05 Mayıs 2025
Coğrafya kader midir yoksa keder mi? Makul ölçülerde yaşanabilecek bir kaderi, derin bir kedere dönüştürecek şeyin coğrafyanın kendisi değil de bilime ve akla direnmek olduğunun deprem kadar vurucu başka bir kanıtı var mıdır bilmiyorum. Ülkenin siyasi geriliminin üzerine gelen 23 Nisan’daki 6,2’lik depremle beraber Marmara’da yaşayan nüfusun hayata dair kaygıları arşa çıktı. Zaten psikolojisi kırılgan olan toplumun üzerine bir de ‘deprem profesörleri’nin kafa bulandıran anlık yorumları boca edilince, ortalık yangına yerine döndü.
Kahramanmaraş depremlerinden beri görüşleri en çok merak edilen yerbilimciler arasına giren Prof. Dr. Cenk Yaltırak’ın ise 23 Nisan’daki Silivri depreminden sonra çok az ve sınırlı konuşması dikkatimi çekti. Sadık okurlarımdan gelen “Cenk Hoca ile konuşsanız da okusak” şeklindeki ısrarlı mesajlardan aldığım cesaretle aradım kendisini. Tam tahmin ettiğim gibi bir çeşit medya ve sosyal medya orucundaydı. O bana neden detaylı bir söyleşi vermek istemediğini izah ederken anladım ki polemiklerden ve hedef haline gelmekten yorulmuştu. Daha da önemlisi şu an bütün konsantrasyonu kendi okulu İTÜ’nün Ayazağa Kampusu içinde kurmakta olduğu Marmara Aktif Fay Tehlike ve Risk Uygulama Merkezi’nin (MATAM) üzerinde olduğunu anlattı. Merkezi gezdirmesi için kapısında bitip emrivaki yapınca söyleşiye de direnemedi.
MATAM aslında Cenk Yaltırak ve ekibinin 20 senelik hayali. Doğrudan ulusal güvenlikle ilgili böyle bir merkezin yatırımı için devleti ikna edememiş olması düşündürücü elbette. Ana sponsor İş Bankası’nın elini taşın altına koymaya karar vermesinin arkasında ise Kahramanmaraş’ta kaybettiğimiz 50 küsur bin insanın yattığını söylüyor. MATAM, Türkiye’nin uluslararası kurallara göre akreditasyonu olan yerbilimlerindeki ilk kompozit laboratuvarı olacak. Türkiye, bu merkezin çalışmaları sayede kendi coğrafyamızda beklenen depremlerin olası davranışlarına dair çok önemli ipuçlarına ulaşacak.
Yaltırak, MATAM’la meşgulken beklemediği bir şey olmuş ve Cumhurbaşkanlığı Yerel Yönetim ve Afet Politikaları Kurulu’nun bir üyesi olmak için davet almış. Kabul etmesi de ayrı bir tartışma konusu olmuş ancak oralara girmek istemiyor. 10 Nisan’da ataması resmileşen kurul henüz toplanmamış. İlk toplantıları bu hafta içinde 8 Mayıs’ta olacak.
Cenk Yaltırak’ın depremlerin tarihsel döngüsü üzerinden ileri teknolojiler ve yapay zekâ kullanarak yaptığı analiz ve varsayımları ‘karamsar senaryo’ şeklinde okuma eğiliminde olanlar var biliyorum. Ancak aslında anlattıkları içinde iyimserliğimize kapı açacak veriler de var. Mesela Marmara’da dört fayın birlikte kırılması durumunda oluşabilecek en büyük deprem 7,8 büyüklüğünde olabilir. Evet bu rakam ürkütücü. Ancak Yaltırak diyor ki “7,8’de bile İstanbul'un büyük bir kısmındaki doğru yapılmış, müdahale edilmemiş, az katlı veya ağırlığı az olan binalar bu son 6,2’lik 23 Nisan depreminden en çok etkilenen kıyılar kadar etkilenecek.”
Yani olası depremlerin büyüklüğüne takılarak yaşamak yerine oturduğumuz binalara yüklenecek ivme ve G kuvvetini öğrenmeyi deneyebiliriz. Bütün bu bilgilere bizi hızla ulaştırabilecek yeni teknolojilere yatırım yapan ulusal ve yerel yönetimler talep edebiliriz. Yaltırak ile yaptığımız ufuk turundan bana kalan ana fikir budur.
Fotoğraflar: Lulu Bal Özerten
-6,2’lik depremde siz neredeydiniz ve depremi fark edince ne yaptınız?
Ben evdeydim, eşim de evdeydi. Bütün apartman halkı sokağa çıktı ama biz sokağa çıkmadık. Hatta bana “Hocam gelmiyor musunuz?” dediler. “Niçin geleceğim?” dedim. Dediler ki “Deprem olacak.” Dedim ki “Deprem oldu.” Onlar devam etti, “Yok hocam daha büyük olacak” diye. Ben de onun üzerine “Bu bilgi nereden geldi?” diye sordum. Cevap şu oldu; “Hocam WhatsApp'ta dolaşıyor.” Ben de dedim ki “Bakın ben Cumhurbaşkanlığında bir komitede üyeyim. Yani bu tür önemli bilgilerin gelebileceği insanlardan biriyim. Benim elimde böyle bir bilgi yok. Benim jeoloji bilgim şu anda ana şokun olduğunu, bundan sonra olanların da artçı depremler olacağını söylüyor. Bu öncü bir şok değil. Öncü şoku oldu. Ana şok da oldu, şimdi şiddeti azalarak artçılar olacak. Onun için korkacak bir şey yok. Bence evlerinize girin” dedim. Ondan sonra eşimi evde bıraktım, işime gittim, işimi yaptım, döndüm. Baktım hâlâ bazı sakinler sokaktaydı. hâlâ bana soruyorlar “Hocam emin misiniz?” diye. O kadar soğukta dışarda oturamam, evime girdim oturdum. Benim evim Maslak civarında. Zaten benim bulunduğum yerdeki evler yıkılacaksa İstanbul’da kimsenin hayatta kalma şansı yok. Böyle bir depremi oluşturabilecek fay veya bunu yaratacak birikim veya etki yok.
