14 Kasım 2023

Ergun Özbudun: Bir anayasa hukuku devi

Ergun Hoca, yer aldığı her kuruma değer kazandırdı, her kurumda yıllarca çalıştı ve damgasını vurdu… Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı da, Ergun Özbudun'un anayasa değişikliğine olumlu katkısı sayesindedir… Herkes şahit olsun ki, biz de onu çok sevdik

Prof. Dr. Ergun Özbudun

Türkiye'nin uzak-yakın tarihinde görülmemiş, emsali bulunmayan, kimine göre yargı krizi ya da devlet krizi, CHP'nin ana muhalefet partisine hayatiyet kazandıran yeni genel başkanı Özgür Özel'in tanımıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın giriştiği sivil darbe, 9 Kasım günü TBMM Genel Kurulu'nda görüşülüyordu. Gündemin hangi maddesi olursa olsun söz alan milletvekilleri sözü söz konusu krize getiriyorlardı. Muhalefetteki dört partinin gruplarının her biri (CHP, HEDEP, İyi Parti ve Saadet) genel görüşme önergesi vermişlerdi. Her önerge üzerinde iktidar partisi AKP sözcüleri de kürsüye çıkıyordu. Meclis çalışmalarına başlayalı beri kürsüdeki en zayıf AKP performansına tanık oldum. 

AKP sözcüleri hukuk nosyonundan yoksun, ipe sapa gelmez argümanları -biraz da mahcup bir eda ile- dile getiriyorlardı. İktidar partisinin bilinen hukukçu milletvekilleri salonda yoktu, olanlar da pek öne çıkmamaya dikkat ediyorlardı sanki.

Söz alanların sürekli altını çizdiği hususlar, yargı organları arasında hiyerarşi olmadığı ve patlak veren krizin yeni anayasanın gereğini ortaya koyduğu idi. Ama bunu da çok çürük argümanlarla dile getiriyorlardı.

Solumda, tam hizamda oturan ülkemizin en önemli anayasa hukuku otoritelerinden Prof. Dr. Serap Yazıcı Özbudun'un kulağına eğildim, sordum: "Senin dersinde bir öğrenci bunları söylese ne yapardın?"

Saniye tereddüt etmeden, "Sınıftan atardım" diye cevapladı.

Serap Yazıcı'nın bu sözlerine "Senin dersine gelinceye kadar hukuk fakültesinden belge almış, okuldan atılmış olurdu zaten" karşılığını verdim.

Serap Yazıcı, bu diyaloğumuzdan birkaç dakika sonra Meclis kürsüsünden hukuk fakültelerinde ders notu olarak değerlendirilmeyi hak eden çarpıcı bir konuşma yaptı. Konuşmasının son bölümünde şöyle dedi:

"Bu vesile ile bir hafta önce kaybettiğimiz çok değerli anayasa hukuku hocam hakkında bir referansta bulunmak istiyorum. Değerli hocamız, anayasa hukukçusu Ergun Özbudun halen hepimizin elinde olan Türk Anayasa Hukuku başlıklı eserinin Anayasa Yargısı bölümünde aynen şunu söylemiştir: 'Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamamak ceza hukuku yönünden suç teşkil eder, özel hukuk yönünden tazminat sorumluluğunu gerektiren bir haksız fiildir…"

Serap Yazıcı, büyük hukuk insanı Ergun Özbudun'a ilişkin referansına ek olarak, Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin yaptığının, Anayasa'nın 153. maddesinin açık hükmüne rağmen girişilmiş bir fiil olarak Türk Ceza Kanunu'nun 257. maddesine göre suç olduğunu ve Borçlar Hukuku'na göre de tazminat gerektirdiğini vurguladı. Ve şu sözlerle yapılmak isteneni deşifre etti:

"Aslında hepimizin hayatını ilgilendiren çok kötü bir senaryonun içindeyiz. Kimler bu senaryoyu yazdı bilmiyorum ama yapılmak istenen şudur: Sözüm ona bir yapay anayasa krizi yaratmak ve bu krizin çözümü olarak, sivil ve demokratik anayasa şeklinde dilinize pelesenk olan anlamsız kavramı tekrarlayarak bizi bir anayasa değişikliğiyle karşı karşıya bırakmak ve Anayasa Mahkemesi'nin ya yetkilerini budamak veya Anayasa Mahkemesi'ni topyekûn ortadan kaldırmak…"

