12 Nisan 2020

İki mermi, iki suikast ve Birinci Dünya Savaşı'na da bağlanan Berlin-Bağdat Demiryolu

1914 yılında milyonlarca mermi atılmasına rağmen, sadece ikisi, dünya tarihinde derin etki yaratır…

Avusturya-Macaristan İmparatoru Francis Joseph 1914 yılı Nisan ayında ciddi bir solunum rahatsızlığı yaşar. Hayatı pamuk ipliğine bağlıdır. Tahtın tek varisi Veliaht Prens Ferdinand tahtı devralmak üzere her an başkente gidecek şekilde hazırlıklarını sürdürür. Ancak, ihtiyar adam ölüme direnir. Times, o günlerde Viyana'da yaşlı imparatoru hayata bağlayan tek şeyin nefret ettiği kuzenine tahtı bırakmamak olduğunu yazar. İmparator iyileşir ve aradan iki ay geçer. Yazın o güzel sıcak günlerinde bu defa Arşidük Veliaht Franz Ferdinand'ın görevli olarak Saraybosna'ya gitmesine engel olabilecek pek çok nedeni vardır. 

Veliaht Franz Ferdinand 4 Haziran günü imparatorla konuşarak, Bosna'da yapılması önceden planlanan askeri manevraya Ordu Genel Müfettişi sıfatıyla katılmasından affedilmesini ister. İmparator cevap olarak böyle bir itirazı makul görebileceğini söylemekle beraber, görevi alması halinde eşi Sophie'nin de ziyarete katılabileceğini nazik bir biçimde iletir. Bunun anlamı, sevgili eşi Sophie'nin bu seyahatte kendisine resmi bir görevle eşlik edebileceğidir. Üstelik evliliklerinin tam 10'uncu yıldönümünde.

Tarihte bazı olaylar kendilerinden beklenen gerçekliklerden farklı sonuçlara yol açabiliyor. 1914 yılında milyonlarca mermi atılmasına rağmen, sadece ikisi, dünya tarihinde derin etki yaratır. Bunlardan birincisi Gavrilo Princip'in Browning otomatik silahından çıkan merminin, Ferdinand'ın yakasından girip, boynuna saplanması. Diğeri ise Fransa Maliye Bakanı Joseph Caillaux'nun eşi Henriette'in, evliliği ile ilgili özel bir sırrı yazacağı endişesiyle Le Figaro Editörü Gaston Calmette'yi yine bir Browning silahla öldürmesi.

Alman gazetesi Kölnische Zeitung, Mösyö Caillaux'nun kısa bir süre sonra Fransa'da Başbakan olarak göreve gelebileceğini ve Dışişleri Bakanı olarak atanması kuvvetle muhtemel sosyalist politikacı Jean Jaures'nin Alman sosyalistlerinin üzerindeki etkisi ile savaşın çok uzak bir ihtimal olarak durduğunu yazar.


'Herkes ölüyor, bir tek ben ölmüyorum' sözüyle de bilinen Avusturya Macaristan İmparatoru Francis Joseph

Mösyö Caillaux, ülkesinin İngiltere ve Rusya ile ilişkisine soğukluğu dolayısıyla Almanya ile kalıcı barışı sağlayabilecek bir kişiliktir. İngiltere o sıralar İrlanda'daki Ulster ayaklanması ile ciddi bir uğraşı içindedir. Fransa'nın Almanya'ya göre sanayi üretiminde oldukça geri kalması, Rusya'nın Polonya sınırına kadar getirdiği demiryolu ile sağladığı askeri mobilizasyon potansiyeli, karşılıklı savaş ittifakları konusundaki tereddütleri daha da artırır.

Avusturya-Macaristan: Milyonlar öldü, bir tek o ölmedi

Gelelim Haziran 1914 öncesi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na. Francis Joseph 1848-1916 tarihi arasında tam 68 yıl aralıksız olarak imparatorluk görevini acımasız bir şekilde sürdürür. Kendisinden küçük kardeşi Meksikalı bir silahlı grup tarafından kurşuna dizilmiştir. Karısı Elizabeth (Sisi) 1898 tarihinde bir İtalyan anarşist tarafından öldürülür. Sonuncu olayda, kuzeni Ferdinand Saraybosna'da suikasta kurban gider.