-Tam buradan, adım adım ilerleyelim…Sizin argümanınıza göre tüm İstanbul’u yıkacak bir fay yok ama Marmara’da geniş bir alanı etkileyecek 7 ila 7,8 büyüklüğünde bir deprem üretebilecek faylar var ve bunlar henüz kırılmadı. Yani 23 Nisan 2025 depremi aslında 20 küsur yıldır konuştuğumuz denklemi çok da değiştirmedi. Bunu nereden biliyoruz?
O konuştuğumuz fay, Kumburgaz Çukuru ve Orta Marmara kesimindeki faydır ve o fay yaklaşık 250 yılda bir 7,4 bir deprem üreten bir fay. Nereden biliyoruz? Bu, İstanbul ile Tekirdağ arasındaki kentlerde hasar yapıyor hep. Ağırlıklı olarak Marmara Denizi, Büyükçekmece, Silivri, Küçükçekmece'de odaklanan bir fay. Burada da en son 1766 yıkıcı depremi olduğundan dolayı da diyoruz ki “Aradan bu kadar zaman geçti, geçen zamanda buraya atım birikti ve bu kadar bir stres yükledi. O nedenle bu fay kırıldığı zaman 7,4 civarındaki en büyük depremi üretebilir.” Bu bir varsayım. Ama bu varsayım sadece bu basit çıkarıma dayanmıyor. Bizim Marmara'da gördüğümüz fay segmentlerinin yakınındaki kentlerin zamansal yıkılmaları arasında iç içe geçmiş arka arkaya dizdiğinizde bir periyot yok.
Fakat her fayın kendine göre bir deprem üretme aralığı var ve bu sürede artı eksi yüzde 10 fark olabiliyor. Yani aynı alanın aynı şekilde yıkılması arasında örneğin Kumburgaz segmentinde bazen 275 yıl bazen 225 yıl olabiliyor. O nedenle de biz ‘ortalama 250 yıl’ diyoruz. Anlaşılması gereken her fayın kendine has bir periyodu var, kendine has bir boyu var ve diğer küçük faylarla olan etkileşimleri burada çok önemli. Kova boşalacak derken bir çay bardağı boşalırsa, belki deprem biraz gecikiyor ama bu sefer de başka bir kova onun üzerine boşalırsa sizin kova yine taşıyor. Bazı durumlarda iki kova birden boşalıyor. Biz buna fayların üzerine stresin aktarımı diyoruz. Yani konuştuğumuz şey doğrusal değil, karışık bir yapısı var. Ama sonuçta 1766 üzerinden yaptığımız hesapla şu an Marmara için rahatlıkla kırılma eşiğinin içinde olduğumuzu söyleyebiliyoruz.
-Averaj hesabı hâlâ 7,4 olarak anlatsanız da biliyorum ki son yıllardaki çalışmalarınızda büyüklüğün maksimum 7,8’e kadar çıkabileceği varsayımında bulunuyorsunuz. İstanbul’u da etkileyecek büyük Marmara depremi için size göre maksimum büyüklük 7,8. Daha büyük olamaz mı?
Hayır olmaz. Çok daha küçük de olmaz. Deprem tarihini okuduğumuzda periyodik varsayım bize büyük depremin bir yerleri yıkma şartı olduğunu söylüyor. Bu 6,2’likte hiçbir yer yıkılmadı. Mesela 1766'dan önce yapılmış tarihi binalar var, onların hiçbiri yıkılmadı. Demek ki bu o büyük deprem değil. 23 Nisan’daki orta büyüklükte bir depremdir. İstanbul’daki tarihi binaların ne kadar yıkıldığı ne zaman yıkıldığı hakkında makaleler ve doktora tezleri var. Mesela Deniz Mazlum’un çok güzel bir kitabı var 1766 onarımları hakkında. Bu fay mesela krip ediyorsa o zaman etmeyi unuttu da kitli mi kaldı? Marmara’da tarihsel veriler büyük depremlerden önce yeri belli olmayan orta büyüklükte depremlerin yaklaşık 10 yıl önce başladığını, sayılarının 2 ila 8 arasında değiştiğine dair kayıtlar var. Ama bunlar karmaşık bir düzende. Her segmentte karakteristik değil.
-Peki bu 6,2’lik deprem sizin hâlâ beklediğiniz o büyük Marmara depremi açısından bize hangi ipuçlarını verdi? Ya da belki de asıl soru şu; sizin kullandığınız bilgisayar sistemi ve algoritmalar 23 Nisan depreminin Marmara’da neden olduğu yeni fay haritası üzerine yorum yapabileceğiniz bir veri ortaya koydu mu? 10 gündür süren artçılardan bir pattern ortaya çıktı mı? Yoksa henüz ileri yorumlar yapmak için erken mi?
Bizim asıl depremi beklediğimiz ana faylara açılı bir sürü fay var. İşte bu faylardan birinde bu 6,2’lik Orta Marmara Sırtı Depremi oldu. Şimdi ona yakın bazı faylar var. O faylardaki hareketler de yine ana fayı etkiliyor. Ama beklediğimiz büyük depremin genel büyüklüğü etkiliyor mu? Hayır, etkilemiyor. Bu açıdan baktığımız zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki bu faydaki stres boşalmış değil. Ben bunu hep bir kapı benzetmesiyle anlatıyorum. Kuzey Anadolu Fayı’nın Marmara segmentleri kapılardan oluşuyor, o kapılara yaslandıkça kapıların menteşeleri gıcırdıyor, çatlıyor, patlıyor. Ama o kapının bir de kilidi var. Kilit dediğimiz fayın kırılmasını beklediğimiz yer. Menteşelerde deprem olunca o kilide de bir yüklenme oldu. Ama bu durum için “Beklenen bir depremi öne aldı ya da erteledi” diyemeyiz. Bunu söylemek mümkün değil. Çünkü büyüklük diye bir şey var. Yani siz 20 litrelik bir kova suyun içinden bir çay kaşığı su eksilttiğiniz zaman hacimden çok büyük bir şey gitmiş olmuyor.