Hukuk devleti mücadelesi öksüz kaldı

Gelinen tehlikeli aşamada, 1 Kasım günü aramızdan ayrılan ve aynı gün toprağa verdiğimiz Ergun Özbudun'un yokluğunun anlamını ve önemini çok daha güçlü hissettim. Ölüm haberi onu tanımak şansına erişmiş herkes için zaten büyük bir travmaydı ama sanki tüm ülkemiz ve hukuk devleti mücadelesi, onun yaşamı terk etmiş olmasıyla öksüz kalmış gibiydi.

Ergun Özbudun'u -ta 1982 yılı olmalı- Libya lideri Muammer Kaddafi'nin "dünyanın kurtuluş reçetesi" diye sunmaya kalkıştığı ve petrol parasıyla dünyanın dört yanından siyasetçileri, akademisyenleri, aydınları tartışmak için (daha doğrusu kendisini övdürmek için) davet ettiği Yeşil Kitap'ının Trablus'taki bir seminerine birlikte katıldığımızda tanımıştım. Adı zaten bilinen bir hukukçuydu ama o tarihte bir anayasa hukuku devinin doğmakta olduğunu fark ettiğimiz söylenemezdi. 

Ergun Özbudun'un yanı sıra Prof. Mümtaz Soysal'dan Prof. Nevzat Yalçıntaş'a ve Prof. Asaf Savaş Akat'a renkli bir topluluktu bizimki. Mümtaz Hoca ile ben, Kaddafi'nin ünlü çadırında görüşmeye gitmiştim, Ergun Hoca ve diğerleri, 24 saat tekrarıyla Libya televizyonunda canlı yayınlanan Yeşil Kitap seminerinde öğrenci gibi sıralarda oturmaya mecbur kılınmışlardı. Ergun Hoca'nın hoşgörü sınırlarının genişliğini, şaka kaldırabilme özelliğini ve mizahî yanını Trablus günlerimizde öğrenmiştim.

Birkaç yıl sonra, Ankara'da Türk Demokrasi Vakfı toplantılarında bir araya geldik. 1987 yılında Turgut Özal, değişik siyasi eğilimlerden kişileri demokrasi doğrultusunda çalışmalarda teşvik edecek bir vakfın kuruluşuna önayak olmuştu. Türk Demokrasi Vakfı'nın başına Ergun Özbudun geçmişti. 2003 yılına kadar 16 yıl boyunca vakfa başkanlık yaptı.

Türk Demokrasi Vakfı, varlığını sürdürüyor ama Türkiye'de demokrasi açığının en fazla bulunduğu 2016'dan bu yana sesi soluğu pek işitilmiyor. Ergun Özbudun ismi ile özdeşleştiği yıllarda, bir demokrasi okulu haline gelmişti, hemen her hafta Çankaya'daki merkezindeki seminerler, paneller ve çeşitli toplantılar ile hukuk devletinin inşa çabalarında aydın katkısı sağladı.

Prof. Dr. Ergun Özbudun'u son yolculuğuna uğurlayanlar arasında DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan (solda), Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu (Babacan'ın solunda), eski TBMM başkanları ve Bülent Arınç ve Cemil Çiçek de yer aldı.

Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı

Ergun Hoca, yer aldığı her kuruma değer kazandırdı, her kurumda yıllarca çalıştı ve damgasını vurdu. Bunlardan biri Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komisyonu idi. 1989'dan 1993'e kadar süren bu görevinin yanında Venedik Komisyonu'nda 1990'dan 2014'e, neredeyse çeyrek yüzyıl Türkiye'yi temsil etti.

Venedik Komisyonu'nun açık adı Avrupa Konseyi Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu. Avrupa Konseyi'nin hukuki danışmanlık kuruluşu. 2010 yılında referanduma sunulan Anayasa değişiklikleri Venedik Komisyonu'nun onayını elde etmişti ve demokratik yöndeki değişikliklerde Ergun Özbudun'un parmak izi vardı.

2010 Anayasa referandumuna giden anayasa değişiklikleri sadece HSYK'nın yeniden düzenlenmesi değildi. İçinde demokratikleşme yönünde birçok unsur barındırıyordu ve bunlardan biri de Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı idi.

