Gündem

Sakık, sürecin bilinmeyenlerini anlattı: Oslo’dan önce bizle başladı, Emre Taner adına aradılar, 2007’de görüşmeler yaptık

“Süreç neden heba oldu?”

26 Şubat 2024 16:38

DEM Parti Ağrı Milletvekili Sırrı Sakık, çözüm sürecine yönelik bilinmeyenleri anlattı. Sakık, görüşmelerin Oslo’dan önce 2007 yılında başladığını, kendisi, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un da içinde yer aldığı HADEP heyetinin eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in görevlendirdiği heyetle görüşmeler yaptığını açıkladı. Sakık, o dönem cezaevinden çıkan ve HADEP’te siyaset yapan, PKK yöneticisi Sabri Ok’un da bu görüşmelere katıldığını söyledi ve “Olup biten bütün süreçlerin mutfağında olduk” dedi. Sakık, kamuoyunda "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım’la iki kez karşılaştığını ve kendisini ölümle tehdit ettiğini anlattı.

Sakık, Artı TV’de yayınlanan, Kemal Avcı ile Siyaset Ötesi programında, yaşamı siyasi faaliyetleri ve yakın tarihte yaşanan tanıklıklarına ilişkin önemli detaylar verdi. Muş’un Zengök köyünde dünyaya gelen ve 19 çocuklu bir ailenin çocuğu olan Sakık, 1980 ve 90’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu bölgesinde faaliyet gösteren ve faili meçhul cinayetlerle o dönem adından sık sık söz ettiren "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım’la Muş’ta iki kez karşılaştığını anlattı. Yeşil’in Muş bölgesinde Tim Ahmo olarak tanındığını belirten Sakık, o anları ve aralarında yaşananları şöyle aktardı:

“Faili meçhul cinayetler yaşanıyordu. Yanı başımızda arkadaşlarımız katlediliyordu. Antep’te abim katledildi. Vedat Aydın (HEP Diyarbakır İl Başkanı) Diyarbakır’da Mehmet Sincar (DEP Mardin Milletvekili) Batman’da katledildi. Yüzlerce arkadaşımız, şu anda isimlerini hatırlamadığımız…O süreç yaşanırken aslında çok açık net, devlet adına cinayet işleyen şebekeler var. Onlar içinde de Yeşil vardı. Yeşil’i ben Muş’ta tanımıştım. İşin doğrusu Yeşil olarak bilinmiyordu, “Tim Ahmo” diye biliniyordu. Bir gün bizim köyde küçük kardeşimin düğünü vardı. Ben köye gittiğimde beş timin köyde olduğunu…  Ama isimleri dolaşıyordu. CHP’nin il başkanı köyden akrabamız, bitişiğimiz köydeydi. O bana geldi: “Buraya timler gece geliyorlar (PKK’lı kıyafetleri ile), duş alıyorlar, banyo yapıyorlar; sabah da bu birimler komando birlikleri ile birlikte köye geliyorlar. ‘Sizin gece evinize teröristler geldi’ diyorlar.  Adamlar baktı aynı simalar. Böyle bir tim var.

“Dost musun düşman mı?”

O tim birimi kardeşimin düğününe de geldi. O dönem SHP il başkanıyım. Düğüne büyük bir katılım vardı. Gittim yanlarına. Herkesin elini tuttum ama onların elini tutmadım. Biri orada dolaşıyordu. Bana döndü, tabii ki ben tanımıyorum. Dedi ki, ‘Sırrı bey Kürtlerin geleneğinde düşman da eve gelse bir hoş geldin söylenir.’ Dedim ki, 'Önce sen kendini tanıt. Dost musun, düşman mı? Gece dost olarak geliyorsun gündüz düşman olarak geliyorsun! Sen kimliksiz birisin. Kimliksiz birinin elini tutmam.' Çok pişkin bir şekilde köylülerle konuşuyor, gülüyor. Benim köylüleri sömürdüğüm falan, böyle kendine göre propaganda yapıyor. Köylülerin hepsi bana döndü, ‘Keşke her insan bunun gibi olsa. Bizimle hiçbir maddi manevi derdi yok. Bizim nerde bir derdimiz olsa yanı başımızda’ dediler. Ben de 'Nifaklara hiç gerek yok. Bu köyden, buradan sana ekmek çıkmaz' dedim.

