanlar aynı meze için daha yüksek bir fiyat ödemeye razı oldular. Bu sadece bizim gözlemimiz değil; Oxford Üniversitesi’nde yapılan ünlü bir deneye göre de, sıradan bir salata eğer Kandinsky’nin bir tablosundan ilham alınarak artistik biçimde sunulursa, insanlar o salataya normal halinin iki katı fiyat biçebiliyorlar​. Yani lezzet aynı lezzet, ama sunum sanata dönüştüğünde algılanan değer uçuyor. Görsel estetik, bir yemeğin değerini katbekat artıran gizli bir baharat adeta.

Bir diğer kritik unsur, hikâyeleştirme ve duygusal bağ kurma. İnsanlar yedikleri yemeğin arkasında bir anlam, bir duygu hissetmek istiyor. Mesela menünüzdeki bir yemeğin tarifinin şefin anneannesinden geldiğini söyleseniz, o yemeğin duygusal değeri bir anda yükselir. Geleneksel bir dokunuş, nostaljik bir anlatı, müşteriyi geçmişe götüren bir detay… Bunlar müşterinin kalbine giden gizli yollar. Menünüzde “anne usulü” ya da “geleneksel taş fırında pişmiş” gibi ifadeler görmüşsünüzdür; bunlar basit pazarlama hileleri değil, gerçekten de işe yarıyor. Nostalji veya aile tarifleri vurgusunun, duygusal bağ kurarak premium fiyatı haklı çıkardığı biliniyor​. Ben de yıllar içinde menü açıklamalarında bu tekniği benimsedim. Örneğin, restoranımızda spesiyal bir çorbaya “Nineanne Çorbası” adını verip altında gerçek bir aile anısı paylaştığımızda, müşteriler bu çorbayı daha bir iştahla sipariş etmeye başladılar. Üstelik fiyatı benzer çorbalardan yüksek olmasına rağmen. Çünkü artık o çorba, sadece bir tabak çorba değil; kültürel bir mirasın devamı, bir aile geleneğinin parçası haline gelmişti. Müşteri de bu hikâyenin bir parçası olmak için seve seve ödeme yapıyor.

Gelelim ürünün arkasındaki emeği vurgulamaya. Mutfakta bir yemeği mükemmel hale getirmek için harcanan emek ve zaman çoğu zaman görünmez kahramandır. Ama bu görünmez kahramanı müşteriyle tanıştırmak, fiyat algısını yumuşatmanın harika bir yoludur. Diyelim ki menünüzde el yapımı ravioli var ve fiyatı hazır makarnaya göre yüksek. Menüde bu yemeği tanıtırken “her sabah taptaze elde açılmış ravioli” ifadesini kullanmak, o an müşterinin zihninde mutfaktaki ustayı canlandırır. Artık o fiyat, sadece bir tabak makarnaya değil, ustanın becerisine ve harcadığı zamana ödenen bir saygı gibidir. Araştırmalar da bunu destekliyor: El yapımı ürünlerin, endüstriyel muadillerine kıyasla daha otantik ve değerli algılandığı, bu yüzden tüketicilerin ortalama %17 daha fazla ödemeye razı olduğu bulunmuş​. “Elde yapılmış”, “günlük hazırlanır” gibi ifadeler bu nedenle menüde sihirli birer sözcüktür. Ben kendi restoranımda, ne zaman bir yemeğin hazırlık sürecini (örneğin “12 saat fırınlanmış dana kaburga” gibi) belirtsem, o ürünün satışlarında ve müşteri memnuniyetinde artış gördüm. İnsanlar emek verildiğini duyduklarında, ceplerinden çıkan paranın hakkını buluyorlar.

Son olarak da yerel kaynak ve sürdürülebilirlik konusuna değinmeden olmaz. Günümüzün bilinçli yemek meraklıları, tabağındaki ürünün nereden geldiğini, ne şartlarda üretildiğini önemsiyor. Eğer menünüzdeki pahalı bir balığın, küçük bir Ege kasabasından o sabah tutulup geldiğini söylerseniz veya salatanızdaki peynirin sadece belirli bir yaylada yetişen koyunların sütünden yapıldığını belirtirseniz, inanın müşterinin gözünde o yemeğin değeri birkaç kat artıyor. Çünkü artık o yemek aynı zamanda etik bir tercih ve desteklenmesi gereken bir hikâye barındırıyor. Global ölçekte de trend bu yönde: Yapılan bir ankette tüketicilerin %70’i, çevre dostu ve sürdürülebilir uygulamalar yapan restoranlarda yemeğe daha fazla para ödemeye hazır olduklarını belirtmiş​. Yerel ürün kullanan restoranları özellikle tercih eden büyük bir kitle var; İngiltere’deki bir araştırmada katılımcıların %61’i menülerde yerel kaynaklı malzeme görmek istediğini söylemiş mesela. Kendi deneyimlerimde de gördüm ki, menüde yerel üreticinin adını geçirmek bile müşteride güven ve takdir uyandırıyor. Bir keresinde menümüze “Kaz Dağları’ndan toplanan kekiklerle marine edilmiş kuzu pirzola” diye bir yemek eklemiştik. Fiyatı yüksekti çünkü gerçekten de özel bir üründü. Ancak müşteriler bırakın pahalı bulmayı, aksine böyle bir yemeği denemek için sabırsızlandılar. Çünkü o yemeği yemekle sadece damak tadı değil, aynı zamanda bir bölgenin hikâyesine ortak olacaklarını hissettiler.