Joseph, tahta çıktıktan 5 yıl sonra bir suikast girişimine uğramasına rağmen, boynuna gelen bıçak darbesinden üniformasındaki apoletleri sayesinde kurtulur. En son olarak, 1910 yılında Bosna'daki tren istasyonunda suikastçinin aşırı heyecandan ele geçirilmesi sayesinde yine hayatta kalır.

Yakınındaki insanlar Francis'in ölümle kol kola gezmeyi sevdiğini, Avusturya'daki tatil beldesi Bad Ischl caddelerinde tek başına gezerek bunu adeta meydan okuyarak ilan ettiğini söylerler. “Herkes ölüyor, bir tek ben ölmüyorum” ifadesini oldukça sık kullanan yaşlı imparator Francis'in, uzun süre yaşayarak başta Birinci Dünya Savaşı olmak üzere birçok farklı olayla milyonlarca insanın ölümüne neden olduğunu söylemek fazla abartılı bir anlam taşımamalıdır.


Saraybosna'da 28 Haziran 1914'te eşi Sophie ile öldürülen Avusturya Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinand

Avusturya İmparatorluğu'nun bir parçası olan Macaristan, devrim sürecine kadar varlığını Habsburg ailesinin zulmü altında sürdürür. 1848 yılında Paris'te başlayan devrimin Avusturya'yı şiddetle etkilemesi sonucunda, Macar halkı isyan eder. Siyasi ortam sürdürülemez hâle gelir. Avusturya karşı-devrim mücadelesinde beraber olduğu, “Kutsal İttifak” ortağı Rusya'dan gelen destekle isyanı ancak bastırabilir.

Ancak ara veren isyan durmaz. Bütün şiddetiyle devam eder. Devrim sonuçlarını gösterir ve sonunda imparatorluğun yönetimi eşit koşullarda iki parlamentolu bir modelle yer değiştirerek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hâline dönüşür. Bu modelle İmparator-Kral uygulaması başlar. Francis Joseph, Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı olur. Yeni yapılanmada, ortak Dışişleri, Milli Savunma ve Maliye bakanlarını Viyana belirler. Diğer hükümet üyelerini her iki ülkenin kendi parlamentolarının atadığı, iç işlerinde serbest ikili hükümet yapısına geçilir. Siyasi model olarak ciddi bir sorun vardır. Macar olmayan azınlıklar ve genelde Slav topluluklarının tamamı, Macaristan siyasal yapısı içinde kümelenmiştir.

İmparator Joseph, 1903 yılına kadar kör döğüşü şeklinde geçen süreçte, ülkedeki azınlıkların, Alman, Slovak, Sırp, Hırvat veya Romen, sorunları ile hiç ilgilenmez. Kendisine yönelmesi olası tüm sorunları yasa ile engeller. Macar Kralı unvanı olmasına rağmen, sorunları Macar otoritelerine havale ederek, kendisini olaylardan soyutlar.

Ferdinand: Son ümidimizdin…

Veliaht prens Arşidük Ferdinand siyasi konularda imparator amcası ile aynı düşüncede değildir. Macar idaresi altında kümelenen toplulukların monarşinin en temel sorunu olduğunu kavrayan Ferdinand, Bohemyalı Çekler, Bosnalı Sırplar ve Hırvatların ayrılıkçı hareketlerinin iyi bir şekilde algılanması gerektiğini düşünür. Ferdinand, Macarların taşeron olarak kullanılmasıyla işin çözülemeyeceğini kavrar. Arşidükün en yakından gözlemlediği halk, nüfusu 3,2 milyonu bulan Romen'lerdir. Eşi ile yaptığı bir ziyaret sırasında bölge halkının kendisine gösterdiği yakınlıktan çok etkilenir. Daha ilginci, ölümü ertesinde yapılan törende Hofburg Şapeli'ndeki katafalkı üstünde Romenlerin gönderdiği görkemli bir çelenk durmaktadır. Çelenkin üzerinde kalın harflerle “Son ümidimizdin, en içten sadakatimizle” yazısı yer almaktadır.

