Kültür-Sanat

Tarihçi Ali Özuyar: Atatürk’ün senaryosunu yazdırdığı filmin Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde saklı olduğunu düşünüyorum

“Atatürk, sinemayı bir ‘yönetmenlik’ sanatı olarak değerlendiriyordu. Sinema dünyasındaki gelişmelerden haberdar, sinema kültürüne de vâkıftı.”

27 Temmuz 2021 00:30

 T24 Kültür Sanat

Atatürk hangi filmleri izler, hangi sinemalara giderdi? Ne tür filmlerden hoşlanırdı? En beğendiği sinemacı ve oyuncu kimdi? Hangi filmi tekrar tekrar seyredip kahkahalarla gülerdi? Hangi filmde rol aldı? Yazdırdığı film senaryosu neydi?

 Mustafa Kemal Atatürk’e dair merak uyandıran bu soruların cevapları, tarihçi Ali Özuyar’ın Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Gazi’nin Sineması’ kitabında aranıyor.

“Atatürk’ün yazdırdığı film arşivlerde saklı”

 Mine Akverdi Denktaş’ın Koç Holding'in kurumsal dergisi Bizden Haberler için

Ali Özuyar ile yaptığı söyleşide Özuyar; yabancı sinemacıların Türk inkılabına olan ilgisinin, Mustafa Kemal Atatürk’ün benzer bir film yapmak için harekete geçmesinde etkili olduğunu söyledi ve bunun için Atatürk’ün Milli Musiki ve Temsil Akademisi’nin hazırlıklarıyla meşgul olan Münir Hayri Egeli’yi Köşk’e çağırttığını ve Egeli’ye Türk inkılabına dair film senaryosu yazması için talimat verdiğini belirtti.

Özuyar hikâyenin devamından şöyle bahsetti:

 “Egeli’nin anlattığına göre Gazi, kendi hikâyesinin bir öğretmenin hikâyesine paralel bir şekilde anlatılmasını düşünüyordu. Bir öğretmen öğrencilerine öncelikle Milli Mücadele Dönemi’ni anlatırken Gazi’nin hikâyesi de bu sürecin içerisinde öğretmenin gözünden anlatılacaktı. Gazi bu hikâyeyle ilgili düşüncelerini Egeli’ye not tutturarak uzun uzun anlattı ve ondan bu notlardan yola çıkarak bir senaryo yazmasını istedi.

 

Egeli, Çankaya Köşkü’nden ayrıldıktan iki gün sonra Gazi’nin dikte ettirdiği senaryoyu bitirdi. Gazi senaryoyu okudu ancak tam istediği gibi olmamıştı. “Başka neler koymalıyız?” diye sordu. Egeli biraz çekinerek, “Bir filmde kadın ve aşk unsuru da aranır. Ama bilmem nasıl emredersiniz?” dedi. Bu cevap Gazi’nin hoşuna gitti ve Egeli’ye kendisinin de başından aşk hikayeleri geçtiğini söyleyerek bunlardan bazılarını anlattı. Egeli, Gazi’nin notlarını ve tashihlerini dikkate alarak senaryoyu yeniden yazdı. Gazi, senaryonun yeni hâlini okudu, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile Afet İnan’a da okutturdu. “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” adını verdiği senaryonun son hâlini beğendi. Filmin askeri sahneleri için Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’yle çalışıldı. Ankara Halkevleri’nin film operatörü olan Kenan Erginsoy, Gazi’yi bazı açılardan filme çekti. Ancak Gazi’nin sağlık sorunlarının baş göstermesiyle çekimler askıya alındı. Bundan sonraki süreçte sağlığı iyice bozuldu ve bir daha çekimlere geri dönülemedi.”

