Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel
Yerel seçimlerde başarısız olan R.T. Erdoğan'ın önümüzdeki cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri kaybetmemek için geliştirdiği yeni taktiğin, en önemli rakipleri olan Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş'ın siyasi manevra alanını kısıtlayıp, zayıflatma ve etkisizleştirme taktiği olduğu anlaşılıyor.
Bu bağlamda E. İmamoğlu'nu zayıflatma taktiği, sanırım mümkün olduğunca Özgür Özel'i "parlatmak", yani kendisine onu muhatap alarak ve "pohpohlayarak" ön plana çıkarmak ve böylece İmamoğlu'nun manevra alanını daraltıp Özgür Özel'in alanını mümkün olduğunca genişleterek, eninde sonunda parti genel başkanlığı (Özel) ile İmamoğlu arasında bir rekabet ve çatışma ortamı oluşturarak partide çatlak yaratmak.
Hatta –tıpkı Kılıçdaroğlu'nda başardığı üzere-, kendisine rakip Cumhurbaşkanı adayı olarak Özgür Özel'i "seçerek" bir seçimi daha ite kaka alıp götürmek gibi görünüyor.
Son günlerde CHP kanadından bazı önde gelen isimlerin (Ali Mahir Başarır ve Mustafa Sarıgül gibi) Cumhurbaşkanı adayı olarak Özgür Özel'i "gaza getirmeye" çalışmaları da bu görüşü doğruluyor.
Erdoğan'ın siyasette kendisine rakip "seçmede" ustalığı biliniyor. Önümüzdeki seçimde "kendisine rakip olarak Özgür Özel'i mi tercih eder, yoksa İmamoğlu veya Yavaş'ı mı?" sorusunun cevabı sanırım çok net belli.
Kılıçdaroğlu'nun aşırı "gaza gelerek" yaptığı CB adayı olma hatasını Özgür Özel'in yapması çok düşük ihtimal, ama Erdoğan yine de şansını denemek ister tabii ki.
Erdoğan'ın Özgür Özel'i "kafalayarak", anamuhalefetin Erdoğan tarafından belirlenen ve sınırları çizilen çerçevede siyaset yapmasını empoze etmesi CHP için bir tür siyasi intihar olur.
1 Mayıs'ta Özgür Özel'in kaçırdığı fırsat
Son 1 Mayıs Taksim kutlamaları krizinde Özgür Özel'in üstelik AYM kararına rağmen getirilen hukuksuz, gayrimeşru ve anlamsız yasağa karşı böylesine düşük profil bir tepkiyle yetinmesi akla böyle bir siyaset sınırlamasına razı mı olunuyor sorusunu getiriyor.
Özel'in siyasi bir manevra ile bu kutlamaya izin vermeyi aslında Erdoğan'ın işine gelen ikili görüşme için ön şart olarak deklare etmesi ve Taksim kutlamasına izin verilmezse Erdoğan'la görüşmeyeceği restini çekmesi, aslında hem kendi kişisel PR'ını artırırdı, hem de CHP'nin kendisine çizilen çerçevede siyaset yapmayacağına ve kolay lokma olmayacağına dair iktidara net bir mesaj verirdi.
Ne yazık ki bu önemli fırsat kaçtı ve fazla düşük profil bir tavırla yetinilmesi herkeste bir tür hayal kırıklığı yarattı.
CHP böylece seçimi kaybetmiş ve birinci parti olma gücünü yitirmiş Erdoğan'a bedavadan bir siyasi "kıyak" yapmış oldu ve siyasetin ana kurallarının belirleyicisi olma fırsatını altın tepside Erdoğan'a sundu.
Nitekim ikili görüşme Özgür Özel'e ve CHP'ye siyasi açıdan hiçbir şey kazandırmadığı gibi, daha yeni seçim kaybetmiş Erdoğan'a –siyasette uzlaşma ve yumuşama arayan bütünleştirici devlet başkanı imajını parlatarak- ciddi bir artı yazdı.
Hem de aslında iki lider arasındaki görüşme ve yumuşama imajına en çok siyaseten sıkışmış Erdoğan'ın ihtiyacı olduğu çok belli iken.
Yani Özgür Özel bu Taksim 1 Mayıs krizini fırsata çevirmeyi beceremedi. Üstelik fırsat ayağına kadar gelmişken.
