Seçim 2024

Milliyetçi partilerin yapısal krizleri ve gelecek projeksiyonları

Milliyetçi partilerin geleceğini ne bekliyor? 2028’e giderken milliyetçi partilerden ne beklemeliyiz?

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener

13 Nisan 2024 00:00

Abdullah Esin & Mehmet Yaşar Altundağ

14 Mayıs 2023 Genel Seçimlerinde milliyetçi partilerin milletvekili seçimlerinde aldığı oy toplamı ve ATA İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Sinan Oğan’ın yüzde 5 oy alarak seçimlerin ikinci turunda belirleyici konuma gelmesi “Türkiye’de milliyetçilik yükseliyor” analizlerini gündeme taşıdı.

14 Mayıs’ta MHP yüzde 10.3, İYİ Parti yüzde 9.9, Zafer Partisi yüzde 2.3 ve BBP yüzde 1 oy almış, milliyetçi partilerin toplam oyu yüzde 23.5’e ulaşmıştı. Bu partilerin toplam oy oranı, AK Parti ve CHP’nin ardından Türkiye siyasetindeki 3’üncü büyük güç olarak tahlil edilmiş ve başta Tuğrul Türkeş olmak üzere milliyetçi camianın önde gelen figürleri milliyetçi bir koalisyon/lig kurulması fikrini tekrar ortaya atarak bir sonraki seçimin galibinin Türk milliyetçileri olacağını savunmuştu.

2024 Yerel Seçimleri ise çok farklı bir tablo yarattı. Belediye Başkanlığı seçiminde MHP yüzde 5, İYİ Parti yüzde 3.7, Zafer Partisi yüzde 1.7 ve BBP yüzde 0.44 oy aldı. 2023 Mayıs seçimlerindeki toplam yüzde 23.5 oy oranı 2024 Yerel Seçimlerinde yüzde 10.8’e geriledi. Milliyetçi partiler, genel seçimlerde kazandıkları ivmeyi yerel seçimlerde koruyamadılar.

Daha doğru bir karşılaştırma yapmak adına 2024 yerel seçim sonuçlarını 2019 sonuçlarıyla da kıyaslayalım. 2019’da İYİ Parti yüzde 7,5, MHP yüzde 7,3, BBP ise yüzde 0.4 oy almıştı. Yani, 2019’da milliyetçi partilerin yüzde 15.2 olan toplam oyu 2024’te yaklaşık 5 puan azalmış. 2023 Genel Seçimleriyle de 2019 Yerel Seçimleriyle de kıyaslandığında milliyetçi partilerin büyük oy düşüşü yaşadığı aşikâr.

Peki bu düşüşün arkasında hangi sebepler var? Milliyetçi partilerin geleceğini ne bekliyor?

Cumhur İttifakı seçmenleri

Milliyetçi Hareket Partisi

AK Parti ile ittifaka girdiği 2016 yılından beri bir siyasi partiden ziyade bürokratik kumanda merkezi veya millî güvenlik rejiminin garantörü olarak faaliyet gösteren MHP, başta terörle mücadele ve güvenlik politikaları olmak üzere makro siyasetin alanına giren meselelerde iktidarın kırmızı çizgilerini belirleme gücüne sahip oldu.

Öte yandan bu imtiyazın karşılığında ekonomi veya göç gibi toplumsal hayatı direkt olarak etkileyen meselelerde pasif bir siyasete hapsoldu. Ekonomik krizden çıkışa veya göç sorununun çözümüne dair bir söylemi ve politikası bulunmayan MHP, Türkiye siyasetinin milli güvenlik ve beka söylemine sıkıştığı süreçlerde başat aktör olarak hem oy oranını artırıyor hem de söylem gücünü ele geçiriyor.

2023 Genel Seçimlerinde siyasi arenanın ve seçim kampanyasının da terör ve güvenlik konularına hapsedilmesi, büyük oy düşüşü yaşayacağı düşünülen MHP’yi yüzde 10’un üzerinde bir oy oranıyla Türkiye’nin 3’üncü büyük partisi yaptı.

Ekonomik krizin temel mesele hâline geldiği, aday profillerinin ve seçim vaatlerinin öne çıktığı ve toplumsal hayatı direkt olarak etkileyen şehircilik, ulaşım, sosyal yardımlar gibi konuların seçmen tercihinde belirleyici olduğu yerel seçimlerde ise MHP ve diğer milliyetçi partiler bir varlık gösteremiyor. Dolayısıyla, milliyetçi partilerin yaşadığı düşüşteki temel nedenlerin başında siyaset üretememek ve vatandaşın sorunlarına çözüm üretebilecek siyasi iradeyi ortaya koyamamak geliyor.