Ferdinand'ın böyle bir sadakati hak edip etmediği sorgulanırsa, yaptığı özel yazışmalardan, geleneksel Alman-Habsburg, Avusturya-Hohenzollern ve Rus-Romanov saltanatlarının acımasızca sürdürdükleri mutlak monarşizme karşı olduğu görülür.

Ferdinand'a göre Avusturya için üç değişik siyasi model olabilir; bunlardan birincisi Alman ırkına hegemonya sağlayan Merkezi Yönetim anlayışı, ikincisi halen uygulanan İkili Yapı yani Alman-Macar ortaklığı ve kendi savunduğu Monarşik Federalizm. Eğer federalizm kabul görürse imparatorluktaki tüm uluslar eşit haklara sahip olabilecektir.

Genç yaşlarda Amerika Birleşik Devletleri'ni ziyaret ederek ülkeyi baştan başa trenle geçen Arşidük, 1906 yılında yazdığı bir makalede, ülkesi için Amerikan modelinin çok uygun olduğunu ifade eder. Amerikan modeli Sırbistan tarafından önerilen Güney Slavları sorununa karşı bir çözüm olabilir miydi, sorusunu araştırır. Avusturya ise, 1878 yılında işgal ettiği Bosna-Hersek'i daha sonra 1908'de ilhak ederek, Bosna'yı kendi toprağı gören Sırbistan için savaş nedenini zaten oluşturmuştur.

Macarlar, Bosna'nın Avusturya tarafından ilhak edilmesiyle, Bohemya Slavları (Çekler) ile Bosna Slavları arasında kalarak baskılanan ülkelerinin oldukça zor bir durumda kaldığını iddia ederler. Bazı yazarlar bu olayı, Macar Krallığı'nın 1526 yılında Türklere karşı aldıkları Mohaç yenilgisiyle eşdeğer tutarlar.

Arşidük veliaht Alman Kayseri Wilhelm'e yazdığı bir mektupta, Avusturya'nın Macaristan'ı federal yapıyla yeniden şekillendirmesinin şart olduğunu belirterek, bunun kılıç zoruyla bile yapılabileceğine işaret eder. Bu iddia Avusturya-Macaristan İmparatoru Francis'i çok düşündürür. Nitekim, Ferdinand'ın önerdiği Amerikan modelinden çok rahatsız olan imparator, Arşidükün Bosna'da öldürüldüğü haberini aldığında oldukça rahatlar. Artık, “ülkesi için en büyük tehlike” ortadan kalkmıştır.

28 Haziran 1914 tarihindeki suikast ertesinde tutuklanan 7 Bosnalı terörist sorgulamalarında, ilerde imparator olması halinde, büyük Sırp ideali için en büyük tehlike olan “federatif sistemi” önermesi olası birini öldürmenin onlar için bir şeref olduğunu söylerler. Arşidükü öldüren 19 yaşındaki Gavrilo Princip ve diğer arkadaşı Nedjelko Carbrinovic verdikleri benzer ifadelerde adeta aynı şeyleri söylerler. “Arşidük Federal bir Monarşi kurmaya çalışıyordu, bu büyük Sırbistan'ın önündeki en büyük engeldi.”

Bugün Bohemya sınırları içinde bulunan Terezin'deki hapishanede 1916 senesinde hastalanarak ölen Gavrilo Princip ile son günlerinde görüşen hapishane psikiyatristi Dr. Martin Pappenheim, Birinci Dünya Savaşı'na neden olduğu üzüntüsüyle uzun süre acı içinde kıvranan mahkûmun, son günlerinde suikasti yapmasaydı yine de savaş çıkabilirdi düşüncesi ile kendisini teskin etmeye çalıştığını söylemiştir.

Veliahdın ziyaret günü 28 Haziran öncesinde Birinci Kosova Savaşı'nı anmak için Saraybosna sokaklarının Sırp bayrakları ile donatılması, Genel Vali General Oskar Potiorek'i çok kızdırır. Suikast sırasında hayatını kaybedecek olan Potierek, başından beri Bosna'daki gelişmeleri abartarak ilettiği Avusturya Genelkurmayı'nı her vesile ile savaş için kışkırtmıştır.