Kaldı ki, Venedik Komisyonu'ndan geçen anayasa değişikliklerinin HSYK'ya ilişkin bölümü, CHP'nin yanlış bir iptal başvurusuyla orijinal metinden farklı olarak, çok tartışma yaratan şeklini aldı. Diğer bütün hükümler ve en önemlisi Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı Ergun Özbudun'un olumlu katkısı sayesindedir. 

Can Atalay'ın yararlanabileceği ve engellenmek istenen Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı, otoriterlikten totaliterliğe geçiş yapmak isteyen mevcut iktidarın hedefinde ve yargı darbesinin en önemli nedenlerinden biri. Bugün hâlâ yetmez ama evet'i ağızlarına pelesenk ederek özgürlükçü-demokrat düşünce sahiplerine saldırmaya devam eden ve çoğunlukla ulusalcılardan oluşan koronun gözlerden kaçırdığı bir gerçek var: Can Atalay konusu bugünün en önemli demokrasi mevzii haline gelmiştir ve bu, tam da Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı ve dolayısıyla yetmez ama evet'i savunanlar sayesinde olmuştur. Geldiğimiz noktada bu koro ya Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı'nın Saray rejimi tarafından ortadan kaldırılmak istendiğinin farkında değil ya da demokrasi çok da umurlarında değil.

Ergun Özbudun'un umurundaydı ve onun hayatı Türkiye'nin demokratik hukuk devleti olmasına adanmıştı ve bu mücadelede dev bir anayasa hukuku otoritesi olarak uluslararası alanda yükseldi. Chicago, Harvard, Princeton, Columbia, Georgetown ve Paris Sorbonne üniversitelerinde ders verdi. Türkiye'den hiçbir başka akademisyen böylesine parlak bir sicile sahip olmamıştır.

Yetiştirdiği çok sayıda öğrencilerinden biri, Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu, En Kıymetli Hocamın, Bir Düşün Sanatçısının Ardından başlığını taşıyan yazısında, Ergun Hoca'yı "Sadece akademik yazında değil, sahada da özgürlükçü ve bu nedenle tutarlı bir hoca… Dünyayı gerçek manada bilen, Güney Amerika'dan Yeni Zelanda'ya her bölgeden, her ülkeden farklı sistemleri, işleyişi, dünü ve bugününe ilişkin örneklerle izah edebilecek zenginlikte bir birikim…Ve akademik camiada alışık olmadığımız şekilde, bu birikimle müsemma bir tevazu" diye tarif etmişti. 

Bu satırları okuduğumda, Hoca'yı kaybettiğimizi öğrendiğim anda sosyal medya için çalakalem yazdığım şu sözcüklerin bir nevi teyidini bulmuş oldum: 

Prof. Ergun Özbudun'u kaybettik. İnsanoğlu hakkında umutları kaybettirmeyen; çok ama çok özel, olağanüstü bir kişilik, eşi bulunmaz bir insandı. Türkiye'nin demokrasi ve hukukun üstünlüğü mücadelesinde her zaman hatırlanacak.

86 yaşında hayatını kaybeden Prof. Dr. Ergun Özbudun, Gelecek Partisi'nden Antalya Milletvekili seçilen Prof. Dr. Serap Yazıcı Özbudun

Ergun Özbudun anayasa taslağı

Ergun Özbudun'un Türkiye'nin anayasa hukuku tarihinde asla unutulmaması gereken özelliği, 2007 seçimlerinden önce yeni bir anayasa taslağını hazırlamak için başkanlığı altında oluşturduğu Bilim Kurulu'dur. Bu öneri kendisine bizzat Tayyip Erdoğan tarafından yapılmıştı.