MHP’nin yaşadığı düşüşün diğer temel nedeni ise partinin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar ile ilişkisinin sınırını tam olarak çizememesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu, yasal olarak  benim son seçimim” sözlerinin ardından MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz” çıkışı MHP seçmenlerinin gözünde hem partiyi hem de liderini bir oyun kurucudan ziyade kurulan oyunun figüranı konumuna düşürdü.

Kurulduğu günden bu yana bir lider partisi ve hareketi olan MHP, Bahçeli’nin alenen Erdoğan’ı lider olarak gördüğünü ifade etmesiyle uzun bir süredir yaşadığı kimlik ve konumlanma krizini de ayyuka çıkardı. Dolayısıyla, partilerinin AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iktidarda tutan yedek aktör olmayı kanıksaması ve bunu alenen ifade etmesi iktidara gelecek başat aktör olma hedefindeki milliyetçi kitleyi büyük hayal kırıklığına uğrattı.

İYİ Parti seçim çalışmasından

İYİ Parti

İYİ Parti’nin yaşadığı kimlik ve konumlanma krizi MHP’yi de geride bırakacak düzeye ulaştı. AK Parti iktidarına muhalif milliyetçilerin kurduğu İYİ Parti; sadece Cumhurbaşkanlığı sistemi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı üzerinden değil, demokratik-kalkınmacı-milliyetçi bir ideolojik paradigmayla orta vadede kendini MHP’den ayrıştırmayı hedefledi.

2018 Genel Seçimlerinde hemen hemen MHP ile aynı oyu alması da hem partinin gücünü hem de potansiyelini kanıtlamış oldu. Ancak, ilk etapta kendini Cumhurbaşkanlığı sistemi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı üzerinden MHP’den başarılı bir şekilde ayrıştırmayı başaran İYİ Parti, CHP ve diğer muhalefet partileri ile girdiği ittifak siyasetiyle kurumsal kimliğini ve siyasi konumunu önemli ölçüde muğlaklaştırdı ve zayıflattı. İttifak siyasetinin doğru veya yanlış olmasından bağımsız bir şekilde, kurulan ittifakın yapısı ve ittifak içerisindeki partilerin bu süreçte yaşadığı kurumsal erozyon İYİ Parti’yi zayıflattı.

İYİ Parti’nin, Millet İttifakı’nın başat aktörlerinden biri olmasına rağmen siyasi ağırlığını tam olarak gösterememesi, Cumhurbaşkanı adayı seçiminde etkisiz kalması, ittifaktan önce ayrılıp ardından hemen geri dönmesi ve Zafer Partisi-MHP tabanına seslenmek yerine CHP tabanından oy istemesi; seçimlerin Milet ittifakı tarafından kaybedildiği senaryoda İYİ Parti’nin büyük bir boşluğa düşeceğinin en bariz emareleri oldu. İYİ Parti, içinde olduğu bu görünmez fırtınadan ancak seçimi kazanarak çıkabilirdi.

Nitekim böyle olmadı. Genel seçimden sonra ise Millet İttifakından ayrılması ve Meral Akşener’in kişisel öfkesiyle tüm partinin seçim kampanyasını anti-İmamoğlu/Yavaş/CHP çizgisine çekmesi, seçmenleri önemli ölçüde CHP ile kaynaşmış olan partiyi tabanda kurulan muhalefet ittifakının dışına itti.

2023 Genel Seçimlerinde İYİ Parti’nin oylarının yaklaşık üçte biri İstanbul, Ankara ve İzmir’den gelmişti. İzmir’in CHP’nin kalesi, İstanbul ve Ankara’daki belediye başkanlarının da parti üstü kimlikleriyle tüm muhalefetin ortak belediye başkanları olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda bu 3 şehirde İYİ Parti adaylarının pek varlık gösteremeyeceği aşikardı. Belediye başkanlığı seçimlerinin tek turlu bir cumhurbaşkanlığı seçimi formatında olması, doğal olarak muhalif seçmenin en güçlü aday etrafında birleşmesine neden oldu. Sonuç olarak İYİ Parti, 2023 Genel Seçimlerinde aldığı oyun neredeyse üçte birine düşerek ittifaksız girilecek bir seçimde baraj altı kalacak duruma düştü.