 Özuyar, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi için “İyi tasarlanmış ve çok emek verilmiş bir film projesiydi” dedi ve Atatürk’ün ölümüyle rafa kaldırılan bu çok önemli senaryonun arşivlerde bir yerde saklı olduğunu ekledi:

 “Senaryonun şimdi Ankara’da Milli Kütüphane’de olduğuna dair bir rivayet var. Ancak Covid-19 salgınından dolayı bunu tetkik etme olanağım olmadı. Benim tahminim, Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde olduğu yönünde. Bu konudaki araştırmalarım sürüyor.”

 ‘Gazi’nin Sineması’ kitabından tadımlık bölümler

Gazi başkentin soğuk kış gecelerinde mesaisine ara verdiğinde ve şayet Köşk’te bir toplantı ya da davet yoksa film seyretmeyi tercih ediyordu. Ancak sinemaya gitmeye her zaman vakit bulamadığından, Çankaya Köşkü’nün bir odasını sinema salonu hâline getirmişti. Büyük Zafer’in ardından Kinox Ernemann marka bir projeksiyon makinesi satın alınmış, Köşk’ün sinema salonuna konulmuştu. Muhafız Taburu’nda elektrik ya da projeksiyondan anlayan bir asker de sinemanın projeksiyoncusu olarak görev yapıyordu. 1927 yılının sonlarına doğru sessiz filmlerin yerini sesli filmler almaya başladı. Türk seyirciler görüntü ile sesin beyazperdede birleşmesine ilk kez 25 Eylül 1929’da İstanbul’daki Opera Sineması’nda tanık oldular. Yönetmenliğini Henry King’in yaptığı ve Eleanor Boardman ve John Holland’ın rol aldığı “Kadının Askere Gidişi (She Goes to War)” adlı sesli film adeta izdihama yol açtı. Bu yenilik 1930’lu yılların başlarında Köşk’e de yansıdı. RCA firmasından bir adet sesli sinema makinesi satın alındı. Gazi bu makine sayesinde artık Köşk’te sesli film izleyebilecekti.

Ali Özuyar: Atatürk, sinemayı bir ‘yönetmenlik’ sanatı olarak değerlendiriyordu. Sinema dünyasındaki gelişmelerden haberdar, sinema kültürüne de vâkıftı.

Ali Özuyar: Atatürk, sinemayı bir ‘yönetmenlik’ sanatı olarak değerlendiriyordu. Sinema dünyasındaki gelişmelerden haberdar, sinema kültürüne de vâkıftı.

Komedi ve müzikal dram severdi Gazi, filmleri geceleri, daha çok da gece yarısından sonra seyrediyor ve geç saatlerde yatıyordu. Film seyretmesinin belli bir saati ve günü yoktu. Bazen her gece üst üste, bazen ayda bir film izlediği oluyordu. Ancak film seyretmeyi bir alışkanlık hâline getirmişti. Çankaya Köşkü’nde gösterilen filmler, İstanbul’daki film ithalatı ve dağıtımı yapan şirketler tarafından temin ediliyordu. Filmlerin seçimi, Gazi’nin beğendiği oyuncular ve film türleri dikkate alınarak, özel kaleminin ve film şirketlerinin tavsiyeleri doğrultusunda yapılıyordu. Gazi en çok komedi, romantik komedi ve müzikal dramlardan hoşlanırdı. Köşk’e en çok film temin eden şirket İpek Film’di. Riyaset-i Cumhur Genel Sekreterliği, istediği filmleri bir telgrafla şirkete bildiriyor ve şirket de talep edilen filmler dağıtımda ya da gösterimde değilse trenle gönderiyordu. Gazi’nin komedi filmlerine ilgisi herkesçe malumdu ve gönderilen filmler içerisinde de bu türün popüler ve nitelikli örnekleri sıklıkla yer alıyordu. 1930’lu yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Amerikalı komedyenlerin filmleri revaçtaydı. Marx Kardeşler (Üç Ahbap Çavuş), Eddie Cantor (Balıkçı Osman), Laurel-Hardy filmleri büyük ilgi görüyordu. Türkiye’de bu ilgiyi katbekat artıran en önemli unsur ise dönemin ünlü seslendirme sanatçısı Ferdi Tayfur’un yaptığı eşsiz seslendirmelerdi.