-Biliyorum ki kişilerin açıklamaları ya da yorumları üzerinden bir polemiğe girmek istemiyorsunuz. Hatta sırf bu nedenle geçen sene sosyal medya hesaplarınızı kilitlediniz. Ancak yine de 23 Nisan depreminden sonra medyamızın adeta ‘milli servet’ muamelesi yaptığı Şener Üşümezsoy’un iddialı yorumlarını hatırlatmak zorundayım çünkü kendisine inanmayı tercih eden çok fazla insan var. Üşümezsoy dedi ki “23 Nisan’da Hiroşima’ya atılan bomba kadar gerginlik boşaldı. Artık bu yüzyılda İstanbul’da 7 üzerinde deprem olma riski kalmadı.” Ama sizin kova benzetmenize bakarsak, 23 Nisan’da 20 litrelik kovadan sadece bir çay kaşığı kadar eksildi.
Çay kaşığı sadece benzetme. Eğer bunun matematik karşılığını hesaplarsanız ana fayın bütününde olsa Mw 0.03 kadar moment düşer. 7,4 yerine 7,37’lik deprem olsa sismik kayıtlarda bu fark görülemez dahi. Bu depremin yıkıcı bir depreme negatif veya pozitif katkı yaptığını anlayabilmek için önce bu artçı depremlerin bitmesi lazım. Hangi alana yayıldığını görmek lazım. Onların toplam enerjisine bakmak lazım. Ve bu toplam enerjinin çevreyi nasıl değiştirdiğini görmek lazım. Yani depremin ertesi günü bunu söyleyecek hiçbir veri yok aslında teknik olarak. Bunu söylerseniz bilime dayanmayan bir yorum yapmış oluyorsunuz.
-Bu arada hemen hatırlatayım…3 Mayıs’ta 4 büyüklüğünde bir artçı meydana geldi. Tam da herkes artık artçıların hız kestiğini düşünürken. Daha ne kadar daha sürebilir hissedilen artçılar ve size göre bu saatten sonra 4’ten büyük artçı normal midir?
Biz bunlara ana şoktan daha küçük oldukları için artçı diyoruz. 6,2’nin olduğu fayda ise artçı. Fakat bu sisteme açılı onlarca farklı fay var. Bunlarda da olabilir. Burada ancak doğru bir lokasyon çözümü, bu depremin fay çözümü ile yorum yapılabilir.
-Sizin neredeyse kategorik olarak reddettiğiniz şeylerden biri de gazeteciler de dahil sokaktaki herkesin size devamlı sorduğu olası büyük bir depremin zamanıyla ilgili soruları yanıtlamak. Siz zamanından çok nereyi etkileyeceğiyle ilgilisiniz. Ve diyorsunuz ki “O kova mutlaka boşalacak ama bizim için önemli olan ne zaman boşalacağı değil, boşaldığı zaman nereyi ıslatacağı.” Neden siz ne zaman olacağına herkes kadar takılmıyorsunuz?
Çünkü bizim artık tehlikeye değil tehlikenin doğuracağı risklere odaklanmamız lazım. Fay bir tehlike, üzerinde birikmiş enerji var, boşalacak. Eğer orada hiçbir kent yoksa, hiç insan yoksa risk sıfır. Ama siz oraya dünyanın en büyük, en pahalı kentlerini, sanayisini kurduysanız o zaman risk, siz bunları yaptıkça büyüyor. Siz eğer 7,1’e göre hazırlanır ve kentsel dönüşümü ona göre yaparsanız, bir bakarsınız deprem 7,8 olur ve herkes ölür. Yani dört fay aynı anda kırılacakmış gibi 7,8’lik bir depreme göre hazırlanmamız gerekir. Bu senaryo ise Marmara Bölgesi’nin tümünü etkiler. İnsanlar tehlike ve risk kavramlarını karıştırıyor. Mesela yaramaz bir kediniz var, adı ‘Tehlike’. Bardağı masanın kenarına dolu bıraktınız, bu bir risk. Çünkü Tehlike bardakları masadan yuvarlamayı çok seviyor. hâlâ büyüklükle şiddeti karıştıran medya anlasın diye onu da şöyle anlatayım; freni patlamış kamyon hızla tüm kütlesi ile bir duvara doğru geliyor…kinetik enerjisi bu büyüklük, duvara çarpınca duvar tuz buz oluyor. İşte bu şiddeti bir daha hatırlatalım.
-Son dönemde bu ‘en kötü senaryo’ dediğiniz 7,8’lik büyüklüğe bu kadar odaklanmanızın sebebi nedir, onu da açar mısınız?
Biz, Yeni Zelanda’daki Kaikoura 2016 ve Maraş 2023 depremlerinden sonra kendi açımızdan yeni bir bakış açısı kazandık. Çünkü çoklu faylarda hep birlikte aynı anda deprem olma riski gerçek oldu. Marmara'da dört fay segmenti var. Yani dördü de aynı anda kırılabilir, üçü de teki de. Bunların her birinin sonucu ayrı olur. Ama bir öğrenci sınavda en kolay sorulacakmış gibi hazırlık yapmamalı, en zor sorulara göre hazırlık yapmalı. Marmara’daki bahsettiğim dört fay birden kırılırsa, kısa faylar olsalar da iç içe geçmiş oldukları için toplamda aslında 300 kilometre kadarlık bir faydan bahsediyoruz. Maraş’ta oldu işte! Kırılan ilk fay diğer iki fayı tetikledi. Yeni Zelanda’da altı fay birden kırıldı. Bunları izleyebilmek için de dinamik risk haritaları yapmak, o risk haritalara göre konuşmak lazım. Bu bilimsel bir tahmin, felaket tellallığı değil.
