12 Ocak 2020

Harfler, semboller, duygular ve emojiler

İtiraf ediyorum gergin bir insanım ve emojilerden korkuyorum. Neredeyse fobi kıyısında dolaşan emoji korkum, rüyamda harflerin kanlı intikamına evrildi galiba. Freud boşuna "Rüyalar bilinçdışına giden kral yollarıdır" dememiş

"Aklına sadece geceleri parlak fikirler gelen bir yazar vardı. Ama sabah olduğunda hiçbirini hatırlayamıyordu. Kendini ne kadar zorlarsa zorlasın bir türlü olmuyordu ve yazar bu duruma çok üzülüyordu. Bir gün bu soruna bir çözüm buldu. Yatağının başucuna kağıt ve kalem koydu. O gece yine müthiş bir fikir tarafından uyandırıldı. Hemen kaleme sarıldı. Ardından uykuya daldı.

Sabah tıraş olurken geceye ait hiçbir şey hatırlamıyordu. Sonra neşeyle haykırdı. 'Aman Tanrım! Dün gece aklıma harika bir fikir gelmişti, onu bu kez yazdım.' Hemen yatak odasına koştu ve yazdıklarını okudu. Kâğıtta şöyle yazıyordu. 'Adamla kadın buluşurlar.'"

Truffaut'nun, "Rüyalar ve geceyle aranız nasıl?" sorusunu Hitchcock bu küçük öyküyle cevaplamış.

Bense kabuslu, sıkıntılı, kan ter içinde geçirdiğim bir gecenin sabahında başucumda karalanmış bir kağıt parçası buldum. –Biraz düzeltmeyle- şunlar yazıyordu üzerinde:

"İnsanlık yaklaşık yüz yıldır okumayı unutmuştu. Resimler ve semboller almıştı harflerin yerini yüz yıldır. Dahası okuma yasaklanmıştı.

Adam ofisinde gizli gizli okuyordu. Babası, dedesi ve babasının dedesi de okurdu. Aile mirasıydı okumak.

Bir gün okuduğu anlaşılınca adamı tutukladılar. Arabanın içinde gözleri bağlı götürülürken dışarıdan gelen tüyler ürpertici sesleri dinledi. Sesler kesilince göz bağını açmayı başardı. Tüm cadde kan gölüne dönmüştü, cesetler üst üsteydi.  Kimilerinin elleri O'larla bağlanmış, kimilerinin boynu Z'lerle kesilmişti. Göğüs kafesleri I'larla parçalanmış, S'ler boa yılanı gibi bedenleri sarmıştı. O gün tarihe "Harflerin İntikamı" diye geçecek ve on iki yıl sürecek katliamın ilk günüydü."

İtiraf ediyorum gergin bir insanım ve emojilerden korkuyorum. Neredeyse fobi kıyısında dolaşan emoji korkum, rüyamda harflerin kanlı intikamına evrildi galiba. Freud boşuna "Rüyalar bilinçdışına giden kral yollarıdır" dememiş.

Kalpler (her rengi var), kalpli öpücükler (kimi kalpler ağızdan, kimileri gözlerden, kimileri her ikisinden de fırlıyor), gülümseyen ağızlar (tüm dişlerin göründüğü, bir kısmının göründüğü, hiç görünmediği halleri açık, kapalı, yarı açık, kırpışan gözlerle kombine oluyor) ve daha niceleri, bünyemde bildim bileli taşıdığım anksiyeteyi açığa çıkarırken hem aldığım hem yolladığım mesajları anlamlandırmamı olanaksız kılıyor. İlişkilerin binbir türlü halinin, birbirinin içine geçişmiş, sınırları amorf katmanlarının altını okumak yeterince zorken, bir de aradaki emoji trafiği işleri daha da güçleştiriyor. Şöyle ki...

Çok da fazla tanımadığınız, bir iki kez öğle yemeği yediğiniz, yaşınız gereği yeni arkadaşlara şüpheyle yaklaşmakla birlikte arkadaş olabilme potansiyelini hissettiğiniz, ama henüz hayatının dönemeçleri hakkında bir fikrinizin olmadığı karşı cinsten bir kişi, kahve içeceğiniz üçüncü buluşmanızı planladığınız yazışmanın sonuna aşağıdaki emoji serisini yerleştiriveriyor.

"Ellerim açık, sana karşı samimiyim, bana yaklaşmaktan korkmana gerek yok, sana kendimi sevgi dolu bir öpücük verecek kadar yakın hissediyorum, ama hemen havaya girip özel biri olduğunu sanma, bunu herkese yapabilecek kadar rahat biriyim" mi demek istiyor yoksa sadece "Konuşmayı bitiriyorum" demenin renkli, resimli, sevimli ama aynı zamanda aceleci ve baştansavan bir yolu mu bu?

Tüm lisans, yüksek lisans ve doktora sürecinde "kanlı canlı bir rektör" görmemiş bu gözler, -en çok Selamsız Bandosu misali uzaktan geçen siyah bir arabadır o- iş hayatında bir rektörün utanmış pembe bir yüz ve mor bir kalple biten mesajını gördü. Ötesi var mı?

Balıklar karaya vurmadan suyun farkında değiller mi?

Marshall McLuhan "The medium is the message" (Mesaj araçtır) derken, teknolojiyi yaratarak kendine ait kılan insanın, günü geldiğinde o teknolojiye ait bir parçaya dönüşeceğinden ve tam da içinde yaşadığımız "anlık mesajlaşma" ortamının sığ esaretinden bahseder. Artık mesajın içeriği önemini yitirmiş aracın kendisi haline dönüşmüştür. Bu mesajlaşmalarımdan birinde "En azından bir emojiyle mesajı sonlandırmam gerektiği" yönünde aldığım eleştirinin nedeni de bu olsa gerek. Bu eleştiri aynı zamanda hangi emojiyi kullanmam gerektiği bilgisini de içeriyor.

