21 Mayıs 2025

Yırtın bakalım hayatınızın parçalarını...

Bu hafta Türkiye’nin yoğun gündeminden biraz müsaade isteyerek, bir sanat terapisi olarak kolajı yazmak istedim. Hadi yırtın bakalım hayatınızın parçalarını, sonra tekrar birleştirin. Bakalım bilinçaltınız size ne diyecek?

Yüzüm karıncalanıyor, beynimi sanki biri mengene ile sıkıştırıyor, o noktada ekranda okuduklarım kayıyor, elimden hızla telefonu fırlatıyor, geçsin diye evin içinde volta atıyordum. Beynimde bir sorun olduğuna neredeyse emindim. Bu beni korkutuyor ve korktukça tüm yaşadıklarımın şiddeti katlanarak artıyordu. Vancouver’da aylardır beklediğim nörolog muayenesinden sonra doktorum beynimde bir sorun olmadığına neredeyse emin olduğunu ama yine de MR istediğini söyledi, üstüne de ekledi: “Tipik bir anksiyete vakasısınız. Bunu karşımdaki oturuşunuzdan, sorularıma cevap verme şeklinizden bile anlıyorum. Düşük dozda ilaç sizi rahatlacak. Tedavi edilmezse anksiyete beynin kimyasını bozarak, korktuğunuz hastalıklara davetiye çıkartabilir.”

Anksiyete de neymiş?

Yaklaşık iki sene önce konulan bu teşhise öncelikle çok sevindim. Beynimde bir şey yoktu ya... Anksiyetenin fiziksel etkilerinin bu kadar çok ve şiddetli olabileceğini bilmiyordum. Beynin kimyasını değiştirerek, çeşitli beyin rahatsızlıklarına yol açabileceğini de... Ama halledebileceğim bir durumdu. Tam o sıralar “Anksiyete de neymiş?” diyerek, bir aile işi için İstanbul’a uçtum. İş biraz stresli, birkaç bilinmeyenli bir işti ve kısa sürede çözmem gereken birçok konu başlığı vardı. Bu durum anksiyeteyi daha da tetikledi. Beynim patlayacak sanıyor, yüzümle birlikte omuzlarım, sırtım ve boynum da karıncalanıyor ve taş gibi kasılıyordu. Nefesim ritmini kaybediyor, nefessiz kalıyordum. Yutkunamıyordum, lokmalar boğazıma takılıyordu. Sanki beynim tüm bunları bir zamanlar doğallıkla yaptığını unutmuş gibiydi.

“Seçtiğin görseller, bilinçaltının yansıması olacak”

Doktorum ilaca İstanbul dönüşü başlamam gerektiğini söylediği için, İstanbul’da stresimi nasıl  yöneteceğimi, önümdeki işleri nasıl halledeceğimi şaşırmıştım. Tek hayalim Vancouver’a dönüp, ilacıma başlamaktı. O günlerde yakın arkadaşım Melis, beni aldı, masaya oturttu, önüme eski dergiler, birçok kesilmiş kağıt, karton, makas ve yapıştırıcı koydu ve dedi ki; “Beyninin sesini susturmak için bir yol biliyorum. Şimdi bu dergilere bak, seni çeken, içinden gelen resimleri kes veya yırt, sonra bunları biraraya getirerek bir kolaj yap. Seçtiğin görseller bilinçaltının bir yansıması olacak. Bu süre zarfında beynin tamamen bu işle meşgul olduğu için dinlenecek.”

Zaman aşktır, ya da paranız iade

Melis’in dediği gibi hoşuma giden parçaları yırtmaya başladım. İçgüdüsel olarak elimin gittiği parçalar çok da aydınlık değildi. İki farklı saat kesmişim. Saatlerden biri, birbirine sarılan bir çiftin arasına girmiş. Diğerinin -büyük guguk kuşlu olan duvar saatinin- yanında bir mesaj var: “Zaman aşktır. Ya da paranız iade.” Bozuk paraları da üstüste oracığa dizmişim. Güzel bir pamuk ağacının bir dalından donmuş bir beyaz gül çıkmış. Dalların üzerinde küçük klasik arabalar geziniyor. Bir şey içmişim, zehir gibi, ağzım kanamış, kan bardaktan taşmış. Yerli bir adam durumun yüz yıllardır böyle olduğunu söylüyor kulağıma. Okyanus kıyısında bir ev var. Bir ev hayali...