Almanya'nın suikaste tepkisi bambaşka bir şekilde gelişir. İki hafta önce Bohemya'da karşılaştığı sevgili dostu Franzi'nin (Franz Ferdinand) ölüm haberini alan Kayser Wilhelm şok geçirir. Wilhelm o ana kadar Avusturya'nın Sırplarla savaş yapma düşüncesini hiç ciddiye almamıştır. Ama durum değişmiştir. Alman Parlamentosu Reichstag durumu anında değerlendirir ve Sosyal Demokrat ağırlıklı parlamento savaş kararına hemen onay verir. Böylece Caillaux'nun Fransa Başbakanı, Jean Jaures'nin Dışişleri Bakanı olması olasılığında sosyalist dayanışma ile değişebilecek dünya koşulları artık çok farklı gelişmelere gebedir. Almanya ile Fransa hızla birbirlerinden uzaklaşacaktır.

Tanzimat Fermanı ve Bosna Hersek'teki hayal kırıklığı

Bosna'da son yüzyılda oldukça önemli gelişmeler yaşanır. Yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı egemenliğinde kalan Müslüman ağırlıklı Bosna Hersek, 19. yüzyılın başından itibaren açlık, kıtlık, sosyal ilişkilerde bozulma ve Osmanlı yöneticilerinin başı bozuk keyfi yönetimleri nedeniyle İstanbul'a karşı soğuk ilişkiler içine girer. Tanzimat Fermanı ile Müslüman olmayan milletlere geniş hak ve menfaatlerin sağlanması eyalette çoğunluk olan Müslüman nüfusta ciddi bir tedirginlik ve hayal kırıklığı yaratır. Ülkenin tuz, gümüş ve kereste kaynaklarının Osmanlı yönetimi tarafından adeta sömürülmesi ve sonrasında Tanzimat Fermanı'nın gayrimüslimlere sağladığı haklar Bosna'nın Müslüman beylerini düşündürür. 1844 tarihinde Osmanlı yönetimine ültimatom vererek durumu protesto ederler.

Osmanlı Sultanı bu protestoyu affetmeyerek Avusturya kökenli devşirme Ömer Paşa'yı isyanı bastırmak için Bosna'ya gönderir. Paşanın Mayıs 1850 tarihinde Saraybosna'ya gelişi ertesinde Bosna'nın güçlü beyleri Ömer Paşa'ya karşı stratejiyi nasıl yürüteceklerini düşünürler. Duayen bey Ali Stocevic Rizvanbegovic'in başkanlığında yapılan toplantılarda Tanzimat'ın Bosna'da yarattığı sorun ve şüpheler dile getirilerek, yeni sürecin başarılı olması halinde, Bosna'nın Osmanlı'dan ayrılmak zorunda kalabileceği yolunda sert bir bildiri yayınlanır. Ali Bey gelecek 30 yıl içinde Bosna'nın Bosnalıların olacağı tehdidini savurarak, Osmanlı yönetimini protesto ve tehdit eder.

Günümüzde Hırvatistan'da kalan Lika doğumlu Avusturya'dan askeri eğitimli Ömer, 1815'li yıllarda Bosna'ya kaçarak Müslüman olur. Daha sonra padişahın gözüne girerek paşa unvanını alır. Ömer Paşa 1854 yılında Kırım Savaşı'na katılan Osmanlı birliklerinin kumandanlığını üstlenecektir.

Bosna'ya 8 bin kişilik düzenli ordu, 2 bin Arnavut başıbozuk kuvveti ve 34 güçlü topla gelen Ömer Paşa, Bosnalı beylere çok kızar ve isyanı çok ağır bir şekilde bastırır.

Ömer Paşa Belgrad'daki askeri komutana yazdığı mektupta; “Lütfen en içten saygılarımı Hafız Paşa'ya iletiniz. Ayrıca kendisine bugünlerde Sava Nehri'nde yüzen ve Bosna'da Doboj'da nehre döktüğüm Boşnakların etiyle beslenen balıkları yememesi gerektiği bilgisini de veriniz” ifadesini kullanarak, yaptığı zalimliği anlatır.

Bosna Hersek'teki Ömer Paşa harekâtı sonraki yıllarda Balkanlar'daki Hristiyan halklarının İstanbul'a reform baskılarını artırmalarına neden olur. Bosnalılar da aynı Sırp kökenli halklar gibi imparatorluktan ayrılma hayalleri kurmaya başlarlar. Ömer Paşa'nın zalim tutumu, Avusturya'nın ülkelerini 1878 yılında işgale kalkıştığı günlerde Bosna halkının neden duyarsız kaldıklarını açıklayan iyi bir gerekçedir.