Oysa benim için her şey hiç de "Ok" değil. Bu semboller sözcüklere saldırıyor ve ortalığı toz duman ederek bir "Sıkıntı var, Sıkıntı Yok, Aynen, Tabiki de" cehennemine çeviriyor. Dil sığlaşarak dönüşüyor, bir örnekle "ayartma" ve "baştan çıkarma" sözcükleri arasındaki o güzel nüans yok oluyor, ardından sözcüklerin kendileri de toprağın altına gömülüyor. Bu yok oluşun gündelik hayatta da izdüşümleri oluyor. Yaşamlarımızın kısa süre için de olsa kesiştiği insanlar –Taksiciler, güvenlik görevlileri, kasiyerler, pasaport polisleri, banka çalışanları, belediye hizmetlileri, resmi daire memurları hatta üst komşu bir "günaydın" a cevap vermez hatta bu girişiminizi şüpheyle karşılar hale geliyor.

Yine McLuhan'a atıfla "Balıklar karaya vurmadan suyun farkında olmuyor" Gözümüz hep teknolojinin getirdiklerinin üzerindeyken, götürdüklerini ancak sonuçların içine düşünce fark ediyoruz.

Duyguların sözlüğü olur mu?

Tiffany Watt Smith, Quenn Mary Üniversitesi Duygular Tarihi Merkezi'nde araştırmacı olarak çalışan bir yazar ve çalışmalarını "Acımadan Zevklenmeye Duygular Sözlüğü" adlı enfes kitabında toplamış. Bizim "uygar ve kibirli" yargımızın "ilkel" olarak adlandırdığı çoğu toplumda bildiğimiz ama adlandıramadığımız birçok duygunun yaygın olarak ve belirgin tanımlarla kullanıldığından bahsediyor. Sözlüğün birkaç maddesine göz atalım.  İlki "A" harfinden...

Awumbuk: Misafirler gittikten sonra bir boşluk çöküyor. Duvarlar yankı yapıyor. Onlar varken çok sıkışık görünen yer şimdi garip bir şekilde geniş geliyor. Bir miktar rahatlamayla beraber şimdi sanki bir sis çöküyor ve her şey biraz anlamsız görünüyor. Papua Yeni Gine'nin dağlarında yaşayan Baining halkı için bu deneyim o kadar tanıdık ki, buna awumbuk demişler. Ziyarete gelenlerin giderken bir ağırlık bıraktıklarına inanıyorlar, sanki daha hafif yolculuk etmek istercesine. Bu baskı havası üç gün sürüyor....

Basorexia: Birini aniden öpme isteği

İktsuarpork: Misafirler gelmek üzereyken yerimizde duramayız. Durmadan cama bakar, her araba sesi duyduğumuzda kulak kabartırız. İnuit halkı arasında, bir kızak görmek için donmuş Arktik ovalara bakmalarına neden olan bu hafif gergin beklentiye "İktsuarpork" deniyor. Telefonumuza bakıp durmak, mesajımıza beklediğimiz cevap ya da durum güncellemesine beklediğimiz bir yorum bir tür "İktsuarpork" olabilir mi?

Buradan Papua Yeni Gine'nin Baining halkına ve kutupların İnuitlerine selam olsun. Onlara bu yazı yoluyla ilkel bir emoji göndermekten başka bir şey gelmiyor elimden.

Peşinen alınmamasını umduğum iki selamım daha var. İlki mahallemizin mutaasıp olduğunu düşündüğüm bakkalına. Selamımla birlikte bir tavsiyem de var elbet, üzerinde "FBI" yazan tişörtü giymesinin kendisini zor durumda bırakabileceği yönünde. Bu harfin açılımı daha küçük puntolarla iki satır altta yazıyor haberi olsun. "Female Body Investigator"...

Son selamımsa birlikte kafamızı Bakırköy Pazarı'ndaki bir penye yığınına soktuğumuz o güler yüzlü insana. Biliyorum hem ucuz hem de penyesi kaliteliydi ama umarım aldığın tişörtü giymezsin. O beğendiğin desen "Taocu Seks"in kırka yakın pozisyonunun figüratif temsiliydi çünkü...

İyi pazarlar...

Yazarın Diğer Yazıları

Başkasının acısına nereden bakmalı?

Bir fotoğraf bir adamı sonsuza dek yanmaya hapsederken adaletsizlik ve gaddarlık kataloğunda yerini almıştır artık. Oysa biz ölünce eşitleniriz diye bilirdik

Girilmeyen salonlar, kapatılmış balkonlar

Ne güzeldir balkonlar. Sokakla kurulan bağ, gökyüzüne en kestirme temastırlar. Ama biraz daha büyük bir mutfak uğruna içeri çekiliverir, etrafları çevrilerek anlamsız depolara dönüştürülürler acımasızca. Bozuk elektrik süpürgesinin, eski sehpaların, bir daha kullanılmayacak terliklerin meskeni olurlar

Kayıp aranıyor ama bulunmak istiyor mu?

Sadece uzak, bilinmez kentlerin arka sokakları mı kaybolmak istediğimiz yerler? Ya hiç tanımadığımız, ruhunun arka sokaklarını bilmediğimiz insanların içinde kaybolmak?