Gündem

Seks işçisi Şen: "Seks işçilerini çetelerin önüne atmak, onları şehirlerden sürmek istiyorlar"

"LGBTİ+'lara yönelik şiddet evrenseldir ve buna karşı verilen mücadele de evrenseldir. Polis şiddeti ve nefret suçları İzmir'e özgü bi şey değil. İktidardan ve onun LGBTİ+ karşıtı politikalarından güç alıyorlar"

Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org

23 Aralık 2022 10:30

Söyleşi: Lara Özlen

Daha önce İş Hayatında LGBTİ+ dosyasında yazdığım gibi: "LGBTİ+ bireyler hâlâ ayrımcılıkla mücadelede ulusal mevzuatta ayrımcılık yasası bekliyor, toplumsal farkındalık kampanyaları talep ediyor, ayrımcılık durumlarında resmi şikayet yollarını kullanabilmek ve nefret söylemine maruz kalmamak istiyor."

Yıldız İdil Şen, 9 aydır İzmir'de yaşayan trans bir aktivist ve seks işçisi. Özellikle son bir yıldır, trans seks işçileri Alsancak'ta hem yaşadıkları hem de çalıştıkları ve mahallelerinde polis/bekçi baskısına maruz bırakılıyorlar. Bu baskı ve kadınların kurdukları dayanışma üzerine Yıldız ile sohbet ettik.

- Alsancak nasıl bir semt?

Alsancak aslında hem benim çalıştığım hem de sosyal hayatımı yaşadığım bir semt. Özellikle, seks işçiliği yapan ya da yapmayan, transların yaşadığı bir yer. LGBTİ+lar, öğrenciler yaşıyor, gece hayatı da var burada. Baskı 5 yıl önce başlamış aslında. Bu süreç, benim İstanbul'dan taşındığım ilk 9 aya denk geldi. Yani aslında geldiğim gibi kendimi basın açıklamasında buldum.

- Biraz yaşadığınız süreci anlatabilir misin?

İddialara göre, yeni emniyet müdürü 5 yıl önce, Ahlak Büro Amirliği'ne bağlı çalışan bir ekip kurmuş. Bu ekip, özellikle burada yaşayan transları buradan göndermeye ve evlerini kapatmaya çalışıyormuş. 3 Mayıs 2021'de, bayramın üçüncü günü sokağa polisler geldi. Sokakta delice bir kalabalık vardı, herkes sabahtan beri içiyordu. Çalıştığımız sokağa yüksek ses ve gürültü gerekçesiyle polis araçları çekilmişti. Toplanıp gittik. "Kim şikayet etti?" diye sordum. Şikayet varsa, uyarı verirsin, biz ifade veririz, tutanak tutarsın, öyle değil mi? Biz sokağın giriş çıkışını kapatmamaları için uğraştık. Bu arada arbede çıktı ve bir arkadaşımızı gözaltına almaya çalıştılar. Kadınlar kaçınca, polisler evlerine girmeye çalıştı. Evlerden birine biber gazı atıldı.

Bir arkadaşımız şeker hastasıydı, fenalaştı, sokağa ambulansı almadılar. Bu arada bizi de darp ettiler. Sonra İHD'yi (İnsan Hakları Derneği'ni) aradık, oradan avukatlar emniyeti aradı, kimsenin hiçbir şeyden haberi yokmuş. Anlaşılıyor ki polisler keyfi olarak sokağı kapatmışlar, emniyetin yapılan uygulamadan haberi yokmuş. 10 dakika içinde yok oldular. Onların keyfi yüzünden şiddet gördük, arkadaşımız hastanelik oldu. 17 Temmuz'da polisler tekrar saldırdı trans kadınlara. "Burada durmayın" dediler, hakaret ettiler. Kadınlar itiraz edince de şiddet uygulayarak gözaltına aldılar. Halbuki insanlar yaşadıkları sokakta köpek gezdiriyorlardı. Benim de başıma geldi, sokakta bir yerde duruyorum, çalışmıyorum, polis geliyor, "burada durma" diyor. Transım tamam ama benim de gezmeye sosyalleşmeye ihtiyacım var. Her dakika seks işçiliği yapmıyorum sonuçta. Bu olaylar üzerine İzmir Barosu önünde açıklama yaptık.