Özgür Özel ve CHP yönetimi bu türden siyasi hataları tekrar eder ve siyasi arenanın oyun kuruculuğunu ve kaptanlığını Erdoğan'a kaptırmaya devam ederse, korkarım halkın gözündeki iktidar alternatifi imajını çok çabuk kaybeder.
Mansur Yavaş'ı bezdirme taktiği
Erdoğan'ın Mansur Yavaş'ın hareket alanı daraltma taktiğinin ilk perdesi de aynı şekilde başarıya ulaşmış görünüyor.
Zira eğer önümüzdeki seçimde CB adayı olacaksa ve anamuhalefetin (CHP) kurumsal adayı da olamayacaksa, Mansur Yavaş'ın arkasında güçlü bir siyasi partinin kurumsal ve organizasyonel tam desteği olmadan başarıya ulaşması kolay olmayacaktır.
Bu noktada geçtiğimiz günlerdeki İyi Parti genel başkanlık ve yönetim seçimi son derece önemliydi.
İki iddialı adaydan birinin Mansur Yavaş'a böyle bir kurumsal destek sağlayacağı, diğerinin ise bu hususta çekimser davranacağı beklentisi ile seçime yapay müdahalelerde bulunulduğu ve anılan kurumsal desteği sağlamayacağı varsayılan adayın bir yerlerden gelen bu organize yapay destek ile kazandığı yönünde iddialar ve imalar bulunuyor. Bu yönde bir imayı bizzat kaybeden aday da yaptı.
Eğer bunlar doğruysa, Mansur Yavaş'ın muhtemel bir CB adaylığı için hareket alanını bu taktiklerle iyice daraltıp "şevkini" kırmak ve bir noktada pes etmesini sağlamak da mevcut statükonun ve iktidarın diğer bir taktiği gibi görünüyor.
Erdoğan'ın "güle oynaya" seçim kazanma devri bitti
Sonuçta, artık Erdoğan'ın öyle güle oynaya seçim kazandığı günler artık geride kaldı.
Bunun kendisi de farkında.
Partisinin adayı bizzat kendisi de olsa, kendisinin direkt kontrolünde olacak başkası da olsa, CB seçimleri için rakiplerinin Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş olması halinde, normal koşullarda şansının yok denecek kadar az olduğu belli.
Kemer sıkmaya ve faizleri yükseltmeye devam etmesi dışında seçeneği kalmayan ve kaçınılmaz olarak para musluklarını kapatacak ve halkı daha da fakirleştirecek mevcut ekonomi politikaları ile gelecek seçimlere daha avantajlı girme şansı bulunmuyor. Tam seçim öncesi para ve kredi musluklarını açması da muhtemelen artık çok geç olacak.
Ekonomik rahatlamanın ancak ülkeye hukuk devletini ve demokrasiyi tekrar tesis edecek yeni bir iktidar yani iktidar değişimi ile olacağı kitleler tarafından da daha iyi anlaşılacak.
O halde Erdoğan'ın önümüzdeki seçimleri kazanmada tek şansının bu iki potansiyel adayı olabildiğince zayıflatmak ve etkisizleştirmeye çalışmak ve mümkünse kendi rakibini tekrar "seçebilmek" olduğu tahmin edilebilir.
Bunun için geliştirilen ve hemen de devreye sokulmaya başlanan iki taktikten biri sanırım E. İmamoğlu'na karşı Özgür Özel'i "parlatmak" ve mümkünse ikisini "kapıştırmak".
Bu arada anamuhalefetin kendi çizdiği siyaset çerçevesi dışına çıkmamasını sağlamak.
Yani anamuhalefetin siyaset alanını da kendisi belirlemek.
Diğeri de Mansur Yavaş'ın siyasi hareket alanını olabildiğince daraltmak, sınırlamak ve bezdirmeye çalışmak.
Muhalefetin artık bunca hatadan sonra bu taktiklere kanması sürpriz olur.
Ama yine de ihtiyatlı olmak lazım.
Nitekim Einstein şöyle demiş:
"İki şeyin sonu yoktur: İnsanın aptallığı ve evren.
Ama ikincisinden pek emin değilim!"
Ali D. Ulusoy kimdir?
Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.
Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.
ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.
Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.
Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.
|