İYİ Parti’nin yaşadığı bütün bu stratejik bunalımlarının üzerine Kurultay sürecine giderek Kemal Kılıçdaroğlu yerine Özgür Özel’i genel başkan seçen CHP, bir nevi 2023 seçimlerindeki başarısızlığına dair diyetini ödemiş oldu. Bu değişime rağmen Akşener’in hala CHP ve 2023 seçimlerine dair eleştirilerini tekrar etmesi, seçmen gözünde bir nevi “takılı kaldığını” ve siyasetsiz olduğunu hissettirdi.

Parti, sahip olduğu güçlü ekonomi kadrosuna rağmen ekonomik krizin temel mesele olduğu yerel seçimlerde etkili bir ekonomi politikası geliştiremedi, seçmene anlatamadı. Göç siyasetini hâlihazırda Zafer Partisi’ne kaptırmakla kalmadı, bu alanda söylem hakimiyetine ortak da olamadı. Yerel seçimlerde partinin büyükşehir adayları projeleriyle öne çıkmaktan ziyade (Ümit Özlale’yi burada tenzih etmek gerekiyor) o kentlerdeki CHP’li belediye başkanlarına veya başkan adaylarına muhalefet yaparak oy toplamaya çalıştı. Sonuç olarak da parti, güçlü kadrosuna ve teşkilatlarına rağmen yerelde varlık gösteremedi.

Zafer Partisi seçim afişi

Zafer Partisi

Yerel seçimden 1 hafta önce Birikim’de “Zafer Partisi Ümit Özdağ’a Rağmen Neden Yükselecek”[1] başlıklı yazımızda içinde olduğumuz ekonomik ve toplumsal krizin orta ve uzun vadede Zafer Partisi çizgisini büyütecek bir toplumsal dinamik ürettiğini ancak Özdağ’ın siyaset tarzının bu yükselişin önünde önemli bir engel olduğu tezini savunmuştuk.

Zafer Partisi’nin yerel seçimlerde başta İstanbul olmak üzere önemli bir sıçrama yapacağı düşünülse de ortaya çıkan tablo öyle olmadı. Zafer Partisi, yüzde 1.7 oy oranıyla genel seçimlerdeki performansının gerisine düştü ve daha da önemlisi hiçbir şehirde etkili bir sonuç alamadı. Zafer Partisi’nin “yükselemeyişindeki” temel neden aslında onu 2023 seçimlerinde etkili bir aktör hâline getiren dinamikler oldu. Parti, yerel seçim dinamiklerinin ve seçmen beklentilerinin genel seçimden farklı olduğu gerçeğini göz ardı ederek siyasi söylemini ve politika önerilerini neredeyse hiç değiştirmedi.

2023 seçimlerine kadar Ümit Özdağ’ı başarılı kılan üç temel unsur vardı: Birincisi, toplumda yarattığı rahatsızlığın her geçen gün arttığı ancak neredeyse hiçbir siyasi parti tarafından yeterince dile getirilmeyen ve ana akım siyasette kendine yer bulamayan göçmen karşıtlığını sahiplenerek partisinin temel siyasi çizgisi haline getirmesiydi. İkincisi, milliyetçi cephedeki rakiplerinin aksine (MHP ve İYİ Parti), Zafer Partisi ana akım partilerle ittifaka girmeyerek siyaset ve söylem alanını olabildiğince genişletti. Üçüncüsü, Ümit Özdağ ekonomik kriz, artan göç sorunu ve siyasi sahipsizlik nedeniyle ekonomik ve sosyal bir bunalım içerisinde olan geniş bir kitleye radikal üslubu, bu kitleyi merkeze alan siyasi söylemleri ve ana akım siyasetin dışında kalan bağımsız görüntüsüyle seslenmeyi ve onlarla bağ kurabilmeyi başardı.

Ancak, Zafer Partisi’ni büyüten bu dinamikler bir yerel seçim başarısı için yeterli olamadı. Hem yerelde etkin adaylar bulmak hem de güçlü kampanyalar yürütebilmek için gerekli şart olan parti teşkilatları yeterince güçlendirilmedi. Parti, Birikim’de çıkan yazımızda da altını çizdiğimiz gibi kendisine ivme veren yapısal faktörlere rağmen Özdağ'ın güçlü ve tekil liderliği altında bir şahıs partisine dönüştü.