Sonuç olarak insanları istedikleri gibi buradan çıkaramadılar. Çünkü bu kolay bir şey değil. İnsanlar yıllardır burada yaşıyor, burada çalışıyor. Bizden büyük bir trans kadın, "Yıllar önce translar burada kiracıydı, şimdi hepimiz mülk sahibiyiz kendinize gelin." demişti polislere. Bu beni çok etkiledi tabii, burası bizim diye düşündüm. 

- Bazı evlerin mühürlendiğini biliyoruz. Bu süreç nasıl ilerledi?

Şubat 2022'de bir arkadaşımız bir müşteriyle araçta görüşmüş. Adam hesabına para göndermiş. Adam sokakta gezinirken, benimle denk geliyor ve tartışmaya başlıyoruz ve beni kolumdan bıçaklıyor. Hastaneye gittik, sonra şikayetçi olmak için polise gittik. Arkadaşım polise adamı tanıdığını ve görüştüğünü söyledi. Araçta görüştükleri için bunun ancak, "uygunsuz davranış" kapsamında para cezası olabilir, ev kapatma yapamazlar. Adam yakalanıp getirildi ve polise evde görüştüklerini iddia etti. Yani, "fuhuş yaptığımız" gerekçesiyle beni yaralamaktan ceza indirimi almaya çalıştı ve bizi şikayet etti. Polis merkezinde arkadaşımdan da bunun için zorla ifade alıp tutanak imzalattılar, bu arada bizim faille ilgili şikayetlerimizi dinlemediler. Arkadaşımız görünür ve örgütlü bir seks işçisi olduğu için özellikle baskı onun üzerinde toplandı. Davada adamın şiddet faili olduğunu, cezalandırılması gerektiğini, onun beyanını esas alamayacaklarını söyledik. Çünkü kendisinin daha önce de benzer yaralama suçları varmış. Sonuçta adamın, "fuhuş" ifadesi dolayısıyla evi mühürleme kararı alındı. Ev daha önce 2011'de mühürlendiği için yürütmeyi durdurma kararı reddedildi. Polisler de mühürlemek için evi boşalttırdı. Son durum bu. Bu dava süreci hâlâ devam ediyor. Ev mühürleme bir insan hakkı ihlali, barınma hakkı ihlali. Daha önce bununla ilgili 2015'te bir burada iş yapılıyorsa burası bir iş yeridir kapatılmaz dendi. "Fuhuş yapılsa da barınma yeridir" denebiliyor. Ama kadınları bıçaklayan failin ifadesi esas alındı evlerden biri mühürlenirken.

- Baskılar sence neden arttı?

Muhtemelen şöyle oluyor: İlk emniyet müdürü geliyor, iktidarını ve iş yaptığını, insanları (LGBTİ+'lar, dar gelirliler, Kürtler, Romanlar) bulundukları yerlerden sürerek göstermeye çalışıyor. Terfi olmak, kendini göstermek için baskıyı artırıyor. Trans kadınlar ve seks işçileri yıllardır burada, aslında bir süre sonra emniyetten gelenler bizim burada çalışmamıza, yaşamamıza uyum sağlamak zorunda kalıyor. 1 yıl baskı artıyor mesela, sonra yoruluyorlar. Çünkü evleri kapattıkça yenileri açılıyor, baş edemiyorlar. İşlerine gelmeyince arada (Kabahatler Kanunu kapsamında) ceza kesiyorlar. Ama hiçbir zaman son 1 senedeki gibi şiddet yoktu. 17 Temmuz gecesi yaşananlar gibi, fiziki şiddete varan şeyler yaşanmaya başlandı. Acaba burada bir rant ve kentsel dönüşüm mü var diye düşündük. Neden şu anda artış oldu? Çünkü trans hareketinin ve seks işçiliğinin tarihi bu. İstanbul'da 1996'da Pürtelaş Sokak ve 2012'de Tarlabaşı Mahallesi'nde da aynı şey oldu, Ankara'da 2006'da Esat-Eryaman'da da... Tarlabaşı'nda rezidanslar oraya yapılacakken ilk sürülenler travestiler, translar, seks işçileri, Romanlar, Kürtler oldu. Oraya uygun değilsin çünkü "toplumsal ve ahlaki olarak." Ankara'da Eryaman ranta açıldı, orada çalışan kadınlar Esat'a sürüldü. O dava hâlâ devam ediyor. Dolayısıyla ilgisi olabileceğini düşündük. Yıkım olmasa da burayı da yayalaştırıp dönüştürebilirler. Keza, Ahlak Polisi bize açık açık gidin, "Pınarbaşı'nda, Karabağlar' da çalışın" dedi. Buralar şehirlerarası terminale yakın karanlık otoyollar ya da şehrin dış kısımları. Rutine dönüşmüş bir şiddet ve nefret saldırıları var o bölgelerde. Seks işçilerini çetelerin önüne atmak, onları şehirlerden sürmek istiyorlar aslında. İstanbul'da Küçük Bayram Sokak'ta çalışırken çetelerle baş edemeyen bazı kadın grupları Ankara'ya İzmir'e dağıldı. Bizi şehrin dışına sürmeye çalışıyorlar. Şehrin merkezi için de, "burada fuhuş yok" imajı yaratmaya çalışıyorlar. 