İlişki 

Anksiyetemin en önemli kaynağı kolajla ortaya çıktı

Tüm bu parçaları bulmam, kesmem, yapıştırmam iki-üç saatimi alıyor. Melis’in dediği gibi beynim nihayetinde bir sakinleme fırsatı buluyor ve bu süre zarfında nasıl nefes alacağını, nasıl yutkunacağını hatırlamak zorunda hissetmiyor. Ama benim için daha da ilginci kestiğim parçaları yapboz gibi yerlerini değiştirerek nihayet biraraya getirdiğimde, ortaya çıkan kompozisyon oluyor. Kolajım açık ve net olarak anksiyetemin en önemli kaynaklarından birinin o an içinde bulunduğum ilişki olduğunu söylüyordu. Güvenimi kazanması için zamanı azalmıştı, ama yapmıyordu, bu içimi kanatıyordu. Sözünü yine tutmayacağına bahse girebilirdim, bu bahse para bile koyabilirdim. Anksiyete bozukluğu yaşayan birçok kişinin, tehdit içermeyen olayları dahi tehdit olarak algılayabildiğini ve kendini tehdit altında hissedebildiğini biliyordum ama benim böyle hissetmek için birçok nedenim vardı.

Zihnimdeki sansürler kalktı

Zaman geriye değil, ileri gidiyordu. Vakit azalıyordu. Tik, tok, tik, tok...  Klasik arabalar onun çocuk kalışını, olgunlaşmamış tarafını simgeliyordu. Okyanus ya da deniz kıyısındaki ev benim kendi içimde bulmam gereken güvenlik ihtiyacını... Sağlıklı bir pamuk ağacıyken dönüştüğüm donmuş gül, anksiyete nedeniyle sinir sistemimin donma moduna geçtiğini işaret ediyordu. Bu da stres karşısında zorlukla ilerlememi, nefesimin, yutkunmamın ve kalp atışlarımın yavaşlamasını açıklıyordu. İçgüdüsel olarak yaptığım kolaj içinde bulunduğum duruma hem teşhis koymuş, hem de zihnimdeki sansürleri kaldırmıştı. Bilinçaltım seçtiğim görseller aracılığı ile benimle konuşmuş, iç dünyam ile ilgili benim bile farkında olmadığım bilgileri önüme sermişti. 

Göç

Koca koca kartonlara, bilinçaltımı kusuyordum

Vancouver’a döndüğümde kullandığım ilaç bir ay içinde yüzümdeki karıncalanmaları, kasılmaları ve beynimin sıkışma hissini ortadan kaldırdı. Ama en az ilaç kadar beni iyileştiren başka bir şey vardı artık hayatımda; bir sanat terapisi olarak kolaj. Vancouver’a döndüğümde deli gibi kolaj yapmaya başladım. Gece olduğunda mumlarımı yakıyor, malzemelerimi önüme diziyor, başlıyordum beni çeken görselleri yırtmaya. İlk kolajlarım dev hikaye panoları gibiydi. Parçalar bir araya geldikçe adeta işlemden geçirmeden “önümüze gelene bir tekme” diye diye ilerlediğim hayatımdan kesitler bir fotoroman gibi karşıma çıkıyordu. Zamanının azaldığı ilişkim nihayet bittikten sonra, anksiyetemin bir diğer nedeninin göç olduğunu fark ettim. Birbirinden çok uzak iki kültür, iki dil, iki ülke, iki şehir arasında kalmış olduğumu simgeleyen bavul, rakı bardakları, İstanbul Boğazı, Burrard Koyu, Capilano Asma  Köprüsü, Boğaz Köprüsü, antik tiyatrolar, yerli halkların totemleri gibi gerçek hayatta bir araya gelemeyecek görseller, bir beyaz kağıt üzerinde birleşerek adeta hayatımı tek bir zemin üzerine taşımayı, derlemeyi ve toplamayı mümkün kılıyordu. Koca koca kartonlara, bilinçaltımı kusuyordum adeta...

Geçmişini iyileştir, geleceğini yarat

İçgüdüsel kolaj sembollerle duygularımın sağılımını yapmamı sağlıyordu. Terapide de konuşmaya, yüzeysel düzeyden başlarız; dışarıda neler oluyor, dünyaya ne gösteriliyor; aynı zamanda derine inerek altta yatan katmanlarımızı keşfederiz. Stresli ilişki ve göçün etkilerini yeterince kağıtlara yansıttıktan sonra, kendime odaklandım. Bu sefer kolajlarımın katmanlarında “Yeniden başlamak”, “Yeniden Yaratmak” temaları hakimdi. İşe odaklandığımı gösteren daktilolar, bilgisayarlar, kalemler, özgürlüğü temsil eden kuşlar, ormanlar o dönemki kolajlarımın vazgeçilmezleriydi. İçgüdüsel olarak kestiğim parçaları birleştirip, hem geçmişimi iyileştirmeye ve anlamlandırmaya, hem de geleceğimi yaratmaya  çalışmak, kendi bilmediğim yanlarımı keşfetmek ve yüzleşmek bana çok iyi gelmişti. İşim yazmak, kelimelerle aram iyidir ama iç dünyamı kelimelere gerek duymadan, görseller aracılığıyla ifade etmek, benim için çok daha etkili bir yöntem olmuştu.