“Enseme keleşin namlusunu dayadı”

Orada tanıdım. Bir de bölgede ‘Tim Ahmo’ olarak biliniyordu. 1991 seçimlerinde, seçim gezilerinden dönüyordum. Gecenin karanlığında yolumuzu kestiler. Sivil giyimli, ellerinde keleşler… İndim arabadan. Bizde de silah var ama silahı kime karşı kullanacaksın. Ne olduğunu da bilmiyoruz. İndiğimde onu gördüm. Enseme keleşin namlusunu dayadı. Yanı başımda da bir arkadaşımız vardı, bir de şoförümüz vardı. Onlar da iki kişiydiler, Muş’a yakın bir yerdi. Bizi aldılar arabaya, ben öndeyim. Diğer arkadaşımız ise diğer timin yanında, gidiyoruz. Bana döndü ‘Sırrı bey, korktun mu?’ dedi. 'Enseme silahı dayamışsın, ölümden öteye bir yol yok ki; korksam ne olacak korkmasam ne olacak' dedim.

"Oteli geçecek olursa ben kendimi arabadan atarım…"

Böyle bir karşılaşmamız oldu. Şehre çok yakınız. Bizi infaz edebilecek bir yere götürebileceklerini düşünürken… Jandarma otelimizin üst tarafında. Çünkü bunun jandarmada kaldığını biliyorum. O gece kente geldik, çatışmalar olmuş. Bizi durduran o birimler, özel timler, jandarmalar bunu görünce herkes geri kaçtı. Sonrası kente geldik. Şöyle düşünüyorum; oteli geçecek olursa ben kendimi arabadan atarım… Ama otele yakın bir yerde şoföre ‘Dur’ dedi. Bize ise ‘Buyrun inebilirsiniz’ dedi. Tanışmamız böyle oldu. “

“Bilgi birikimini orada gördüm”

Geçmişte yaşanan çözüm süreçlerinin hepsinin mutfağında yer aldıklarını belirten Sakık, Oslo’dan önceki görüşmelerin kendileri tarafından, 2007’de başlatıldığını açıkladı. Sakık, şunları söyledi:

“Olup biten bütün süreçlerin mutfağında olduk. 2007de, o tarihte bizi aradılar, ulaştılar. Böyle bir görüşme yapmak istediler. Emre Taner (eski MİT Müsteşarı) adına aradılar, görüşme yapmak istediklerini söylediler.  Uzun uzun konuştuk. Sonrası ben, Ahmet Abi (Ahmet Türk), Aysel (Aysel Tuğluk), o tarihte Sabri Ok da (PKK yöneticisi) buradaydı. Görüşmelere birlikte katıldık. Şu an net hatırlamıyorum o tarihlerde kaç toplantıya böyle katıldık… Ama hemen hemen her toplantıda ben ve Ahmet abi, Aysel vardı. O süreci oturarak, konuşarak ne yapabilirizi… Ben o tarihte Emre Beyi dinlerken gerçekten siyaset arenasında olmayan bilgi birikimini orada gördüm. Kürt sorununun nasıl çözülmesi gerektiğini, bir hak, hukuk, adalet sorunu olduğunu onlardan duyarken… Geçmişte mesela MİT’le ilgili bir şey söylenirken tüylerimiz diken diken olurdu. Ama ben onları dinlerken, özellikle onun o bilgi, birikimi…

“Fidan’la da görüştük”

Hakan Fidan’la da görüşmelerimiz oldu. Bu konuda siyasetin çok çok ilerisinde, olması gereken ne varsa bir an önce yasalar, anayasa buna göre dizayn edilmelidir.