-Tabii 7,8 yıllardır konuşulan 7,2’den epey büyük geliyor kulağa. İşte daha yakın zamanda Myammar’da olan 7,7’lik depremle ilgili görüntüler hafızamızda. Çok kuvvetli bir etkiden bahsediyorsunuz. Bu senaryoya göre bazı çok meşhur meslektaşlarınızın dediği gibi herkes İstanbul’u terk mi etmeli?
7,8’lik senaryoya baktığımız zaman İstanbul'un sağlam zeminlerinde ve kuzeye doğru olan alanlarında 0.2G ancak görüyoruz. Ama bu mevcut azalım ilişkilerine göre. İyi niyetle o en ileri senaryoda dahi sağlam zeminlerde bu 23 Nisan’daki 6,2’lik depremde kıyı alanlarında gördüğümüz ivmeleri görüyoruz. Demek ki 7,8’de bile İstanbul'un büyük bir kısmındaki doğru yapılmış, müdahale edilmemiş veya az katlı, ağırlığı az olan binalar daha az etkilenecekler. Yani deprem her yeri aynı ivmeyle vuracakmış, her yerde aynı yıkım olacakmış gibi anlatmak doğru bir şey değil. Yani siz Yedikule'ye, Fatih'e, Zeytinburnu'na, işte Haliç'in kıyılarına, ondan sonra İstanbul'un vadilerine, Kağıthane'ye, Kasımpaşa'ya, Büyükçekmece’ye, Küçükçekmece’ye öncelik vermeyip her yer bu alanlar gibi etkilenecekmiş gibi konuşursanız doğru bir şey yapmıyorsunuz. Kimse öncelikli olarak konuşulması gereken bu saydığım alanları hak ettiği kadar konuşmuyor çünkü oralar rant getirmiyor. Gidiliyor sağlam yerlerdeki binalar dönüştürülüyor ve böylece milli servet israf edilmiş oluyor. Çünkü o binaların çökme ihtimali yok. Belki hafif hasarla atlatacaklar. Belki güçlendirmeyle kurtarılacaklar. Ama ne yapıyorsunuz? İşte geliyorsunuz Beykoz'u, Sarıyer'i, Beşiktaş'ı, Şişli'yi baştan aşağı yeni binalarla donatıyorsunuz. Hem fiyatları arttırıyorsunuz hem kiraları arttırıyorsunuz. Şehir yaşanmaz hale geliyor. Aradaki uçurum artıyor.
-Burası çok önemli, o nedenle tekrarlamanızı isteyeceğim. Yani siz diyorsunuz ki Beykoz, Sarıyer, Beşiktaş, Şişli gibi ilçelerde 7,8’lik bir büyüklük bile sanıldığı kadar yıkım olmaz. Hatta daha ileri gidiyor ve “23 Nisan depreminde mesela Esenyurt’un maruz kaldığı bir ivmeye maruz kalırlar” diyorsunuz.
Münferit binalarda sorun var ise belki çok azı yıkılır ve ağır hasar görür. Bu sistemi doğru anlamazsanız tedbiri de doğru alamazsınız. Bakın 23 Nisan günü depremden hemen sonra depremden yıkılmayacak yerlerdeki evlerin bulunduğu bölgelerdeki insanlar arabalarıyla sokaklara çıktılar ve trafiği kilitlediler. Çünkü korkuyorlar. Neden korkuyorlar? Çünkü olacak olan depremin nereyi etkileyeceği konusunda net bir şey söylenmiyor insanlara. “Olacak, her yerde aynı yıkıcılıkta olacak” deniyor. Yani Gültepe'de başka bir dünya var, karşıda Levent'te başka bir dünya var. Öncelikli olan şey nedir bunu anlamak lazım. Zaten matematiğin temel amacı bu önceliklendirmeyi yapmak ve bunu herkese sunmak. Herkes de kendi kararını versin. Yani nasıl siz sağlığınızla ilgili gittiğiniz zaman doktora doktorun tahlillerinden bir kamuoyu yoklaması yaptırıp bu doktor doğru mu söylüyor demiyorsanız, binanızla ilgili verilerde değerlendirildiğinde, değerlendirilmesini istediğinizde, kendinize check-up yaptırdığınız gibi, planınıza yaptırdığınızda çıkan sonuca göre hareket etmeniz gerekir. Yani bu çok karışık bir iş değil, çok basit bir iş.
-Büyük bir deprem İstanbul’un her yerinde aynı şekilde yaşanmayacak…söylediğinizin Türkçesi bu. “Bazıları sarsılmayacak” demiyorsunuz. Herkes sarsılacak ama yıkıcılık konusunda herkesin eşit şekilde korkmasına lüzum yok. Doğru mu yorumluyorum söylediklerinizi?