Bu açıdan Zafer Partisi, Yeniden Refah Partisi’ni başarıya götüren güçlü ve etkin teşkilat örgütlenmesinden mahrumdu.. Genel seçimde temel meselelerden biri olan göç sorunu, yerel seçimde arka planda kaldı. Vatandaşın temel gündemi ekonomik kriz ve belediye hizmetleri iken Zafer Partisi göç sorunu temelli siyasi söylemini devam ettirdi, ekonomik kriz ve belediye hizmetlerine dair etkin politikalar üretemedi. Son olarak, muhalif seçmenin en güçlü aday etrafında birleştiği belediye seçimlerinde Zafer Partisi bir ittifaka girmedi, zayıf ve bilinmeyen aday profilleriyle (Azmi Karamahmutoğlu hariç)  müstakil siyasi çizgisini devam ettirdi. Dolayısıyla, parti seçmenlerinin bir bölümü ve partiye oy vermeyi düşünen seçmenler yereldeki en güçlü muhalif aday etrafında birleştiler.

2028’e giderken milliyetçi partilerden ne beklemeliyiz?

Milliyetçi Hareket Partisi

MHP, yerel seçimler sürecindeki sessizliğinin aksine seçimlerden sonra en sert ve keskin açıklamalar yapan parti konumunda. Diğer partilerin seçim sonrası içine girdiği dinlenme modu ve bayram tatili havası yerine başta Devlet Bahçeli olmak üzere MHP kanadından ülke gündemine ve siyasetin geleceğine dair önemli açıklamalar geliyor.

Bahçeli’nin tartışmalı bir sürecin ardından Van Belediye Başkanı Abdullah Zeydan’a verilen mazbataya dair açıklamaları kelimenin tam manasıyla “zehir zemberek” oldu ve dikkatle incelenmeli. “Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır. Türk tarihi sandıkta yazılmamıştır” diyen Bahçeli, sokak hareketleriyle hak aramanın başarıya ulaşılabileceğinin gösterilmemesi gerektiğinin altını çiziyor, cam tavanı kırdık diyen Özgür Özel’e “Türk devletinin çatısını ve Türk milletinin varlığını dinamitlemesine asla fırsat verilmeyecektir” diyerek gözdağı veriyordu.

Bahçeli’ye, “demokrasi karşısında en büyük tehdit” cevabını veren Özgür Özel’e ise MHP kanadından jet hızıyla yanıt geldi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Fethi Yıldız’ın cevap olarak paylaştığı “İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler" sözleri, Özgür Özel’e hem üstü kapalı bir tehdit mesajı olarak hem de siyasi ömrünün kısa olacağına dair bir işaret olarak değerlendirildi.

MHP’nin sessizliğini bozarak siyaset üslubunu bu kadar keskinleştirmesi ve Özgür Özel ile DEM Parti’ye yönelik neredeyse “bu ülkenin sahibi biziz, gerekirse demokrasiyi de askıya alırız” alt metni taşıyan açıklamaları elbette şaşırtıcı değil. Yukarıda anlattığımız gibi kendisini ülkenin bekasının ve milli güvenlik rejiminin temsilcisi olarak gören MHP, bu milli güvenlik siyasetine tehlike olarak gördüğü sol siyasetin yükselişine karşı şimdiden el yükseltiyor. Tarihsel olarak da şaşırtıcı olmayan bu tutum, 1970’lerde Ecevit’in CHP’yi iktidara taşıdığı dönemde de gerçekleşmişti. O dönemde de Milliyetçi Cephe “sol karşıtlığında” birleşerek CHP’yi bir kıskaçın içine almaya çalışmıştı.

YSK'nın Van Büyükşehir Belediyesi mazbatasının Abdullah Zeydan'a verilmesi kararı ardından Van halkı

Fakat MHP’nin bu derece sert tutumunun ve Bahçeli’nin kesif açıklamalarının asıl muhatabının AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu görmek gerekiyor. Bazı AK Partili siyasetçilerin bir süredir MHP ile girilen simbiyoz ilişkinin geldiği noktadan rahatsız olduğu ve partinin gerilemesinin arkasındaki önemli sebeplerden biri olarak Cumhur ittifakını gördüğü bilinen bir gerçek.