- Hem devlet şiddeti hem de nefret saldırıları mı arttı?

Bu ikisi birbirini besliyor. Çok da bağımsız değil tabii ki. İktidarın artık kamusal olarak RTÜK'le de ürettiği nefret söylemlerinden güç alan failler, gelip sokakta insanlara saldırıyor ve bu durum polis tarafından göz ardı ediliyor. Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nin bizim olduğumuz tarafı çok yoğun abluka altında mesela. Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nin bizim olduğumuz tarafında 3-4 bekçi, birden fazla polis aracı ve amirler oluyor. Bu kadar polisin etrafta olduğu bir durumda hala nasıl nefret saldırısına maruz kalabiliyorum ben? Madem öyle beni korusana!

Örneğin 20 Kasım 2021'de bir fail müşteri olarak gelmiş. Alsancak'ta biriyle görüşüp onu bıçaklamış, sonra çıkıp başka bir sokakta, bir saat arayla başka birini bıçaklamış. İki kadın hastaneye kaldırıldı. Birkaç gün yoğun bakımdan sonra toparlanıp çıktılar. Fail hâlâ tutuklu. Bu süreci de takip ediyoruz. O kadar polis ablukasında bunlar olabiliyorsa, bu devletin politikasının bir parçası demektir. Ben bir sefer bıçaklandım, sokakta bekçi izliyor. Saldırganı şikayet ettim, hiçbir şey yapmadı. Ama biriyle konuşuyorum hemen düdük çalıyor. Tüm bu kötü muameleyi şikayet edemeyeceğimi de biliyorlar. Gitsem orada beni saatlerce tutacaklar, bütün günümü orada geçiremem, paraya ihtiyacım var. Ayrıca karakolun kendisi de bir şiddet ihtimali içeriyor benim için. 

- Kendinizin, birbirinizin güvenliğini nasıl sağlıyorsunuz?

Biriyle görüştüğümde sürekli insanlara haber veriyorum, konum atıyorum, arabanın plakasını alıyorum. Hikâyesini anlatıyor, arkadaşıma yolluyorum. Sürekli böyle bi gündemimiz var, psikolojimiz bozuldu. Herkes kendini korumak için çeşitli yöntemler buluyor böyle böyle işte.

- Peki mahallede yaşayan diğer insanlarla ilişkileriniz nasıl?

Trans kadınlar burada 20 yıl önce ilk çalışmaya başladıkları zamanalar, mahallede yaşayan insanlar kafalarına yumurta atıyorlarmış. Esnaf kapısının önünde bekletmiyormuş. Artık Alsancak'ın bir gece hayatı olduğu için burada bize baskı yapacak insan pek yaşamıyor. Yaşlı mülk sahibi insanlar var, onlarla da hâl hatır soruyoruz birbirimize, market alışverişlerini taşımalarına yardım ediyoruz. O bizi hoş görüyor, biz onu hoş görüyoruz. Esnafla da zamanla ilişkiler değişmiş, gidiyoruz geliyoruz, bir şeye ihtiyacımız olduğunda yardıma geliyorlar. Esnaflar tabii, ekonomik sebeplerle polisle de bizimle de sürtüşmek istemiyor.