Bir kere öncelikle şunu hatırlatmak lazım; ‘İstanbul depremi’ diye bir deprem yok. Depremler Marmara'da oluyor ve bu depremler Marmara’daki her yeri etkiliyor, etkileyebilir. Geniş bir etki alanından bahsediyoruz ve bu alan içinde elbette en çok kıyıya yakın yerlerde ve yumuşak zeminde yıkıcılık gösteriyor büyük depremler. Siz olacak depremi, yani tehlikeyi doğru tespit edemezseniz, riski de doğru hesaplamazsınız. Yani düğme yanlış iliklenmişse başta, ondan sonraki her şey yanlıştır. 1999 depreminin üzerinden 26 yıl geçti ve artık bambaşka bir çağdayız. Ama biz hâlâ 20. Yüzyılın sonunda yapılan bir harita üzerinden konuşuyoruz. Bilgisayarların, yapay zekanın, deneyimler üzerinden yapılan analizlerin hepsi yeni bir bakış açısı çıkardı. Biz hem Türkiye hem de dünya depremlerinden çok şey öğrendik ama bizde hâlâ eskide kalan insanlar var.
-Eskide kalan sadece insanlar da değil…size göre bizim ulusal fay haritalarımız, yani devlet kurumlarının bugünkü çalışmalarına baz olan haritalar da eski ve değişmesi lazım. Bunu 2023 Maraş depreminden sonraki söyleşimizde anlatmıştınız, onlarca kez alıntılandı o sözleriniz. Ancak devletin tedbir alma ya da hazırlık usulleri açısından bir değişiklik olmadı iki sene içinde herhalde değil mi?
Şimdi DD1, DD2, DD3, DD4 diye bir sınıflama var. Bu sınıflamada hiçbir değişiklik olmadı. Maraş depremlerinden sonra da olmadı. Bu depremden sonra da olmayacak. Çünkü bu yönetmelikleri yapanlar hâlâ bunların doğru olduğu inancındalar. Türkiye'de bu işlerle ilgilenen kurumlar var, onlardan bir tanesi Maden Tetkik Arama Enstitüsü. Onların bir aktif pay haritası var. O aktif fay haritası da resmen yayınlanmış vaziyette. Her ne kadar kenarında kırmızı bir yazıyla “Bunu kent planlamasında ve benzeri işlerde kullanmayın” diye bir şerh düşülmüş olsa da bütün Türkiye'de şu anda o aktif fay haritası üzerinden tehlike haritaları yapılıyor. Ve orada fayların uzunluklarına bakılıyor ki biz bunun doğru olmadığını düşünüyoruz. Yani Anadolu'daki fayların periyotları 50-60 bin yıldan belki 100 yıla kadar değişebilir. Çok farklı fay sistemleri var. Siz bunların hepsini aynı havuza koyamazsınız. O aynı havuza koyduğunuz zaman Maraş'taki olaylarla karşılaşırsınız. Yani beklediğinizin çok üzerinde bir deprem oluşabilir. O nedenle de fay haritalarının hassas biçimde güncellenmesi gerekiyor. Ama maalesef Türkiye'de bu işler hızlı gidemiyor. Bakış açısı şu; zaten yapılmış harita var, neden yenisini yapalım? İş çıkarma, icat çıkarma! Yaklaşım bu. Halbuki bilim öyle bir şey değil, bilim sürekli yenilenme ister. Ama bizde bir bürokratik yavaşlık var. Bunun sonucunda yapılan öneriler de herkese sanki aynı idrar tahlili çıkmış gibi aynı ilacı vererek çözüm bulmaya çalışmaya benziyor.
-Sizin gözlemlerinize göre ‘bürokratik yavaşlık’ dediğiniz şeyin temel sebebi nedir? İktidar sahiplerinin yeterince hızlı talimat vermiyor oluşu mu yoksa liyakatsizlik mi yoksa başka şey mi?
Sistemde çok fazla kişi ve kurum var. Mesela AFAD var ama oradaki bürokrat başka bir bürokrata bağlı. MTA mesela aynı işi o anda yapıyor olabilir ve oradaki bürokrat da diyor ki “Bu araştırmanın sahibi benim.” Yani bağımsız bilim yapmakta sıkıntı var. Belediyelerde yeni seçilen yönetimin de aynı davranıyor. Çünkü yöneticiler kendi yaptıkları işlerde şöyle bir korkuya kapılıyorlar; “Ya zaten mevcut bir sistem var, niye bunu devam ettirmiyoruz? Yeni bir şeye ne gerek var?” Ama dediğim gibi, bu yaklaşım yeni teknolojileri reddetmekle ilgili bir şey.
-23 Nisan depreminden sonra Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum İstanbul’da 1,5 milyon riskli bina olduğunu ve bunların yüzde 30’unun acilen dönüştürülmesi gerektiğini söyledi. Bu size göre doğru bir hesap değil mi? Değilse doğrusu nedir?
Bu bilgi doğrudan doğruya AFAD'ın yaptığı haritadaki DD1 DD2 sınıflamasına dayanıyor. Bu sınıflamanın geçerli olmadığını düşünüyorum ben. Yani Bakan elindeki bürokratların verdiği bilgiye göre bilgi sahibi. Yapılması gereken en gelişmiş şekilde önceliklendirme yapmak. Sayılar ancak o zaman toplumun tüm kesimleri için ikna edici olur.
-Sizin MATAM’da yapmaya çalıştığınız şey tam da bu değil mi aslında? Bina bazında olası depreme reaksiyon ölçebilecek bir ağ kurmak ve önceliklendirmeyi yapmak.