Haziran 2007'de Ergun Özbudun başkanlığında, yeni anayasa taslağını hazırlayan Bilim Kurulu, onun belirlediği şu isimlerden oluşmuştu:

Prof. Dr. Ergun Özbudun

Doç. Dr. Zühtü Arslan

Prof. Dr. Yavuz Atar

Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem

Prof. Dr. Levent Köker

Doç. Dr. Serap Yazıcı

Dr. M. Emin Zararsız

Aralarında bugünün Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan'ın da bulunduğu Ergun Özbudun başkanlığındaki Kurul'un hazırlayacağı Yeni anayasanın temel ilkeleri şöyle belirlenmişti:

Anayasa'nın değiştirilemez hükümlerinin aynen muhafaza edilmesi,

Parlamenter rejim esasına dayanması,

Devletin kurumları-organları arasında çatışmaya yol açan alanların ayıklanması,

Temel hak ve hürriyetlerin güvenceli hale getirilmesi,

Devleti bireye karşı koruyan değil, bireyi devlete ve örgütlü topluluklara karşı koruyan birey eksenli olması,

Anayasa düzeyinde yer almaması gereken kurum ve hükümlerin ayıklanması,

Kısa ve özlü olması, detaydan kaçınılması. 

Ergun Özbudun başkanlığındaki Bilim Kurulu'nun çalışmalarına çeşitli düzeylerde, eski Adalet bakanlarından, bugün Saray danışmanlarından olan Cemil Çiçek, bugünkü Meclis Başkanvekili, o dönem AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, ayrıca Hayati Yazıcı, Nimet Çubukçu, Burhan Kuzu, Ayşe Nur Bahçekapılı, Ahmet İyimaya, Ertuğrul Günay, Zafer Üskül, Rifat Hisarcıklıoğlu, Sadullah Ergin, Dengir Mir Mehmet Fırat gibi isimler de katılmış ya da çalışmadan doğrudan haberdar olmuşlardı.

Ergun Özbudun ve Bilim Kurulu'nun hazırladığı yeni anayasa ilgili serüven, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden yüzde 47 oy alarak çıktıktan ve Cumhurbaşkanı'nın bundan sonra halkoyu ile seçileceğine ilişkin anayasa referandumuyla önemli bir anayasa değişikliği elde ettikten sonra Tayyip Erdoğan'ın girişime sırtını dönmesiyle 2007 yılı sonunda noktalandı, çalışma rafa kaldırıldı.

Bilim Kurulu üyelerinden, Ergun Özbudun ile Tayyip Erdoğan bağlantısını kurmuş olan dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı M. Emin Zararsız, Perspektif'te 3 ve 4 Kasım'da Hocam Prof. Dr. Ergun Özbudun ve 2007 Özbudun Anayasa Taslağı Süreci başlığı altında iki uzun yazı yayımladı. Söz konusu iki yazı, gerek anayasa hukuku tarihi bakımından, gerekse siyasi tarihimizdeki -başta Tayyip Erdoğan- kimi siyasi aktörlerin nereden nereye evrildiklerine ve savrulduklarına ilişkin olarak değerli bir belge niteliğinde.

Tayyip Erdoğan'ın, kendi isteğiyle hazırlanmış olan Ergun Özbudun Anayasa Taslağı'na sırtını çevirmesi, şu satırlarla ifade edildi. 

Ne yazık ki, nedenini birinci ağızdan Sayın Cemil Çiçek ve Sayın Başbakan'ın bildiği, bizim ise duyumlar çerçevesinde öğrendiğimiz nedenlerle Yeni Anayasa çalışmaları rafa kaldırıldı. Türkiye 1876 yılından bu yana ilk kez olağan bir dönemde sivil siyasetin egemen olduğu ve onun öncülüğünde yeni bir anayasayı hazırlama ve yürürlüğe koyma fırsatını kaçırmış oldu. Aradan geçen 16 yıla rağmen bu anlamda bir gelişme bir daha yaşanamadı. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ikinci yüzyılına bir darbe anayasası ile girmiş olduk.

Şimdi 12 Eylül kalıntısı "darbe anayasası"ndan çıkıp yeni bir anayasa yapmak amaçlı olduğu anlaşılan yargı darbesi ya da Erdoğan'ın sivil darbe girişimi, Anayasa ihlali yaparak, Anayasa Mahkemesi'ni ortadan kaldırmayı ya da "Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı"nı kısıtlamayı tasarlıyor. 

Ergun Özbudun, Anayasa Hukuku otoritesi kimliğiyle bu girişimin karşısında dikilirdi.

