12 Nisan 2021

Romantik ve apolitik

Çağnur Öztürk Netflix'te yayınlanan "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?" filmini yazdı

Yılmaz Erdoğan'ın 1999 tarihli oyunu "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?"den uyarlanan film Netflix'te gösterime girdi. Filmin yönetmenliğini Andaç Haznedaroğlu üstleniyor. Filmde Haznedaroğlu'nun iyi gözünün etkileri mevcut ama bu filmi bütününde karikatürize olmaktan kurtaramıyor maalesef.

Yılmaz Erdoğan, "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?"de; üstün zekalı Gülseren'in hayatındaki ve çevresindeki karakterlerden de yansıyan toplumsal-siyasal gelişmeler eşliğinde bir ülke tarihi sunuyor. Ama bu tarihin içinde Gülseren'in üstün zekası ateş böceklerinin peşinde fazla romantik ve apolitize kalıyor. 80 darbesi öncesi ve sonrasında geçen sahnelerde Gülseren tamamen apolitik bir tutum sergiliyor; filmin ana karakterinin bu apolitik tutumu da aslında filmin tutumuna yansıyor.

Ben Yılmaz Erdoğan'ın bu politik dönemi ele alırken, politik açıdan daha sağlam bir konum almasını tercih ederdim. Gülseren karakterinin apolitize halinin yanı sıra üstün zekasına dair de öğretmenine yaptığı birkaç asilik, aile içinde sergilediği birkaç uyumsuzluk, başkalarına nazaran içindekileri tutamayıp söyleyebilme cesareti ve dobralığı dışında bir işaret görmüyoruz; bir türlü ikna da olamıyoruz. Dört basamaklı sayıları çarpabilme dışında daha "üstün" bir şeyler olmalı, bir şeyler eksik bu hikâyede dedirtiyor insana bu durum. Filmin sonunda ise, Gülseren'in yalnızlıklar ve kayıplar sonrasında bir "zamanın ruhu" motifi olarak YouTube çarkında bir fenomene dönüşmesi, sanki bunu da sosyolojinin bir parçası olarak koymalıydık eğretiliğini hissettiriyor.

Filmin bazı "teknik" sorunlarından da bahsetmek gerek: Daha ilk sahnede Gülseren'in yaşlı haliyle karşılaştığımızda, yaşlandırma-saç-makyajı konusunda hâlâ ne kadar amatör olduğumuzu görüyoruz. Sinemamızın saç-makyaj dışında başaramadığı bir diğer konu ise müzik kullanımı. Televizyon dizilerindeki overdose müzik kullanımını burada da görüyoruz. Müzik hikâyeyi destekleyen bir öğe olarak değil bizi hikâyeden uzaklaştıran, hatta ambale eden bir öğe olarak karşımıza çıkıyor bu filmde de.

Netflix'in yerli filmler konusunda henüz bir başarı gösteremediğini düşünüyorum. "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?" de bir önceki yerli yapım "Kağıttan Hayatlar" gibi bir hayal kırıklığı yaratıyor. Film, ağlatan kısımlarında Çağan Irmak'ın "Hadi ağlayın, burada da ağlayın, şuraya da en nostaljik ya da dramatik eserleri koyayım daha çok ağlayın" melodramcılığı ile güldüren kısımlarında Olacak O Kadar parodileri, skeç ve televizyon estetiği arasında gidip geliyor.

Robert Bresson, Sinematograf Üzerine Notlar adlı kitabında şöyle diyor: 

  1. Sinematograf ve tiyatro; ikisinin de mahvına yol açmayacak bir birleşme mümkün değildir.
  2. Sinematografın doğrusu, tiyatronun, romanın ya da resmin doğrusuyla bir olamaz. 

"Sen Ateş Böceği Gördün Mü?” bir uyarlama olarak tiyatrodan sinemaya geçişin bütün handikaplarını taşıyor ve bu iki cümleyi de doğruluyor.

Yılmaz Erdoğan çok sevdiğim usta bir kalem, filmi şahsına münhasır replikler ve anlarla donatsa da hikâye aktarımı apolitik olmasının yanı sıra demode kalıyor. Ben kendisinden özgün, yenilikçi ve modern hikâyeler bekliyorum artık. Ateş böceğinin ışığını bugün de hissetmemizi sağlayacak hikâyeler.

Yazarın Diğer Yazıları

Ali Kemal Çınar: Zayıf yönlerini görüp bunun üzerine gitmek, ancak güçlü gördüğün yönlerinin varlığından cesaret alarak yapılabilir

Ali Kemal Çınar ile son filminden Kürt sinemasında birey olma sorunsalına, Diyarbakır'dan Türkiye Sineması'nın geleceğine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik

Ulaş Tosun: Merhaba Canım'ın yarattığı etki, belki tasarlanmış estetiğin bir kere daha çöküşü olarak yorumlanabilir

Merhaba Canım benim için sansürün ve otosansürün tüm gücünü hissettiğim bir çalışma oldu