İttifak arasındaki önemli gerginlikler ise Sinan Ateş davası ve Diyarbakır Kulp’ta bir imamı döven kaymakam olayıyla apaçık bir gerginliğe dönüşmüştü. Özellikle İçişleri ve Adalet Bakanlığı içerisinde kadrolaşan MHP’lilerin nüfuzundan rahatsız olan bu kadrolar; MHP kadrolarının kriminal işlere bulaşma iddialarını, sert ve keskin siyaset anlayışını, AK Parti’yi belli bir çizgiye hapsederek farklı gruplara açılmasını engellemesini AK Parti’yi geriye düşüren sebepler olarak görüyor.

Bu açıdan Bahçeli’nin daha seçim öncesinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Cumhur İttifakı olarak yanındayız” çıkışını Cumhur ittifakını bölemezsin, bize muhtaçsın alt metniyle okumak mümkün. Kurulduğu günden bu yana ilk kez ikinci parti konumuna düşen AK Parti’nin öz eleştiri seslerinin yükseldiği bir dönemden geçmesi Bahçeli’yi şimdiden harekete geçirdi. AK Parti’nin gidebileceği farklı istikametlerin önünü kapatmak isteyen Bahçeli, bu sert mesajlarıyla bir nevi hem iktidara hem de muhalefete gözdağı vermiş oluyor.

Zira, MHP’yi güçlü kılan yüzde 50+1’e endeksli Cumhurbaşkanlığı sisteminde AK Parti’ye ihtiyaç duyduğu çoğunluğu vermesi. HDP’nin barajı geçmesiyle 2015’ten beri sıkışan ve kutuplaşan siyasetin içinde anlam ve değer kazanan MHP, olası bir Anayasa ve sistem değişikliği ihtimali karşısında yapısal bir krize girmekten korkuyor. Bu anlamda AK Parti’nin olası ittifak açılımlarını ve Türkiye siyasetinde yumuşama eğilimlerini baltalamak istiyor.

Bunu 2 olay üzerinden net bir şekilde gözlemleyebiliyoruz.

Van Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan’ın memnu haklarını iade eden kararı Van İl Seçim Kurulu almış, ardından bu karar YSK tarafından bozulmuştu. DEM Parti özelinde yaşanan seçim iptalleri ve yenileme kararları il ve ilçe seçim kurullarınca alınırken bu kararlardan bazılarının tıpkı Van’da olduğu gibi Merkez tarafından iptal edildi. İl ve ilçe seçim kurulları MHP ağırlıklı kadrolar tarafından oluştuğu söylenirken Merkez’de ise AK Parti’ye yakın bürokratların bulunduğu belirtiliyor. Bu açıdan AK Parti - MHP arasındaki çatışmanın DEM Parti ile kurulacak ilişkilerde tekrar canlandığını görüyoruz.

Bu konuyla bağlantılı olabilecek bir başka nokta Numan Kurtulmuş’un açıklamalarında gizli. 2 Nisan’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katılımcı olduğu milletvekilleriyle iftar programında konuşan Meclis Başkanı, "Şimdi tekrar, aynen 1921 Anayasası'nda olduğu gibi Türkiye'nin katılımcı, güçlü bir anayasa yapma imkanı bu Meclis'te vardır.” sözleriyle seçim sonrası yeni Anayasa tartışmalarına tekrar işaret fişeği yaktı. 1921 Anayasası’na yaptığı vurgu ise dikkate değer. 1924 Anayasası daha çok merkeziyetçi, Türkçü ve tek kimlikçi bir Türkiye’yi çağrıştırırken 1921 Anayasası ise yerel yönetimlerin daha güçlü olduğu, farklı kimlikleri de kapsayan ve daha demokratik bir yönetimi temsil ediyor.

Kurtulmuş’un 1921 Anayasasını örnek bir anayasa olarak tercih etmesi AK Parti’nin anayasa tartışmaları sırasında başta Kürt siyaseti olmak üzere toplumun farklı kesimleri ile tekrar diyaloğa geçme niyeti olarak düşünülebilir. Zaten 1921 Anayasası’nın milliyetçi siyasetin hassas noktalarından biri olması, Numan Kurtulmuş’un açıklamasının hem bir “yumuşamayı” hem de yeni bir sistem tasarımı için AK Parti’nin farklı siyasi yapılarla müzakereyi aralaması hem de YSK kararlarında olduğu gibi bürokratik mücadelenin alevlenmesi Bahçeli ve MHP’yi Erdoğan’ı kısıtlayacak ve Cumhur ittifakı içerisinde tutacak hamleler atmaya zorluyor gibi görünüyor.