Cemal Işıksel’in objektifinden Atatürk, kız kardeşi Makbule Atadan, Afet İnan, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve yaverleriyle Elhamra Sineması’nda film seyrederken.

Cemal Işıksel’in objektifinden Atatürk, kız kardeşi Makbule Atadan, Afet İnan, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve yaverleriyle Elhamra Sineması’nda film seyrederken.

 Sinemaya gideceği haber verilmiyordu Gazi filmleri sinemada, seyircilerle birlikte seyretmekten keyif alıyordu. Vakit bulup da seyircilerle birlikte film seyretmek istediğinde Ankara’da Yeni Sinema, İstanbul’da Elhamra, Opera ve Glorya, İzmir’de ise Elhamra (Milli Kütüphane) Sinemalarına teşrif ediyordu. Genellikle sinemaya geleceği işletmecilere önceden haber verilmiyordu. Gazi Ankara’da çoğunlukla Yeni Sinema’yı tercih ediyor, fırsat bulduğunda plan program yapmadan, film seçmeden buraya geliyordu. Sinema işletmesi de kendisi için özel bir loca hazırlatmıştı. Bu özel loca Gazi için mutena bir şekilde döşenmişti ve içinde küçük bir komodinin üzerinde elektrik lambası bulunuyordu. Gazi 1931- 1935 yılları arasında kendisine ayrılan bu locada birçok kez film seyretti.

 Kadın-erkek ilk kez İzmir’de birlikte izledi  27 Temmuz 1923’te İzmir’e gelen ve 2 Ağustos’a kadar kalan Gazi, kayınpederi Muammer Bey’in Göztepe’deki köşkünde kaldı. O seyahatte yaşananları, İzmir’de Ankara ve Lale Sinemalarını açmış olan Türkiye’nin ilk sinemacılarından Cemil Filmer anlatıyordu. Cemil Bey, o gün sinemaya gelecek olan Gazi’yi karşılamak için hazırlıklara başladı. Sinemanın balkonundaki locayı Gazi için hazırladı. Güvenlik için de Gazi’nin güzergahı üzerindeki karakollara haber vermişti: “Ancak benim karakollara verdiğim haber yayılmıştı. Bütün halk kadınlı erkekli erken saatlerden itibaren Atatürk’ün geçeceği yolları doldurmuştu. Yolun her iki yakasında kurbanlar kesilmeye hazır bekliyordu, etraf mahşer gibi kalabalıktı… Kadın, erkek, Gazi’yi görmek için birbirlerini iteliyor, gözyaşları, alkışlar, haykırmalar birbirine karışıyordu.” Sinemanın önünde mahşeri bir kalabalık vardı. Gazi, arabasından güçlükle inebildi ve halkı selamlayarak, onların coşkun tezahüratları eşliğinde salona girdi. İçerinin de dışarıdan farkı yoktu. Gazi, Cemil Bey’in refakatinde balkonda hazırlanan locasına çıktı. Eğilerek salondaki seyircileri selamlayıp, Cemil Bey’e döndü. Kendisine “salonda neden kadın seyirci olmadığını” sordu. Cemil Bey, kadın seyirciler için haftada sadece bir gün matine yaptıklarını, kadın ve erkek seyircilerin aynı salonda olmalarının yasak olduğunu söyledi. Gazi bunun üzerine yaveri Muzaffer’e aşağı inip dışarıdaki kadın seyircileri içeriye almasını emretti: “Yaver gitti ve bir süre sonra sinemanın içi tıka basa kadın doldu. Türkiye’de ilk orada Ankara Sineması’nda kadınlarla erkekler ve Atatürk bir arada film seyrettiler. Kadınlar kendisine dönmüş ve çılgınca alkışlamaya başlamışlardı, öyle ki filme başlayamıyordum.”