Denizin içindeki fayları haritaladık. Denizin içindeki fayların sismolojiyle, atım yoksunluğu gibi metotlarla üzerinde nerelerde ne kadar biriktiğini hesapladık. O birikimden hangi büyüklükte deprem üreteceğini hesapladık. O büyüklüğü ürettiğimiz zaman artık o fayın yaratacağı tehlikeyi biliyoruz. Ondan sonra yapacağınız şey de o büyüklükteki bir depremde dalgaların hangi ivmeleri yaratacağını hesaplamak. Biz bunun için bir algoritma yazdık. Bütün Marmara bölgesini izleyebileceğimiz bir algoritma bu. Ayvalık'tan Bilecik’e, Bilecik’ten Bolu’nun batısına, Bolu Tüneli girişinden Karadeniz ve Trakya’ya kadar olan alanı kastediyorum. Marmara'da sadece denizde değil, karada da faylar var Kuzey Anadolu Fayı’nın iki kolu, bir tanesi güney kol, Bursa'nın önünden körfeze uzanıyor. Bir tanesi de İznik Gölü, ondan sonra Gemlik Körfezi, Bandırma üzerinden Edincik'e uzanıyor. Bizim merkezimizin yapacağı şeylerden biri de karada olan fayları artık tahminle değil bir İHA ile tespit etmek. Yani LIDAR isimli bir denilen bir teknolojiyle haritalayacağız. Bunu kısa zamanda yapacağız. Bu teknoloji şu anda Türkiye’de var ama henüz fay haritalandırılmasında kullanılmadı. Bu Marmara bölgesi aktif fay haritasının yenilenmesi demek. Bunun için hiçbir kurumdan bir bütçe almadan bu araştırmayı yapacağız.
-MATAM’ın deniz içinde yapacağı çalışmanın özelliği nedir peki?
Deniz içinde orta kolda yapılacak çalışma için Kanada'dan buraya gelecek olan bir sismik sistem var. Kanada'daki Memorial Üniversitesi onu 5 yıllığına ödünç veriyor, sonrasında da ihtiyaçları yoksa Türkiye'ye bağışlıyor. Onlar bazı aletleri elden çıkarmaya karar verdiklerinde ya satarlar ya bir üniversiteye bağışlarlar. Benim Memorial ile 2000 yılından beri bağlantım var. Bu usulü bildiğim için bu sistemi ben talep ettim. Onlarla bir anlaşma yapıldı. Şimdi yükleme aşamasına geldi. Bu ekipman için 25 metrelik bir araştırma gemisi bağışlandı. Bu ay tersanede bakımı yapıldıktan sonra MATAM’ın aktif fay araştırmaları yapan bir gemisi oluyor. Finalize edebilirsek, Karada LIDAR gibi denizin dibinde de çok ışınlı batimetri yapabilen yani çok yüksek çözünürlükte bir sistem gelecek. Nasıl İHA havadan yerin ölçüyorsa, denizin üstünden giden gemi ile deniz tabanında fay izninin aynı hassasiyette bir yüzey topografyasını yapacak. Böylece fayın kesin geçtiği yerler saptandıktan sonra biz bunların üzerinde denizde hassas karotlar alacağız karada trençler açacağız. Yani bu trenç dediğimiz kazılarda tabii en efektif yeri açmak zorundasınız. Elinizde LIDAR verisi olursa kayma hızını en iyi göreceğiniz yerlere gidersiniz. Yoksa tahmin etmeye çalışırsınız. Yani burada santimetre ölçeğinde son kırığın doğru yerini bulacağız artık. Özel bir vibro karotiyer geliyor. 12 metre eksiksiz karot alıyor karada. Böylece trençten daha derini onunla göreceğiz. Orada fayın önündeki çökelleri de yaşlandıracağız. Böylece en son depremlerini göreceğiz. En son depremden geçen zamanı göreceğiz. Ona göre onun üreteceği en büyüklüğü hesaplayacağız. Yaşlandırma ve duraylı iztop analizi ile karotları aynı binada olacak EMCOL laboratuvarında X ışınlarında tarayacağız.
-Bu kadar ileri bir teknoloji zaman hesabı konusunda da bir açılım sağlamaz mı ilerde?
Zamanı hesaplamaya gerek yok. Yani on yıl, yirmi yıl, elli yılda depremin büyüklüğü çok fazla değişmiyor. Üçüncü dijitte değişiyor. Biz tabii depremin hangi büyüklüğünde olacağını biliyorsak, hangi ivmeleri oluşturacağını bileceğiz. Şimdi bazıları “Olacak depremin ivmesi hesaplanmaz” diyor. Oysa basitleştirilmiş harita ve 12 formül içinde sadece birine dayanan ivmeleri bina yapımında tasarım ivmesi olarak kullandığının farkında değil bunu söyleyen. Yani depremin senaryo ivmesine göre tasarım yapılıyor. Bizler ise tüm formülleri kullanırken gerçek depremlerin ivmeleri ile formülleri test ediyoruz. Mesela son depremde bunu tekrar yaptık formüller tek tek yüzde 65 civarı başarılı. Biz binaların altında oluşacak ivmeleri kullanarak yeni bir azalım ilişkisi üreteceğiz ve simülasyonda bunu kullanacağız. İlk adım bu, birinci yılda başarılması gereken bu. 100 metrelik piksellerde yapacağız ilk önce. Yani 100 metrelik pikselde yaklaşık 3-4 tane bina oluyor genelde. Hedefimiz ikinci yılda, BEDAŞ ile geliştirdiğimiz sistemi 1500 sonra 15bin adede çıkarmak ve elektrik saatleri haberleşme sistemi üzerinde her binaya yayacak bir yol haritası oluşturmak.
-Nedir bu ‘bina ivmeölçeri’? Bu tür sayaç gibi bir sensor ve hepimiz kendi binalarımıza taktırabileceğiz, öyle mi?
Evet. Zaten bizim projemizin en önemli yanı bu; en sonundan elektrik dağıtım şirketlerinin sistemine ek olarak halkla beraber veri toplayacak olmamız. Bizim tek başımıza bütün evlere aletleri yerleştirmemiz, bakım masraflarını ödememiz vesaire çok büyük para tutar. Ama bir apartmanın sakinleri hep beraber bir adet ivmeölçer binaya taktırdıklarında bunun maliyeti çok yüksek değil. Bunu da standardını oluşturup testini yaptıktan sonra su ve elektrik saati gibi üretilebilir.
-Ne kadardır bir ivmeölçerin fiyatı?