- Bu baskılara karşı nasıl bir dayanışma kurmaya çalışıyorsunuz?

Bu mahalledeki trans kadınlar da örgütlü hareket etmeye çalışıyorlar, o dikkatimi çekti. Her şey konuşuluyor aramızda, birbirimize kahveye gidiyoruz. Mesela ben bugün çalışmıyorum, çıkıp dolanıyorum, "şurada polis var, burada bekçi var, dikkat edin" diyorum. Basın açıklaması yapılacağı zaman da öyle, hemen bir araya geliyoruz. Bu dayanışma evlerin kapanmaya başladığı zamanda arttı aslında. Birbiriyle küs olan insanlar vardı mesela, rekabet varmış, kavga edilmiş. Ama artık herkesin ortak sorunu ahlak polisi ve kötü muamele oldu. İki kere basın açıklaması yaptık, o aralar baskı çok arttı.

Sonra bizim 18 Haziran LGBT Dayanışma Derneği'ni kurma sürecimiz başladı. Hem o sokaktaki nefret, şiddet; hem derneğin kurulma süreciyle herkes birbirini sahiplendi. "Madem öyle artık direneceğiz" dedik. Dayanışıyoruz, birbirimizi sahiplendik, birçok kurum da sahip çıktı bu süreçte. Basın açıklamalarında İHD sürekli bizimleydi; aynı basın açıklamalarına HDP hep en az bir vekil gönderdi. Genç LGBT de destek oldu. Gönüllü avukatlar, baronun insan hakları ve kadın hakları merkezleri, LGBT komisyonundan arkadaşlarımız hep bizimleydi. Vekiller (Züleyha Gülüm, Murat Çepni, Sera Kadıgil) birkaç kere soru önergesi verdi. Burada da Kadınlar Birlikte Güçlü, İzmir Kadın Platformu ve bağımsız feministler var. Onlarla da dayanışma kurmak isteriz. 

- Eklemek istediğin bir şey var mı? Taleplerinizi tekrar özetlemek ister misin?

LGBTİ+'lara yönelik şiddet evrenseldir ve buna karşı verilen mücadele de evrenseldir. Polis şiddeti ve nefret suçları İzmir'e özgü bi şey değil. İktidardan ve onun LGBTİ+ karşıtı politikalarından güç alıyorlar. Sürekli baskı var. Buna karşı da birbirimizle dayanışarak mücadele etmeye çalışıyoruz. Taleplerimiz belli: mühürlenen evler geri açılsın, yazılan cezalar silinsin, polis ablukası kaldırılsın. Gettomuzu korumaya çalışıyoruz artık, şehrin geri kalanını istemek şöyle dursun.


Yıldız'la Ekim ayının başında konuştuktan sonra 26 Ekim'de İstanbul'da Küçük Bayram Sokak'ta polis trans kadınların yaşadığı üç evi dayanaksız gerekçelerle üç aylığına mühürledi.

18 Eylül'de İstanbul Saraçhane'de ilki düzenlenen, ardından birçok başka şehirde (Şanlıurfa, Konya ve Ankara) de Aile Platformları ismiyle örgütlenmeye devam eden LGBTİ+ karşıtı mitinglerin sonuncusu 6 Kasım'da İzmir'de yapılmak istendi. Miting öncesinde pek çok LGBTİ+, kadın ve muhalif grup bir araya gelerek basın açıklaması yaptı, İzmir'in çeşitli yerlerinde yazılamalar yapıldı.

20 Kasım'da Nefret Suçu Mağdurları Transları Anma Günü'nde 20 Kasım Platformu ve İzmir Barosu, baro binası önünde basın açıklaması düzenledi ve bu ülkenin eşit yurttaşları olduklarını tekrar hatırlattı.