Görüyoruz ki aslında menüdeki yüksek fiyatlı bir ürünü satmanın sırrı, fiyata odaklanmaktan ziyade değere odaklanmakta. Dünya çapında başarılı restoranlar bu nedenle sadece yemeğin lezzetine değil, onun sunumuna, anlatımına ve ardındaki felsefeye yatırım yapıyor. Michelin yıldızlı bir restorana gittiğinizde ödeyeceğiniz hesap kabarık olabilir; ama orada size sunulan, sadece pahalı malzemeler değil, şefin sanatı, kusursuz bir servis tiyatrosu ve unutulmaz bir deneyim paketidir. Keza daha popüler bir örnek vermek gerekirse, Nusret’in dünyaca meşhur altın kaplamalı steakleri var mesela,  fiyatları astronomik olsa da insanlar kuyrukta bekleyip o deneyime para döküyor. Neden? Çünkü orada yedikleri şey sadece et değil; tuz serpme şovundan mekânın atmosferine, “ben orada yedim” diyebilecek olmaya kadar bir bütün deneyim satın alıyorlar. Fiyat etiketini bir engel değil, bir kalite sembolü haline getirmek işte bu şekilde mümkün oluyor.

Bu anlatılanların ışığında, belki siz de menünüzdeki en pahalı ürünlere şöyle bir yeniden bakmak istersiniz. Acaba her birinin arkasındaki hikâyeyi yeterince vurguluyor musunuz? Sunumuyla, anlatımıyla, malzemesiyle “Bu fiyata değer” mesajını güçlü bir şekilde verebiliyor musunuz? Eğer tereddüt ediyorsanız, yukarıdaki örneklerden ilham alarak ufak dokunuşlar yapmayı deneyin. Unutmayın, misafirler yüksek bir ücreti ödemeye karar verirken aslında bir değere yatırım yapmaya karar veriyor. Onlara bu değeri hissettirin. Samimi bir hikâye, özenli bir sunum, duygu dolu bir deneyim ile menünüzdeki en pahalı yemek bile müşterinin gözünde haklı bir ödüle dönüşebilir. Ve belki de yazıyı bitirirken aklınızda şu soru belirir: “Menüme dönüp bir daha bakmanın zamanı geldi galiba?” Eğer öyleyse, doğru yoldasınız demektir. Afiyet olsun!

Ertan Çakmak Kimdir?

"Gastronomi ve konaklama sektöründe geniş çaplı operasyonel yönetim ve stratejik büyüme konularında uzmanlaşan Ertan Çakmak, uluslararası çapta önemli projelerde görev almış bir yöneticidir. Lisans eğitimini Turizm İşletmeciliği bölümünde, Çanakkale Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra. Amerika Birleşik Devletlerinde, Harvard Üniversitesi’nde Arts & Mixology ve BCAE’de WSET şarap eğitimlerini tamamlayıp. Daha sonraki dönemlerde de  Mikro MBA programını bitirdi.

 Vakko A.Ş. Gıda Grubu Operasyon Direktörü olarak, 30’dan fazla restoran ve lüks bir otelin operasyonlarını yönetmekte; verimlilik, kalite ve misafir deneyimini en üst seviyeye çıkarmak için sektörel en iyi uygulamaları hayata geçirmektedir. Türkiye’de bulut mutfak sistemleri ve dijital gıda hizmetleri alanında öncü projelerden biri olan Migros One Kitchen’ın kurucu ekibinde yer aldı, 2022’de tek siparişle başlayan operasyonların 2023’te 755 bin siparişe ulaşmasını sağlamış ve sipariş hacmini sadece iki yıl içinde dört katına çıkardı.

Ertan Çakmak’ın uluslararası tecrübesi, Formula 1, Avrupa Şampiyonası ve diğer küresel etkinliklerin operasyon yönetiminde aktif rol almasını sağladı; Joël Robuchon gibi Michelin yıldızlı şeflerle çalışma fırsatı buldu ve dünya çapında ödüllü restoranlarla iş birlikleri yaptı. DO & CO, Zuma, Mikla gibi prestijli markalarla çalışan Çakmak, Avusturya ve ABD’deki fine dining ve lüks restoran projelerinde yönetici olarak görev aldı.

Akademik alanda da katkı sağlayan Çakmak, Özyeğin Üniversitesi’nde gastronomi ve işletme yönetimi dersleri verdi, sektördeki bilgi birikimini yeni nesil profesyonellere aktardı. Oxford tarafından hazırlanan “Türkiye’nin En Başarılı 1000 Kişisi” ansiklopedisi arasında yer alarak, sektöre sağladığı katkılar tescillendi. Gastronomi, dijital dönüşüm, bulut mutfak sistemleri ve operasyonel mükemmeliyet üzerine araştırmalar yapan ve yazılar kaleme alan Çakmak, sektörel trendleri takip ederek bu alanlarda yenilikçi yaklaşımlar geliştirmeye devam ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Ezberden içtenliğe uzanan hizmet kültürü

Müşteriler bir gülümsemenin ezberden mi yoksa gönülden mi geldiğini her zaman fark eder. Restoranda yaratılan ambiyans kadar, o ambiyansı samimiyetle yaşatan insanlar akılda kalır

Restoranlarda servis hızı ve müşteri memnuniyeti dengesi

Bir restoranda “hız mı kalite mi” sorusu basit bir tercih değil; işletmelerin her ikisini de dengeleyerek müşteriye etkileyici ve tatmin edici bir deneyim sunması gerekiyor

Kapıyı kim açarsa gecenin ritmini o belirler

Unutulmaz bir misafir deneyimi, güçlü bir marka itibarı ve yıllar sürecek bir sadakattir. Barajı sen açarsan, ne masa taşar, ne misafir taşar. Her şey ritminde akar. Ve o ritmi yöneten sensin

"
"