Sensorlar çok ucuzladığı için yıllar önce 10 bin dolara yaptığınız şeyi bugün BEDAŞ projesinde 500-600 dolara yapıyorsunuz. İleride daha da ucuza yapacaksınız. Onun için bunlar apartmana elektrik saati gibi ya da merdiven otomatiği gibi konacak. Ondan sonra orada bir evin Wi-Fi'na bağlanacak o. O Wi-Fi'den sadece deprem olduğunda bize veri gönderecek. Binanın temelinin nasıl reaksiyon verdiğine veri görecek. Ondan sonra biz kendi algoritmamızla hesapladığımızla gerçek veriyi karşılaştıracağız. Ve eğer yapay zekâ burada devreye giriyor makine öğrenmesi, bu verileri ayıkladıktan sonra makine, ondan sonra yapay zekâ simülasyonla gerçek veriyi karşılaştırıp hataları görüp yeni bir formül üretecek bize. Ve böylece azalım ilişkileri istatistik olmaktan kalkacak, sayısal hale gelecek. Burada tabi bunu takanlar ne gibi bir avantaj elde edecekler? Onlar binalarını monitör ettirmiş olacaklar bize. Bize bir ücret vermeyecekler. Biz onlardan bir para talep etmiyoruz.
-Peki ivmeölçeri de siz mi üretip satacaksınız?
Şimdi biz kendimiz BEDAŞ ile prototiplerimizi üretiyoruz, BEDAŞ projesi için İTÜ de üretilecek. Daha sonra patenti aldıktan sonra bu patenti uygun olarak paylaşacağız. Elektrik sayıcı üretir gibi üretebilecekler. İsteyen bu standartta ivme ölçeri dışarıdan alıp sistemimize dahil olacak.
-Bu ivmeölçeri binasına taktıran depremden ne kadar etkilenip etkilenmeyeceğinden neredeyse kesin emin olabilecek. Doğru mu?
4,5 milyon bina var Marmara Bölgesi'nde. Şimdi 4,5 milyon binadan 10 tane karot alsanız, 45 milyon karot eder. Eğer hepsine bir saat ayırsanız ne kadar büyük bir zamana ihtiyaç duyulacağını hesaplayın. Mevcut sitemde bu çalışma için inanılmaz bir zaman, inanılmaz bir para ve inanılmaz bir laboratuvar ve insan kaynağı ihtiyaç var. İvmeölçer ağı bize önceliklendirme şansı verecek. Fakat önceliklendirmeyi de sayılara dayandırmanız gerekiyor. Binanın yaşına bakarak bunu söyleyemezsiniz ya da yeni yapılmış yönetmeliğe uygun demekle bunu söyleyemezsiniz. Çünkü siz oradaki ivmeyi tahmin edemiyorsanız bu iş olmuyor. Doğanın içinde işte deprem olan noktadan bir deprem dalgası çıkıyor. P dalgası sonra S dalgası arkasından çıkıyor. Kıyıya çıktığı andan itibaren sizin evinize doğru bir yolculuk yapıyor. O yolculuğu yaparken binlerce evin altından geçiyor o dalga. Dalganın aynı sokakta hangi binayı hangi ivmeyle etkilediğini hesap edebiliyoruz bu sensor sayesinde. O anda binanız ne yaşadıysa onu kaydediyor sonra da matematiği sokuyorsunuz devreye. O algoritmaya bir deprem büyüklüğü eklediğinizde, size olası etkisini söyleyecek sistem. Ve diyebileceğiz ki mesela “Şu büyüklükte bir deprem sizin evinizde yüzde 0.7G etki yapıyor. Ama sizin binanızın tasarımı 0.5G'ye dayanıyor. Yani binanız dayanacağından daha güçlü bir ivmeyle karşılaşacak.” Yani böylece herkes binasının başına ne geleceği hakkında bir fikir sahibi olacak. Ve bunu, fayın kendine has üreteceği maksimum depremi hesaplayarak yapacağız. Bunun üzerine bu değerlerle mühendislik firmalarına gidecek ve karot vesaire analizi yaptıracak.
-BEDAŞ ile yapacağınız iş birliği projenin ne kadarlık bir bölümünü kapsıyor?
BEDAŞ’la geliştirdiğimiz ortak bir proje kapsamında şu anda sadece Avrupa yakasına yerleştirilmek üzere prototip olarak 50 tane ivme ölçer geliştiriyoruz. Bu senenin sonuna kadar yerleştirilmiş olacak bu ivme ölçerler. İkinci aşamada bin 500, üçüncü aşamada ise 15 bin ivme ölçer yerleştirilecek. Eğer diğer elektrik dağıtım şirketleri de bu projeye katılırlarsa yaklaşık 250 bin ivme ölçer yerleştirilebilir. İşte bu ivme ölçerlerden bize gelecek verilerle haritalar hazırlayacağız. Ancak şurayı açıklığa kavuşturmam lazım; biz ivmeölçer üretip satma hedefimiz yok. Yani bu işin maddi kısmında biz yokuz. İvmeölçerleri imal edecek olan BEDAŞ. Biz sadece patent ve projesine sahibiz. Bunun karşılığında para değil, sadece veri alacağız.