İkincisi, Özgür Özel’in Sabah gazetesinde “makama saygıdan asla taviz vermeyeceğiz” ile manşete çıkması ve bayram münasebetiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı araması, iki büyük parti arasında artan diyalog kanallarını ve iletişimi gösteriyor. Böyle bir siyaset trafiğinden de rahatsız olan MHP, seçim sonrası oluşan yumuşak atmosferi şimdiden gererek kendisini değerli kılan siyasi atmosferi tekrar hakim kılmak istiyor.

İYİ Parti

MHP’nin muhafazakar-milliyetçi seçmenin, Zafer Partisi’nin reaksiyoner ve genç seküler milliyetçilerin, CHP’nin son seçim sonuçlarının gösterdiği üzere normalde İYİ Parti’nin ağırlıklı çoğunluğunu oluşturan kentli-seküler-muhalif-milliyetçilerin temsilcisi hâline gelmesi İYİ Parti’yi büyük bir temsiliyet krizine soktu. Sürekli olarak siyasi söylemini, hedef kitlesini ve siyasi konumunu değiştiren İYİ Parti’nin olası bir genel başkan değişimine rağmen seçmen kitlesine güven vermesi için önünde uzun bir yol var.

Ümit Özlale ile birlikte şimdiden 44 milletvekilinden altısını kaybeden, birçok deneyimli siyasetçinin ve teşkilat üyesinin ise istifa ettiği İYİ Parti, 27 Nisan’da kim genel başkan olursa olsun öncelikle parti içi disiplini sağlamak ve partiye tekrar güven tesis etmekle meşgul olacak. Ayrıca Devlet Bahçeli’nin “Meral hanım koltuğunda kalmalı” açıklamalarının gösterdiği gibi dışarıdan da birçok dizayn çabasıyla uğraşmak zorunda kalacak. Bir yandan da Ankara’da büyük bir farkla kazanan ve yükselen bir CHP’nin parçası olan Mansur Yavaş’ın da partide etkisinin artacağı aşikar. Bütün bu dönemeçler içerisinde İYİ Parti yolunu bulmaya çalışacak.

Zafer Partisi

Son seçimlerde beklediğini bulamayan Zafer Partisi, demoralize olmuş seçmenini belediye meclis seçimlerinde 1 milyon 100 bin oy almanın da aslında bir başarı olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Bu seçime büyük umutlarla giren Zafer Partisi’nin özellikle genç seçmenleri, bu seçimlerde kazanılacak bir başarının 2028’de daha büyük bir başarının kapısını aralayacacağını düşünüyordu. Bu manada YRP ile benzer beklentileri ve gelecek projeksiyonu olan Zafer Partisi ve Özdağ, elindeki oyu korumaya ve konsolide etmeye çalışacaktır.

Özdağ, henüz yeni kurulmuş ve yepyeni bir siyasi geleneğe yaslanan bir partinin iki seçimde bir milyonun üzerinde oy almasını başarı olarak lanse etmek ile kalmayacaktır. Parti içinde kendisinden başka bir figür ve aktör olmama problemini aşmaya yönelik ilk hamleyi İstanbul adayı Azmi Karamahmutoğlu’nu sözcü yaparak atmış görünüyor. Bu ilk adıma rağmen Zafer Partisi’nin gelecek başarısını teşkilatlanma ve parti içinde Özdağ dışında ne kadar yeni ve güçlü siyasi profil çıkaracağı tayin edecek.

Önümüzdeki dönemde gündemimizi meşgul edecek gibi görünen Anayasa tartışmalarının muhtemel konuları arasında vatandaşlık tanımı, Türk kimliği, Kürt kimliğinin tanınması ve yerel yönetimler gibi meseleler olacak. Zafer Partisi, bu konular özelindeki milliyetçi hassasiyeti kullanmak isteyecektir. Ayrıca DEM Partili belediyelere kayyım atanmadığı takdirde buradaki uygulamaları ve projeleri mercek altına alarak ulusal gündeme taşıyabileceği herhangi bir konunun olup olmadığını yakından takip edecektir.


[1] https://birikimdergisi.com/guncel/11707/zafer-partisi-umit-ozdaga-ragmen-neden-yukselecek