05 Mart 2020

TOBB ve TÜSİAD’ın İdlib harekatına destek verirken söylemeyi unuttuğu...

Çağdaş tarih, ekonomik mucizelerin savaşlardan değil uzun barış dönemlerinden çıktığını gösteriyor

"Yirmi yıllık bir zaman diliminde askeri harcamaların yüzde 1 arttırılması, ekonomik büyümeyi yüzde 9 aşağı çekiyor."

Bu bulgu, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı ülkelerin son 45 yıldaki ekonomik performansını inceleyen bilim insanları Dunne, d’Agostino, ve Pieroni’ye ait. 2017’de yayımladıkları araştırmaya göre askeri harcamalarının ekonomik büyüme üzerinde anlamlı şekilde negatif etkisi var.*

Türkiye’nin silah harcamaları son yıllarda büyük artış gösterdi. Oysa AKP’nin ilk döneminde hafifçe gerileyerek 12 milyar dolara inmişti. 2009’da yeniden 13 milyar doları geçti. 2015’te 14.3, 2016’da 16.6, 2017’de 17.8 oldu. 2018’de ise büyük bir artışla 22 milyar dolara çıktı. (Kaynak: Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü.)

Silaha harcadığımız paranın gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı, İspanya, İtalya gibi "yetişmeyi" hedeflediğimiz Avrupa ülkelerinin çok üzerinde.

Silah harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki payı (Kaynak: Dünya Bankası)

"Ama Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tehditler daha büyük" diyeceksiniz. İyi de bunun için yerli uçak gemisi projesine milyarlar harcamanın gereği var mı, pek emin değilim. Aynı soru S-400'ler için de sorulabilir, soruluyor…

Silaha harcanan her bir kuruş, eğitimden, sağlıktan ve daha verimli sektörlerden kesiliyor. Hangisi uzun vadede bir ülkenin büyüme oranını olumlu etkiler, eğitim mi silah sanayi mi? Evet, Türkiye son yıllarda yerli sanayinde çok ileri gitti ama eğitimde de dünyanın çok gerisinde kaldı. Bu bir tercih meselesi.

Savaş demek para demek. Devlet savaş için gerekli parayı nereden bulacak? Yeni vergiler salabilir ama vatandaşının cebinden alabileceğinin bir sınırı var. O nedenle savaşın gerektirdiği harcamaları karşılamak için borçlanmak şart.

Yakın tarih tartışmaya yer bırakmayacak şekilde savaş dönemlerinde kamu borcununun arttığını gösteriyor. Örneğin İngiltere... İkinci Dünya Savaşı İngiltere’nin kamu borcunun milli gelire oranının yüzde 150’ye yükselmişti. Borç savaş bittikten sonra da artmaya devam etti ve 1950’lerin başında rekor seviye olan yüzde 240’a kadar çıktı.

İngiltere’nin kamu borcunun GSYH’ya oranı

Bir de, savaşların ekonomiyi canlandırdığı şehir efsanesi var. Nobelli iktisatçı Stiglitz’e kulak verelim:

"Bazıları kapitalizmin savaşlara ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Onlara göre savaş yoksa ekonomik durgunluk kaçınılmaz. Bugün bunun boş laf olduğunu artık biliyoruz. Barış dönemleri ekonomiyi canlandırmada savaştan çok daha etkili. 1990’larda yaşanan ekonomik patlama bunun somut örneği."

Gerçekten de çağdaş tarih, ekonomik mucizelerin savaşlardan değil uzun barış dönemlerinden çıktığını gösteriyor. Mesela Japonya.

Japonya İkinci Dünya Savaşı'ndan önce kaynaklarının çoğunu silaha harcayan saldırgan bir ülkeydi. Savaş bitince kıt kaynaklar sivil sanayiye yöneldi. Ve Sony gibi küresel şirketler doğdu. Japonya emperyalist hedeflerinden vazgeçmese Sony hiçbir zaman doğamayacaktı. Bunu nereden biliyoruz? Sony’den. Sony’nın kurucuları Masaru Ibuka ve Akio Morita, İkinci Dünya Savaşı’nda Japon Deniz Kuvvetleri’nde mühendis olarak görev yapıyordu...

Ortak bir açıklamayla İdlib harekatına destek veren TOBB, TÜSİAD, TÜGİAD, KAGİDER gibi iş dünyası kuruluşlarının bir cümleyle de olsa ekonomik kalkınma ve refah için barışa ihtiyacımız olduğunu söylemesi gerekmez miydi?


* Does military spending matter for long-run growth?. Defence and Peace Economics, 2017.

https://peacesciencedigest.org/effects-military-spending-economic-growth/

Yazarın Diğer Yazıları

Helalleşme yazısı

Helalleşelim. Ama ayrılmayalım

Cumhurbaşkanı Erdoğan faiz indirimi konusunda neden ısrarcı? Kafasındaki plan ne?  

Muhtemelen (İki aydır olduğu gibi) kur akışa bırakılacak, faiz indirimleri sürecek, seçim öncesi olası atakları karşı rezerv açığı kapatılmaya çalışılacak, inançla yola devam edilecek.

Anadolu burjuvazisi şimdi ne düşünüyor?

2018’e kadar amasız, fakatsız destekledikleri AKP’nin arkasında dimdik duruyorlar mı hâlâ? Yoksa ekonomideki, dış politikadaki maceracılıktan, beceriksizlikten bezdiler mi?