Kayser Wilhelm'in rüyası

Ferdinand suikastının yaşandığı eski Osmanlı toprağı Bosna Hersek 1878 yılındaki işgalden tam 30 yıl sonra bir olup bittiyle Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun parçası olur. Bu gelişmeye diğer büyük devletler ses çıkarmadığı gibi, Sırbistan'ın yakın dostu ve Japonya mağlubu Rusya da sessiz kalır. Hatta Bosna üzerinde gizli emelleri olan Sırbistan'ı sakin olması gerektiği şeklinde uyarır. Tüm bunlar dünyada bir değişim olduğuna işaret etmektedir. Uzakdoğu'da Rusya'nın Japonya'ya yenilgisi ile sonuçlanan 1905 savaşı özellikle mazlum ülkeler üzerinde derin bir hayranlık ve kurtuluş ümidi yaratır. Büyük güçler de yenilebilmektedir. Hem de Uzakdoğu'da henüz bilinmeyen bir Japonya'ya.

Mağlup Rusya'nın savaş sonrası içine düştüğü mali kriz ertesinde başlayan demiryolları grevi doğudaki Rus ordusunun batıya mobilizasyonunu geciktirerek, Rus sosyalistlerinin devrim sürecindeki başarısını hızlandırır.

Öte yandan, Bismarck'ın Şansölye olarak Avrupa içinde birleşik ve güçlü Almanya yaratma çabası ve monarşilere isyan eden devrimcilerle yürüttüğü etkin mücadele, 1890 yılında yaşlı Şansölye'nin görevden alınması ile birlikte kesintiye uğrar. Avrupa'da artık Bismarck'sız yeni bir dönem başlar.

Avrupa dışındaki dünya ile hiç ilgisi olmayan eski Şansölye'den sonra hakimiyeti eline alan tecrübesiz Kayser'in tek bir hedefi vardır. Aile olarak kan bağının olduğu iki ülke, İngiltere ve Rusya'ya karşı yeni bir emperyal strateji yaratmak. Temel hedefi hemen kurgular. İngiltere ve Fransa'nın Afrika ve Hindistan; Rusya'nın Sibirya emperyal emellerine karşı “Osmanlı topraklarını kullanarak eski kutsal yollar üzerinden dünyayı ele geçirmek.”

Bu amaçla 1898 yılında Osmanlı Devleti'ne yaptığı ilk ziyaretinde İstanbul'un yanında Kudüs ve Şam'ı ziyaret eder. Selahaddin Eyyubi'nin mezarına giderek dua eder. Müslüman halka yakın ve sıcak sinyaller gönderir. Bir defasında “Buraya gelmeden önce Hristiyan olmasaydım, kesinlikle Müslüman olurdum…” diyerek herkesi şaşırtır. Bu arada, Siyonizm'in ilk önderi Teodor Herzi'yi İstanbul'daki resmi toplantılarda gizleyerek, gazeteci olarak Padişah Abdülhamid'e takdim etme gafının yanında, Alman Dışişleri'nin ciddi uyarılarına ragmen, Kudüs'e de götürerek, İsrail'le ilgili Yahudi emellerinin ilk savunucusu olduğunu adeta ilan eder.

Kayser Wilhelm, Osmanlı İmparatorluğu'nu ve Halife sıfatına sahip padişahı kullanarak Alman ulusunu İslam dini ile işbirliğine teşvik etmenin yeni yollarını araştırmaya koyulur. Sonuç olarak hedef bellidir. Rusya'nın Orta Asya'daki 30 milyon, İngiltere'nin Hindistan ve Mısır'daki 100 milyon ve Fransa'nın Kuzey Afrikadaki 20 milyon İslam tebasını Osmanlı Padişahı'nın yayınlayacağı cihadla isyana teşvik edecektir. İngiltere, Rusya ve Fransa'yı zayıf düşürmek, Alman sanayisi için gerekli hammaddeyi bakir Osmanlı topraklarında ele geçirmek en büyük hayalidir. Büyük İskender'in hayalini yeniden yaratmak istemektedir.


