10 Mayıs 2024

Film yok... Onun yerine, şundan bundan!..

Sevgili gazetem Cumhuriyet tam 100. yılını kutlamış. Cemal Reşit Rey kongre salonunda ve görkemli bir geceyle... ‘Mış’lı konuşuyorum, çünkü tam 27 yılımı verdiğim, bana öğrettiği gazeteciliği, kafama yerleştirdiği tüm ilkelerimi bugün T24’teki barış, hak, adalet, hukuk aramaya çabalayan muhalif yazılarımda kullandığım halde... Evet, tüm bunlara karşın; oradaki birçok ‘dostuma’ rağmen... Belki de ‘düşmanlarım’ buna engel oldu

Yayın yaşamına 7 Mayıs 1924’te başlayan Cumhuriyet Gazetesi 100. yılını kutladı

Evet, benim için filmsiz bir hafta… Bir Amerikan popüler serisinin son filmi için kıta değiştirip Asya’ya geçmeyi hem ilke hem de pratik açısından kabul etmediğimden onu yazamıyorum. Ama etraf öylesine çok olayla, siyasetten sanata öylesine kıpır kıpır gelişmelerle dolu ki... İşte onlara değinmeye çalışacağım.

Önce şu İsrail olayı... Ve elbette Yahudiler. Tarihin belki en talihsiz ırkı. Hiçbir zaman bir devlet kuramamış, bir ülke edinememiş ama öte yandan yetenekli ve becerikli bir halk... Daha engizisyon döneminden başlayıp yüzyıllar sonra Adolf Hitler’in gözü kapalı hedef aldığı ve bilmem kaç milyonunu katlettiği...

Dolayısıyla 1948 yılında, aslında tüm dinlerin filiz verdiği Orta Doğu’daki İsrail Devleti’ni kurmaları, benim gibi ırkçılık düşmanı olanlar başta, herkesi nasıl memnun etmişti... Ama artık o karışık ve karmaşık topraklarda karşı dinlerle barış içinde yaşamaları ve eski inanç kavgalarını bir yana bırakmaları gerekmez miydi? Bugün içine düştükleri Gazze katliamı olayının, ikinci savaşın büyük soykırımından farkı var mı? En basit bir deyişle, senin başına gelen o büyük ırkçı soykırımını, sen başkalarına yapmaktan utanmıyor musun, diye sormazlar mı? En büyük Yahudi-severler, hatta bizzat inanç sahibi Yahudiler?

Ki ben bu yüzden varlığı önemli olan her ırkın kendi devletini kurabilmesine yandaşımdır. Irkçılığı Gördüm, Tanıyorum kitabımdaki yazılarımın gösterdiği gibi. Ve de bir TV programında biraz tepki alan biçimde söylediğim gibi, Kürtlerin de bir devlet kurmaya hakları vardır. Kim ne derse desin ne yazarsa yazsın...

Ama öyle olmuyor. Şu günlerde yapılmakta olan efsanevi Eurovision şarkı yarışmasının gösterdiği gibi... Bir yandan İsveçli şarkıcı Eric Sade (33 yaşında imiş) bileğine taktığı ‘Filistin Kefiyesi’ denen şeyle sahneye çıkmış. Her ne kadar organizatörler ‘şarkı yarışmasına siyaset karışamaz’ diye laf ebeliği yapsalar da... Ayni biçimde, bu yazı çıktığında yorulmak bilmez Sertab Erener de şarkısıyla bu evrensel yarışma ortamında olacak... Sevgili Sertab’a şans diliyorum.

Öte yandan, sevgili gazetem Cumhuriyet tam 100. yılını kutlamış. Cemal Reşit Rey kongre salonunda ve görkemli bir geceyle... ‘Mış’lı konuşuyorum, çünkü tam 27 yılımı verdiğim, bana öğrettiği gazeteciliği, kafama yerleştirdiği tüm ilkelerimi bugün T24’teki barış, hak, adalet, hukuk aramaya çabalayan muhalif yazılarımda kullandığım halde... Evet, tüm bunlara karşın; oradaki birçok ‘dostuma’ rağmen... Belki de ‘düşmanlarım’ buna engel oldu. Ne yapalım!..  

Başka güncel olaylar da var. Benim özellikle tercüman-rehberlik dönemimde tanıdığım Edirnekapı’daki Kariye Müzesi olmak üzere... Dünyada var olan en yüksek düzeyde Bizans mozaikleri sayılan eserleri içeren bu küçük yapı, yıllar boyu Türk turizmine büyük kredi getirdi. Uzun zamandır restorasyonda olan yapı, yakın zamanda cami olarak açıldı. Bu da o mozaiklerin en azından bir bölümünün görülmesini imkânsız hale getirdi. Doğrusu beni çok üzen bir olay... Yunan başbakanı Miçotakis bundan duyduğu üzüntüyü dile getirmiş. Ve önümüzdeki hafta yapacağı Türkiye ziyaretinde konuyu bizzat Erdoğan’a açacakmış. Hayırlısı olsun...

Buna karşılık, en büyük hatalar sürüyor. Örneğin Osman Kavala’nın hala hapiste olmasıCumhuriyet’te Mehmet Ali Güller bunu en acı bir dille eleştirdi. Sözcü ise 300 madencinin öldüğü Soma maden faciasında işletenlerin serbest olmasına karşın, onların avukatı Can Atalay’ın 2022’den beri hapiste olmasını eleştiriyor. Ki bu konuda daha hala inatla hapishanede tutulan o yaşlı yüksek rütbeli askerlerimiz ya da talihsiz siyasetçi Selahattin Demirtaş da sayılabilir.

Ama zaten tüm dünyadaki iktidar mensupları öyle değil mi? Koskoca ABD’de o bitmeyen Trump ve Biden yaşlılar mücadelesi çok farklı mı? Allah bize sabır versin ve vatanımıza kolaylıklar getirsin...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gerçek oyuncularla animasyonu harman eden özel bir film

Bu tam anlamıyla bir masal-filmdir...

Ülkemizdeki dinle laiklik arasındaki bitmeyen savaş üzerine

Ben bu filmi hayli sevdim doğrusu... Sonundaki trajik finale karşın... Benim için en ilgi çekici ilişki Ahmet'le Hakan arasında olandı

Türk sporu üzerine belgesel tadında bir deneme

Jeneriğinde yazılı tüm adların -elbette oyuncuları kastediyorum- gerçek sporcular olduğu nadir ve kıymetli bir film... O sporcuların anneleri-babaları ve tüm aile fertleri de öylesine doğal ki, sanki onlar da oyuncu filan değil...