 

‘Hayatımda hiç bu kadar gülmemiştim’ İzmir’deki kadınlı-erkekli ilk film gösteriminde Cemil Bey, Gazi’ye cephe teftişleri filminin devamını, ayrıca ilave filmler de göstereceğini söylemişti. Gösterime Chaplin’in kısa komedilerinden biri olan “Şarlo İdam Mahkumu” adlı filmle başladı: “Bu film Şarlo filmleri arasında en başarılısı sayılmaktaydı. Atatürk perdede cereyan eden olaylara o kadar çok güldü ki beni yanına çağırtarak ‘Cemil, hayatımda hiç bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum, şunu bir daha seyretsek olmaz mı?’ dedi. ‘Peki Paşam istediğiniz kadar gösterebiliriz’ dedim.” Cemil Bey, filmi bir kez daha gösterdi. Gazi filmi ikinci kez seyrediyor olmasına rağmen tepkileri ilkiyle aynıydı. Gazi, Cemil Bey’in düzenlediği film gösteriminden son derece memnun kaldı ve halkın coşkun tezahüratları arasında sinemadan ayrıldı.

 

Charlie Chaplin’e hayrandı Gazi, Charlie Chaplin’nin sinema anlayışını, filmlerini seviyor ve onu büyük bir sanatkâr olarak görüyordu. İroni dolu maceralarını hayranlıkla izliyordu. “Şehir Işıkları” filmi de bunlardan biriydi. 18 Mayıs akşamı merak ettiği bu filmi seyretmek için Yeni Sinema’ya teşrif etti. Gazi, Chaplin’in sesli sinema hakkındaki düşüncelerinden haberdardı. Filmi seyrederken bir ara arkaya dönüp şöyle dedi: “Bu derece beşeri bir mevzuu, bu nispette sehil (kolayca anlaşılır tarzda) anlatan bu büyük sanatkâr, filmlerde konuşmamakta ısrar ediyormuş. Belki de hakkı var. Kim bilir mükaleme (konuşma) ilave edilirse eserin sihri bozulabilir.” Filmin ikinci yarısını da büyük bir keyifle seyretti. Salondan çıkarken Chaplin nezdinde sinemacılar için, “Bunlar dünyanın büyük adamları. Beşeriyetin terakkisine methaldar (insanlığın ilerlemesine yardımcı) oluyorlar” dedi.

 

“Susunuz, film çeviriyoruz” Gazi, Milli Mücadele’nin konu edileceği belgesel ya da kurmaca filmlerde bir oyuncu gibi rol almaktan çekinmeyen, hatta buna önem veren bir liderdi. Genç nesillere İstiklal Savaşı’nın nasıl kazanıldığını bu şekilde anlatmayı amaçlıyordu. Bu sebeple tanınmış gazeteci Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun İstiklal Savaşı’nı anlatan “Bir Millet Uyanıyor” filminde rol almayı kabul etti. Gazi, Meclis’teki konuşmasını kamera önünde tekrarlayacaktı. Çekimler son derece başarılı geçiyordu, ancak Gazi, kapının sol tarafında çekimleri seyretmekte olan Afet (İnan) Hanım, Meclis Başkanı General Kazım Paşa ile bir milletvekilinin kendi aralarında yüksek sesle konuşmalarından son derece rahatsız oldu ve onlara dönüp çıkıştı: “Susunuz, film çeviriyoruz. Salona gidiniz!” Gazi ile Kazım Paşa’nın ilk ve son kez bir oyuncu gibi kamera karşısına geçip kendilerini oynadıkları sahneler, Büyük Zafer’e ait gerçek görüntülerle birlikte filmde kullanıldı. 7 Aralık 1932’de İstanbul’da Elhamra ve Melek sinemalarında aynı anda gösterime giren film, seyircilerden yoğun ilgi gördü. Anadolu’da neredeyse gösterilmediği sinema kalmadı.