Bağdat-Berlin Demiryolu rotası

Osmanlı topraklarında ilk demiryolu

Osmanlı topraklarında demiryolu ilk olarak 1860 yılında İzmir-Kasaba arasında İngilizler tarafından inşa edilir. İkinci hat ise İngilizlerin Fransızlara ait Süveyş Kanalı hisselerini satın alması sonrasında kontrolü ele geçirdiği Akdeniz boyunca inşa edilen Mersin ve Adana'yı bağlayan hattır. Osmanlı'yı Avrupa'ya bağlayan Batı Hattı ise 1889 tarihinde tamamlanmıştır.

Daha önceleri imparatorluk tarafından Doğu eyaletleri arasındaki bağı ve lojistiği geliştirip, güçlendirmek için düşünülen Asya Demiryolu Projesi, İngilizlerin Damat Mahmut Celalettin Paşa'yı kullanarak geliştirdikleri projenin kabul görmemesi sonrasında, Kayser'in siyasi başarısı ile Alman mühendislerine teslim edilir.

Asya kıyılarında Mayıs 1906 yılında inşaatına başlanan muhteşem Haydarpaşa İstasyonu inşaatı, projede öngörülenden daha önce, 1908 yılında tamamlanarak hizmete girer. Alman mühendisler Toros Dağları üzerinde daha önce Büyük İskender'in de kullandığı Kilikya geçidinde incelemeler yaparak işe koyulurlar.

Çalışmalar yürütülürken Alman sanayisinin gereksinimi olan petrol ve maden kaynaklarını da araştırmaya başlarlar. Alman sanayi ürünleri için yeni ve büyük bir hammadde kaynağı ve pazar gözler önünde belirmeye başlar. Demiryolu hattı önünde sadece Rusların koyduğu genel bir sınır vardır. Rus İmparatorluğu'nun sınırı. Rusya bu sınıra makul olarak yaklaşan bir demiryolu hattını bile savaş nedeni olarak çoktan ilan etmiştir. Bu arada İzmit-Ankara hattı 1892 ve Eskişehir-Konya bağlantısı da 1896 yıllarında tamamlanır.

1899 Aralık ayında ise bugünkü değeri ile yaklaşık 100 milyon ABD Doları'na eşdeğer bir kredinin Osmanlı Hazinesi'ne aktarılması ile ilgili olarak Osmanlı Bayındırlık Bakanı Zihni Paşa ile Deutche Bank temsilcisi Georg Siemens arasında ikili anlaşma imzalanır. Konya – Bağdat - Basra arasındaki demiryolunun 8 yıl içinde gerçekleştirilmesi koşuluyla ve kilometre garantili olacak şekilde imza altına alınan bu anlaşma ile gözden kaçırılan gizli izinler, ülkenin tarih zenginliğinin ciddi bir kısmının Almanya'ya transferine yol açacaktır.

15 Kasım 1899 tarihli Padişah iradesi ile maden imtiyazına ek olarak, Alman madencilerin keşfettikleri tüm tarihi bulguların Almanya'ya aktarmalarına izin verilecektir. Berlin Müzesi'ne gidildiğinde bu düşüncesiz kararın sonuçlarının nelere mal olduğu, halen bile ziyaretçilerin gözleri önünde apaçık sergilenmektedir.

Osmanlı için önemli bir siyasi gelişme ise, Asya demiryolu projeleri üzerindeki ilk çalışmaları yürüten Sultan Mahmud'un torunu ve Abdülhamid'in kızkardeşi ile evli Damat Mahmut Celalettin Paşa'nın, iki oğlu Prens Sabahattin ve Lütfullah'la birlikte demiryolu anlaşması imzalanmadan 9 gün önce, 14 Aralık 1899 tarihinde ülkeyi terk etmeleridir.


