Kudreti neydi?
Gerçeğin yönünü manipüle etmeyle ilgili temsil işlevi görenler, zaman zaman dillerinden düşürmedikleri bilinmeyen sıfat ve sözcükleri kullanmadan önce bir açıklamasını yapsalardı ya.
Neyse ki Wikipedia vardı; sağ olsun ama onun bildiğini bizim bilmememiz ayıp kaçıyordu gerçekten. Yani Wikipedia bile bir dönemin ve toplumun kaderini belirleyecek o tuzaklı sözcüğün anlamını biliyordu ama biz bilmiyorduk.
Arama motoruna mutlak butlan sözcüğü yazıldı hemen ve Wikipedia göz kırparcasına ışıklarını yakıp söndürerek bir paragraf boyutunda “ahan da mutlak butlan budur” dercesine bir paragraf boyutundaki dökümünü sundu:
“Mutlak butlan; borçlar hukuku, ticaret hukuku, idare hukuku, medeni hukuk gibi alanlarda sıkça kullanılan bir terim olmakla birlikte bir işlem veya olayın gerçek dünyada gerçekleşmiş olsa bile taşıdığı şartlar gereği hukuken hiç gerçekleşmediğini ifade eder…”
Bir gizemi çözercesine Wikipedia’nın açıklamasına bodoslama dalındı hemen. Ve okundu, tekrar okundu. Birkaç tekrarın zararı yoktu, yine okundu. Ama anlaşılmıyordu.
Ya da okuyan taraf anlamıyordu.
Ve halen anlamıyor…
Hemen güncele iliştirip birtakım olayların üzerine giydirildi.
Yok, olmuyordu, uymuyordu.
Bazı hukuki kavramlar nasıl da soyuttu ve yoruma açıktı. Ama aynı kavramlar olaylardan soyutlandığında havalarda uçuşan önemsiz toz zerreciklerine dönüşüp yok oluyordu.
Yalnız şu mutlak butlan öyle değildi. Bazen bir toz zerreciği olup bazen de takıntılı bazı zihinlerin ille de bir şey yapmak için kendini zorladığı ayar mekanizmasına dönüşüyordu.
Wikipedia’ya tekrar sorulsa mıydı?
Gerekeni söyleyen Wikipedia sonrasını nereden bilsindi. Zaten al sana içine birçok olayı yerleştireceğin sınırsız genişlikte bir çerçeve der gibiydi.
“Ben yapacağımı yaptım, gerisi sana kalmış” diyordu yani.
Fazla bocalamaya zaman bırakmadan ardı ardına yoğunluklu yapılan yorumlardan anlaşılmıştı ki mutlağın butlanı yoktu (butlanın mutlağı da olabilir bu arada).
Anlaşılmıştı ki, mutlak butlan kendi başına bir şey olmayıp, bir şeyi gerçekleştirmeye çalışanların elinde oyuncak olmuştu. Ama yine de sorunun cevabı tam yerine oturmamıştı. Öyle ki, mutlak butlan bile kendisinin niye seçildiğini merak edip dururken, bu sorunun derinliklerine inmek kaçınılmaz olmuştu.
Fakat derine indikçe soru ve yanıt anlamını yitiriyor, gereksiz çabalamanın yarattığı boşluk kalıyordu geride.
Önemi yoktu sözcüklerin, öyle anlaşılıyordu.
Ha butlan olmuş, ha mutlak! Ne fark ederdi!?
Ne kadar bilinse de bir gerçeğin yönünü saptırmanın bin türlü yolu olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyordu demek ki.
Şimdilik mutlak butlana çıkmıştı piyango.
Ama yine de zihin biri mutlakken diğeri nasıl butlan oluyor diye sorup duruyordu.
Hem mutlak, mutlak olanı işaret ederken, butlan havada kalıyordu.
Alavere dalavere işler için kelime ve sıfatlar bir araçtı sadece.
Öyle ki gerçek son derece basit ve yalındı.
Gerçekler kendisine uymayan sözcüklerle dillendirilmeyi istemiyor; mutlağı mutlak gerçeklik olarak kendine hapsediyordu.
Ancak butlan mutlaktan çıkarıldığında sorun çözülmüş oldu.
Yani, basit ve yalın olan bir şey vardı ve o da gerçeği çarpıtmanın mutlaklığıydı.