-Son iki yıldır verdiğiniz söyleşilerden anlıyorum ki aslında MATAM gibi bir merkezin kurulması için 20 yılı aşkındır uğraşmışsınız ama hiçbir devlet kurumundan beklediğiniz desteği alamamışsınız. Sonuçta da bu işe İş Bankası sponsor olmuş. Bu süreçte yaşadıklarınızı biraz da üstü kapalı anlattınız aslında. Geçen sene Mirgün Cabas yayınında dediniz ki “Üç kuruma yazdım, sadece birinden dönüş oldu.” Sonra geçen haftaki Gazete Oksijen mülakatınızda o dönüş yapan kurumun Genelkurmay Başkanlığı olduğunu açıkladınız. Hatta sizi davet eden kişi de dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt’mış, toplantıya o başkanlık yapmış. Sizi dinledikten sonra şöyle demiş: “Türkiye zengin bir ülke, insan kaynakları da çok. Bu insanlar her şeyi yapabilir, ama bunlar dağınık tespih taneleri gibidir. Eğer bunları bir otorite bir araya getirirse, o otorite her değiştiğinde o tespih taneleri dağılır. Onun için bu merkezi siz kendiniz yapmalısınız. Tespih tanelerini siz bulmalısınız, ip de siz olmalısınız. Hazır olduğunuzda imkân önünüze çıkarsa yaparsınız.” Büyükanıt’tan bugüne değişen tek şey Cumhurbaşkanlığı Yerel Yönetim ve Afet Politikaları Kurulu’na davet edilmiş olmanız heralde, değil mi?
Tam değil. Değişen şey, 50 bin insanı kaybedince bu işin ne kadar ciddi olduğu gerçeği. Bu 6 Şubat depremi olmasaydı 6,2 gibi depremlerle kimse bize bir imkân vermezdi. Bu nedenle bizim binamız MATAM, ülkemiz coğrafyasında depremden ölen hayatını kaybeden insanlar ve onarla yaşayan tüm canlılara adanmıştır. O binada yapacağımız çalışma gelecekte bunu en aza indirmek belki hiç olmamasını sağlamak ülküsüne dayanıyor.
-Şu siyasi ortamda normalde iktidarın da hoşuna gitmemesi lazım söylediklerinizin. Ama siz Cumhurbaşkanlığı’nın bir politika kuruluna davet edildiniz ve kabul ettiniz. Nasıl oldu bu anlatır mısınız? Çok taze de bir gelişme bu, 10 Nisan tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanmıştı. Kurulunuz toplanabildi mi bu arada? İşleyişle ilgili ilk izlenimleriniz nedir? Bürokratik yavaşlık oraya da sirayet etmiş mi?
Çocukluğum ve gençliğimde yaşadığım ve büyüdüğüm dünya muhafazakâr insanlardan oluşuyor. Bugün arkadaşlarım dostlarım arasında siyasi fikre bakarsanız bir denge var. Benim işimi yaparken kimseyi siyasi düşüncesi ve inancı ile yargılamayan bir dünya bakışım var. İnsanlar benimle karşılaşıp işimle ilgili konuşunca samimiyetimi ve açık sözlülüğümü sever. “İktidar veya muhalefet ne diyor?” diye bakamam. Ben Türk milletinin parasıyla okudum. Ona hizmet etmenin en iyi yolu işini en iyi yapmaktır. Ve korkmamaktır. Sağ olsun bakanlıktaki bürokratlar depremden sonra beni sürekli izlediler ve bu göreve aday göstereceklerini söylediler. Benim için işimi yapmak ve en iyi yapmak önemli. Deprem siyasi görüş, inanç, köken bakmadan insanları eşitliyor. Bizim didişme lüksümüz yok.
-Toplumun kutuplaştığı, her mahallede duygu durumunun zirvede olduğu, insanların sıklıkla bilim yerine ruha hoş giden fikirlerin arkasında hizalandığı bir ortamda, “Tehlike haritalarının kendisi tehlike” diyen bir Cenk Yaltırak tabii ki çok da hoşa gitmez. Sosyal medyada size yazılan yorumlara bakıyorum da…hedef almadan hakarete her şey var!
Bakın 23 Nisan’da 3.9’luk deprem olduğunda bir televizyondan bir arkadaş beni aradı, “Demeciniz olur mu?” diye sordu. Ben de kendisine “Marmara’da son 10 yılda böyle onlarca deprem var ama şu an bununla ilgili detaylı bilgiye sahip değilim, yorum yapamam” dedim ve kapattım telefonu. On dakika sonra 6,2’lik deprem oldu. Eğer ben yayına çıkıp “Burada daha büyük deprem de olacak” deseydim herkes “Ya Cenk Hoca ne büyük adammış” diye konuşacaktı. Bu mantığı hızla terk etmemiz lazım. Bilim her depremde bir şey söylemek değil. Soranda da söyleyende izan olması lazım.
Cansu Çamlıbel kimdir?Cansu Çamlıbel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor. |
“Erdoğan sonrası çok farklı bir dünya olacak, o bıraktığı anda AK Parti diye bir şey olmaz, her şey sıfırdan başlar. Erdoğan’a tavsiyem bırakıp Türkiye demokrasisinin önünü açmasıdır. Kendi tabanına rağmen bu işi ileriye götürmek çok kolay değil”
“Hukuksuzluk zemininde ‘terörsüz Türkiye’nin başarılı olma ihtimali yok, Bahçeli bunun bilincinde. Onun için ‘İmamoğlu davası siyasidir, bir an önce bitirilsin’ diyor. İmamoğlu’nu ‘kent uzlaşısı’ndan yargılamak çözüm sürecini imha ederdi. Bahçeli ve Öcalan yeni bir ulus devlet inşa ediyor, çözüm süreci budur. Seçim olur, CHP iktidara gelirse hukuk kendiliğinden gelir. Çözüm sürecini başarılı kılmak için başka alternatifi kalmazsa Bahçeli bunun önünü açar”
Hepimiz bir yanından tuttuk Sırrı’yı, bırakmıyoruz evet… Ama memleketin barış, diyalog, empati konusundaki açıklarını kapatmak sanki onun varlık sebebiymiş gibi bir anlatıya da biraz içerliyorum doğrusu. Bu işlere hiç girmeseydi de yaşamına uğradığı herkese başka bir renk bırakacaktı, çünkü o her şeyden önce büyük bir hikâye üstadı
© Tüm hakları saklıdır.