Bergama'dan sökülerek Almanya'ya götürülen Pergamon Athena Tapınağı Propylon girişi, Berlin Müzesi

Berlin-Bağdat Demiryolu'nun Ferdinand suikasti ile bağlantısı

Ferdinand soruşturmasını yürüten savcı, Princip'in suikast girişiminden daha önce, diğer militanlar tarafından protokol konvoyuna fırlatılan el bombası konusunu araştırırken, kendisini oldukça karışık bir senaryonun içinde bulur. Savcı, Arşidük'ün resmi ziyareti öncesinde Bosnalı jandarma ve Avusturya askeri birliklerinin neden güvenlik görevini yerine getirmediklerini ısrarla sorgular. Koruma işini sadece 36 kişilik bir güvenlik birimi yerine getirmiştir. Dahası, protokol konvoyunun takip edeceği yol güzergâhı, bir gün öncesinden bütün Bosna gazetelerinde ayrıntılı olarak yayınlanmıştır. Üstelik Ferdinand'ın şoförü Latin Köprüsü üzerinde iken çok garip bir manevra yapmıştır. Yolu karıştırdığı bahanesi ile aracını durdurmak suretiyle, protokol aracını suikastçi gençlere açık bir hedef hâline getirmiştir.

Suikastçiler tutuklanırken aracın şoförü Franz Ofner, savcı ile bile görüştürülmeden serbest bırakılır ve ortalıktan kaybolur. Dahası, evlerinde yapılan araştırmalarda Ferdinand ve eşinin naaşlarına ilaçlama yapan doktorun suikast öncesinde militan gençlere afyon tedariki için yazdığı reçeteler ve tedavüle yeni çıkmış ciddi miktarda Avusturya paraları bulunur. Söylentilere göre bu para, Avusturya gizli servisi tarafından Bosna'daki Avusturya birliklerine sağlık malzemesi alınması kılıfıyla gönderilmiş, ancak bir şekilde suikastçilere ulaştırılmıştır.

Asıl önemlisi bu kirli bağlantıları kuran Avusturya makamlarındaki önemli isimlerin Berlin-Bağdat Demiryolu projesindeki Türk hisselerine yüklü miktarlarda para yatırdıkları iddiasıdır. Demiryolu projesi ile ilgilenen Alman ve Avusturya şirketleri arasında Krupp, Henschel ve Holzmann gibi dev şirketler bulunmaktadır.

Bu durumda, bir bölümü Sırbistan'dan geçen ve Avusturya için düşman toprağı sayılan bölgeyi de aşan demiryolu projesindeki hisselere Alman ve Avusturya yetkililerinin neden yatırım yaptıkları sorusu, gün ışığı gibi açıklığa kavuşmaktadır. Yakında kendi yaratttıkları bir bahane ile çıkacak savaşla Sırbistan yok edilecek, demiryolu güven içinde tamamlandıktan sonra da, proje kendisinden beklenen kârlılığı bütün görkemiyle ortaklarına sunacaktır.


Kaynakça

  1. The Balkans, Nationalism, War, and the Great Powers 1804-2011, Misha GLENNY,
  2. The Berlin-Baghdad Express, The Ottoman Empire and Germany's Bid for World Power, Sean MCMEEKIN
  3. The Fall of The Ottomans, The Great War in the Middle East, Eugene ROGAN.
  4. The Lost History of 1914, Reconsidering the Year the Great War Begin, Jack BEATTY
  5. GallipoliPeter HART

Yazarın Diğer Yazıları

Tarih tesadüfleri sever (II): Mehmed Memduh Paşa'nın Anılarında 31 Mart 1908 Olayı ve İkinci Meşrutiyet

Tarih tekrarları olduğu kadar, tesadüfleri de sever. Geçmişte yaşanan acı ve tatlı olayların aydınlattığı gerçekler unutulmaz, hatırda kalırsa bizleri, hepimizi hata yapmaktan alıkoyar. Tekrarlanan olaylar iyi olanlarla devam eder ve tarih güzel olaylara tesadüf eder

Bize mutluluğun GNP'sini hesaplayabilir misin, Kuznets?

Birçok sorunun dikkate alınmadığı milli gelir hesaplamaları ve bu değerlere göre karar veren yöneticiler -mali analistler- şirketler bizleri hâlâ yanlış yönetip, yönlendirmeye devam ediyorlar...

On dokuzuncu yüzyılda Kırım, Kazan ve Türkistan'da aydınlanma: "Cedidçiler"

"Tarih bir intihar notu değil, hayatta kalmamızı sağlayan uyarı kaynağıdır." Jeanette Winterson