Gri bölgede düşe kalka gideriz…

Türkiye'nin, ölümünden bir hafta sonra geldiği nokta aslında Ergun Hoca'ya en fazla ihtiyaç duyulan bir moment'i ifade ediyor. Ne var ki, Ergun Hoca ülkemizi ve hukukun üstünlüğü mücadelemizi öksüz bıraktı. 

İki hafta önce tabutunu taşırken ve cansız bedenini toprağa bırakırken çok üzgündüm ama aklımdan bunları geçirmemiştim. Ergun Hoca'nın ölümünün bendeki travması bambaşka bir neden ile ilgiliydi.

Yedi yıl ülkemden uzakta geçen yaşamımda bir gün ülkeme geri döndüğümde mutlaka yapılacakları zihnimde sıralamıştım. Birbiriyle ilişkisiz birkaç maddeden ibaretti mutlaka yapılacaklar. Bunların arasında Ergun Özbudun ve Serap Yazıcı ile bir araya gelmek ön sıralardaydı.

Tam da bu nedenden ötürü, TBMM'nin 2 Haziran'daki yemin töreninde Serap Yazıcı'yı görmekten dehşetli mutlu olmuş, yanına koşup, yedi yıllık özlemi gidermek için Hoca ve kendisiyle buluşmak niyetimi açıklamıştım. Artık aynı şehirde yaşamaz olmuştuk. Serap Yazıcı, yaz tatilinde Urla'da olduklarını ve bizi oraya beklediklerini söylemişti. Urla'ya gitmek niyetim bir türlü gerçekleşemedi. Artık Ankara'da görüşeceğimizden emin olduğum bir sırada, Hoca'nın Ankara'da ama yoğun bakımda olduğunu öğrendim. 

Her Meclis toplantısında Serap Yazıcı'ya, bir an önce evde görüşebilmemiz için Hoca'nın doktorların dediklerini yerine getirmesini, bunu benden ona ültimatom olarak tebliğ etmesini, şaka yollu talep ediyordum. Durumu iyiye gidiyordu. Ergun Hoca nihayet yoğun bakımdan hastane odasına, oradan da çıkıp evine dönmüştü. Buluşmak üzereydik. Kötü haber geldi. Cenazesinde, Serap Yazıcı'ya "Beni beklemedi, seni de dinlemedi besbelli" diyerek üzüntümü onunla bir tür sitem gibi paylaştım. "Çok yorulmuştu" sözcükleriyle mazur gösterdi Ergun Hoca'nın ayrılışını Serap Yazıcı…

Ölümünden bir hafta sonraki yargı krizini iyi ki bu yorgun bedeniyle yaşamadı, bu dünyadan daha umutsuz, daha da yorgun ayrılırdı diye teselli bulmak da mümkün.

Ergun Özbudun bir yönüyle de gerçekçi bir insandı. 21 Kasım 2011 tarihinde yayımlanmış söyleşisinde Neşe Düzel'in "Gerçek özgürlüğü getirmezsek Türkiye'nin geleceği ne olur" sorusuna, bugünler için de ipucu teşkil edecek şu cevabı vermişti:

"Böyle düşe kalka gideriz işte. Yerleşik demokrasiler ile otoriter rejimler arasında gri bölgede kalan pek çok rejim var dünyada. Bu yarı demokrasiler uzun zaman yaşayabiliyorlar. Temenni edilecek bir şey değil ama, Türkiye ileri standartlarda bir demokrasiye kavuşmadan bu şartlarda devam edebilir. Bu şartları değiştirmek için… Anayasa değişikliği şu aşamada gerçekleşemiyorsa, hiç değilse kanunlar düzeyinde anlamlı iyileştirmeler yapmak ve Türkiye'yi bugünkünden daha özgür hale getirmek mümkün. Siyaset, mümkün olabilenin sanatıdır. Biz de şimdilik mümkün olabilen üzerinde yoğunlaşalım. Çünkü yeni anayasa yapmak şu anda mümkün değil!"