Yeniden başlama

Her parça kullanılmak için vaktini bekliyor

Daha sonra kolajı tersten de yapmaya başladım. Yani bilinç dışı, elimin gittiği parçaları kesip bilmediğim bir hikaye yaratmak yerine, bildiğim bir hikayenin bilinçli seçtiğim parçalarını dergilerde veya daha önce kestiğim ve kullanmadığım parçaların içinde, saatlerce aradığım da oluyordu. Kolaj yaratırken, her zaman kestiğimiz her parçayı kullanmıyoruz. Kullanmadığım parçaları, daha sonraki işlerde değerlendirmek üzere ebatlarına göre dosyalarına ayırıyorum. Her parçayı seçmemizin bir nedeni var ve her parça bir beyaz kağıt üzerinde anlamlanmak için zamanını bekliyor. Kolajı tersten yapmak sanat amaçlı olabilir ama şunu bilin ki kolaj yapmak için kimsenin sanatçı olmasına veya çizim yeteneğine sahip olmasına gerek yok. Herkes parça yırtıp, çöp adam bile çizmeye gerek kalmadan istediği resmi yaratabilir. Kolajla katmanları iç içe geçirip, boyayarak birleştirmeyi, üzerine bazen kurutulmuş çiçek, kurdele gibi farklı dokuları eklemeyi de seviyorum. Anksiyete sayesinde tanıştığım kolajı, artık hobi, keyif ve meditasyon amacıyla sürdürmeye devam ediyorum.

Memleket gündemine de çare kolaj

Bu hafta Türkiye’nin yoğun gündeminden biraz müsaade isteyerek, sanat terapisi olarak kolajı yazmak istedim. Çünkü aslında memleket gündemi canımı sıktığında da çare olarak kolaja başvuruyorum. Fonda her zaman YouTube’da bir haber kanalı açık oluyor, o ayrı. Siz de deneyebilirsiniz. Ailecek de yapabilirsiniz. Çünkü çok kolay, eğlenceli, etkili... Üstelik kendinizi ifade etmenizi, korkularınızla yüzleşmenizi sağlıyor, ruhunuzu sağıltıyor. Terapi seanslarının ne kadar pahalılaştığını düşünürsek, bedava olması da bir avantaj. Hadi yırtın bakalım hayatınızın parçalarını, sonra tekrar birleştirin. Bakalım bilinçaltınız size ne diyecek?

Adalet, memleket

Ayşe Acar kimdir?

Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. 

Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. 

Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. 

Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. 

Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 

2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. 

Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

12 maddede Banksy ve göç temalı eserleri

Vancouver’da The Art of Banksy Without Limits sergisini gezdim, Banksy ve göç temalı eserlerini, hangi nedenle olursa olsun yerlerinden edilen göçmenler için yazdım

Aile Yılı’nda büyük bir ‘Türkiye Ailesi’ hayali

Uluslararası Aile Forumu, 22-23 Mayıs tarihlerinde İstanbul'da düzenlendi. Forumda aileyi güçlendirmeye yönelik politikaların devam edeceği vurgulanırken, ben Narin’i, Mattia Ahmet’i, Abdurrahman’ı, Kartalkaya Otel’de zehirlenerek ölen, Isias Otel’de enkaz altında kalan çocuklarımızı ve daha nicelerini düşündüm. Ali Asaf ise her şeye rağmen umudun sembolü oldu

12 maddede büklüm büklüm izlediğimiz dizi: İstanbul Ansiklopedisi

Bu hafta İstanbul Ansiklopedisi’nin, beni ve kızımı neden etkilediğini 12 maddede yazmak istiyorum. Lütfen, Spotify’larınızın ayarını Tülay Özer’den Büklüm Büklüm’e getirip, yazıyı öyle okuyunuz. Ne söylesen, ne beklesen... Yaradan'dan ya da kaderinden... Ele geçmez istediğin... Uğruna savaş vermediysen...

"
"