“Çok şeffaf görüşmeler yapılıyordu”

Sonrası tabii ki İmralı süreci başlayınca mesela Habur’dan tutun o Oslo’daki bütün şeylerde, mutfakta vardık. Mesela Habur’da ben de Ahmet abi de oradaydık. O süreçler… Ama bu bilgileri partideki arkadaşlarımızla bire bir paylaşıyorduk, konuşuyorduk. Çok saklı gizli de bir şeyi yoktu. Bu topraklarda hiçbir şeyin gizli saklı kalmayacağını biliriz. Onun için çok şeffaf görüşmeler yapılıyordu. Ondan sonra İmralı süreci başladı.

“Süreç neden heba oldu?”

Ben hala merak ediyorum İmralı’da 2015 yılında olup bitenler çok net olarak… Bizim nerede bir eksikliğimiz var. Çözüm süreci neden heba oldu. Sayın Öcalan bu konuda ne düşünüyor, çok merak ediyorum. Bire bir merak ediyorum.

“Kafamızı koymaya hazırız”

Yeni bir süreç başlarsa tabii ki rol almak isterim. Bana nerede bir görev düşerse o göreve seve seve giderim. Hep tabir şu ya, ‘Taşın altına elini koymak…’ Biz bedenimizi koymaya hazırız, kafamızı koymaya hazırız. Hele hele böylesi bir süreçte bir görev düşüyorsa seve seve yaparız. Zaten bunun için varız. Halkımız, ‘Parlamentoya gidin mevki makamları işgal edin; gidin şunu yapın’ demiyor ki. ‘Gidin bizim sorunlarımızı çözün…’ Bu kadar acı dolu yıllar yaşamış halkın sorunlarının çözümünde bize bir görev düşerse onu onur olarak taşırız. Umuyoruz yakın bir süreçte böyle bir süreç başlar. Bize görev düşmezse bile eyvallah. Tamam, yeter ki başlasın.

“Ana sütü ne kadar helalse…”

Hakan Fidan’ı bu konuda çok bilgili, birikimli gördüm. Hatta şunu da söylüyorlardı, ‘Kürt sorunu, ana sütü ne kadar helalse Kürtler için, Kürt sorunu bu noktada helaldir. Bu noktada adım atılmalıdır.' Ama ne hikmetse bir gün bir yere giriliyor, bir yerlerde tıkanıyor. Bu devletin derinliklerini hepimiz biliyoruz. Bu derinlikler toprağın derinliklerinden daha çok derin olduğunu biliyoruz. Ama siyasetçiler bu konuda risk almak istemiyor. İktidarlarını sürdürmek istiyorlar. Hamaset o kadar dorukta ki. Son iki gündür görüyorum Meclis’te. Hiç Meclis’e gelmeyen Süleyman Soylu, dün gelmişti. Çünkü Kurt puslu günü bekliyor. Kürt sorunu böylesi iktidarların rant alanına dönüşmüş. Yoksa istendiği an bu sorun çözülür. Ne istiyoruz? Hep beraber demokratik cumhuriyeti birlikte inşa etmek. Bu cumhuriyet Kürtler için, diğer halklar için, Türkler için de eğer demokratik bir cumhuriyet inşa edilecekse hepimiz burada mutlu olacağız.  Ne yazık ki buna bile tahammülleri yok. Bunu birlikte sağlayabiliriz. Parlamento bu görevi üstlenebilir. Asıl parlamentonun görevi de budur. Parlamento görevinden kaçıyor. Ben eminim ki çok rahatsız olanlar var. Dünden bugüne kadar iktidar cephesinden, eski-yeni vekiller, onlarcası beni arıyor, ‘Ağzına sağlık. Şunları söyledin, bunları söyledin’ diye. Birkaç konuşma yaptığımda da geri dönüşler o kadar olumlu ki. Mesela ben cumhuriyetin yüz yıllık sürecinde yüz ana başlıkla program yapmıştık; geriye dönüş o kadar çok olumlu oldu ki. Buradan nemalanan ayrı bir damar var. Bu damar ülkenin demokrasi ile inşa olmasını istemiyor. Bütün kavga bu. Eğer olursa parlamentoda bunların varlığı olmaz.  Bu siyasi partilerin büyük bir çoğunluğu zaten olmaz.”