Musikîyi anayasa hukuku kadar bilirdi

Prof. Dr. Ergun Özbudun'u sadece dünya çapındaki anayasa hukuku otoritesi kimliğiyle anmak ona haksızlık olur. Ergun Hoca'nın güçlü bir rindmeşrep yanı da vardı. Prof. Dr. Levent Köker ardından yazdığı yazıda, "Dîvân edebiyâtına bîhakkın vâkıf, güfte, beste, makam gibi tüm aslî öğeleriyle Türk san'at musıkîsini çok iyi bilen, Şevki Bey'i de, Rahmi Bey'i de, daha çağdaşımız Osman Nihat Akın kadar seven, güzelliğin her türüne meftûn olduğunu her zaman etrâfına hissetiren bir insandı Ergun Hoca" diye söz etmişti ustasından. 

Ben de Ergun Özbudun'un bu eşsiz yanının tanığıyım ve onunla nice güzel anılar paylaştım. Arada bir eşim Tuba Çandar ile birlikte, şimdilerde Türkiye'den uzaklarda yaşayan Yavuz Baydar'ın girişimiyle Ergun Özbudun ve Serap Yazıcı'yla önce Ahırkapı'da Armada'da, sonra Beyoğlu'nun Rejans yakınındaki bir arka sokağında buluşup, Ser Hanende Nurettin Çelik, kanun üstadı Reha Sağbaş, muganniye Melihat Gürses gibi Osmanlı ve klasik Türk musikîsinin değerli icracılarının fasıllarına giderdik. Ergun Özbudun, Zekai Dede'den Tatyos Efendi'ye, Bimen Şen'e; Hüzzam'dan Segâh'a tüm bestecileri, besteleri ve de güftelerini anayasa hukukuna hükmettiği kadar bilir, sanatçılara eşlik ederdi.

İstanbul Göztepe'de o çok sevdiği mekânda Ayhan Aktar'dan 2018'de aramızdan çok erken ayrılan İskender Savaşır'a ve İştar Gözaydın'a uzanan renkli bir yelpazede Ergun Özbudun-Serap Yazıcı ikilisiyle dostluk tazelemek hepimizi zenginleştiren unutulmaz sohbetlerdi. 

Benim ülkemden uzakta geçirdiğim yedi yıl boyunca, eksikliğini en fazla hissettiğim şeylerden biri Ergun Hoca ile aklıma estiği ya da o haberdar ettiği vakit, onunla ve Serap Yazıcı ile vakit geçirmekten yoksun kalmak oldu. 

Ergun Özbudun, boylu poslu, yakışıklı, kişiliği zarif, güzel bir insandı.

Öğrencilerinden biri arkasından şöyle yazdı:

"Naçizane şahidim ki Ergun Hoca hayatı, ona her zaman neşe ve yaşam enerjisi veren Serap Hoca'yı, okumayı, yazmayı ve sigarayı çok sevdi."

Herkes şahit olsun ki, biz de onu çok sevdik… 

Yazarın Diğer Yazıları

Stockholm’den Diyarbakır’a, NATO’dan AB’ye, Kürtlerin hakkına hukukuna…

Türkiye’nin AB yolu, Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin olarak yaptığı ilkesiz pazarlıklardan değil, Diyarbakır’dan geçer. Diyarbakır’dan AB’ye giden yol ise, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü için olduğu gibi, Kürtlerin haklarının savunulmasından, Kürt gazetecilerin özgürlüklerinin ve hukukunun sahiplenilmesinden geçer

Türkiye baharı

Türkiye, "Tek Adam" rejiminden çıkacak ve ihtirası olmayan, yetkilerini paylaşmaya hazır, istişareye açık, tek dönemle yetinecek, namuslu ve dürüst bir Cumhurbaşkanı seçecek ise Kemal Kılıçdaroğlu buna son derece uygun bir profil…

Bir gece ansızın Ege'de savaş çıkar mı?

Ege'deki gerilimi, Yunanistan'ı merceğe oturtarak Atina'nın Türkiye'ye kurduğu tuzaklar üzerinden okumak, tek başına yeterli olmamakla birlikte, mümkündür. Bu arada, Ege'deki gerilimin, hava kuvvetlerinde teknolojik üstünlüğün Yunanistan'a geçmiş ya da geçmekte olmasıyla yakın ilişkisi de söz konusudur. (…) Türkiye'deki rejimin sahipleri şayet seçimlerin iktidarlarının devamına imkân tanımayacağına kesin olarak kanaat getirirlerse, seçimin meşru bir gerekçeyle iptali pekâlâ gündeme gelebilir…

"
"