Gündem

Mehmet Altan yazdı: İktidar partisi ne zaman çatlar?

"Tanıdığım bir bakan Türkiye’de en vahim gelişmelerin bile 23 günde unuttuğunu, bunun güvenilir bir çalışma sonunda ortaya çıktığını söylemişti"

23 Ekim 2019 12:49

Mehmet Altan*

Demokrat Parti demokrasiden uzaklaşınca parti çatlıyor. İspat hakkının yasaklanması son damla oluyor. Ortaya Hürriyet Partisi çıkıyor

Türkiye neden  özgür ve zengin bir ülke olamıyor? Ve galiba hiç bir zaman da olamayacak.
 
Daron Acemoğlu, James A. Robinson ile birlikte kaleme aldığı kült kitabı Ulusların Düşüşü’nde soruya devlet ve toplumların kurumsallaşma kabiliyeti üzerinden cevap arıyor:
 
Bir ulus ne kadar kapsayıcı kurumlara sahipse, yani toplumu oluşturan farklı çıkar gruplarının, seslerin, renklerin, katmanların güçlü temsiline ne kadar açıksa o kadar ileri gider. 
 
Gücün tek elde ya da küçük bir zümrede toplandığı, dışlayıcı ve sömürücü kurumlara sahipse geride kalır.
 
Demokrat Parti Dönemi'ni yeniden gözden geçirirken buranın hiçbir kurumsallaşma bilincinin olmadığını, egemen olanın keyfî yönetiminde çalkalanıp durduğunu bir kez daha hayret ve şaşkınlık içinde görüyorsunuz.
 
Keyfî yönetim de  toplumu kapsayan bir yaklaşımdan çok uzakta düşmanlaştırma siyaseti üzerinden seyrederek  gelişmenin önünü tamamen tıkıyor.
 
***

Birkaç hafta önce yeniden üstünde durduğum "İspat Hakkı" skandalını düşünün...
Siyasal iktidar yolsuzluk ve hırsızlıklar ayyuka çıkınca  hukuk devletinin omurgalarından biri olan "ispat hakkını" yasaklayabiliyor. İddialarını ispatlayamıyorsun çünkü yasak…
 
“Böyle bir yasa çıkaran bir hükümet, buna bigâne kalan hukuk kurumları ve  kuzuların sessizliğine bürünen bir toplum” diye yazmıştım…
 
Bu, üzerinde çok düşünülmesi gereken bir çıldırma hâli...
 
Kurumlar ve toplum, siyasal iktidarın çıldırmasını önleyecek bir caydırıcılığa sahip değilse o ülkenin de fazla şansı olamıyor...
 
Evet Türkiye, gazetecilerin yaptıkları haberlerin doğruluğunu ispatlama hakkının yasayla yasaklanabildiği bir ülke...
 
Çok eski bir geçmişten söz etmiyorum, 1950 ila 1960 arasından söz ediyorum.
 
Böyle bir yerde yaşıyoruz...
 
*** 

Sağlıklı bir ülkede akla gelmeyecek, söz konusu olmayacak akıl dışı işler, toplumsal ve siyasal damarlarda tıkanma yaratabiliyor. Demokrat Parti de demokrasiden körleşerek uzaklaşınca parti çatlıyor… İspat hakkının yasaklanması son damla oluyor. Ortaya Hürriyet Partisi çıkıyor.
 
Ansiklopediler bu gelişmeyi şöyle anlatıyor:
 
1954 genel seçimlerinden sonra DP içinde, partinin ekonomik politikaları ve muhalefete karşı izlenen tutum nedeniyle önemli bir muhalefet baş göstermişti.
 
6-7 Eylül Olayları'ndan sonra Fuad Köprülü, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Fethi Çelikbaş, Feridun Ergin ve Mükerrem Sarol gibi DP'nin önde gelenleri parti yönetimini çok sert bir biçimde eleştirdiler.
 
Bazı milletvekillerinin ceza yasasına ‘ispat hakkı’ getirilmesini istemesi parti içinde kargaşaya neden oldu.
 
Karaosmanoğlu ve Çelikbaş Ekim 1955'te yapılan Genel İdare Kurulu'nda partinin basına baskı uyguladığını belirterek ispat hakkını savundular.
 
DP içindeki muhalefetin büyümesi üzerine, parti yönetimi 19 milletvekilini Haysiyet Divanı'na verdi.
 
12 Ekim 1955'te toplanan Haysiyet Divanı bu milletvekillerinden dokuzunun ihracına karar verince, öteki 10 milletvekili de istifa etti.
 
Bu milletvekilleri birbiri ardına toplantılar düzenleyerek izlenecek stratejiyi tartıştılar.
 
7 Kasım 1955'te ayrı bir parti olarak örgütlenmeye karar veren Ondokuzlar, 20 Aralık 1955'te partiyi kurdular.
 
Genel başkanlığa başlangıçta Ekrem Hayri Üstündağ getirilse de, kısa süre sonra rahatsızlanınca yerini Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu'na bıraktı.
 
Genel sekreterliğini İbrahim Öktem'in üstlendiği partinin kurucuları arasında Turan Güneş, Ekrem Alican ve Fethi Çelikbaş gibi isimler de vardı.
 
Siyasal açıdan liberal bir merkez partisi görünümünde olan parti, demokratik ve dengeli bir meclis çalışmasına olanak verecek ölçüde anayasal değişiklikler yapılmasını, yargı bağımsızlığını, özgür ve bağımsız sendikaların kurulmasına olanak verilmesini, yönetimin yansızlığının sağlanmasını, üniversite özerkliğini, basın özgürlüğünü ve temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını savunmaktaydı.
 
***

Hıfzı Topuz, DP iktidarı tarafından yasaklanan İspat Hakkı’nın geri dönüşü hakkında şunları yazıyor:
 
 
Millî Birlik Hükümetleri döneminde basın alanında yapılan en önemli işlerden biri de ispat hakkının tanınması olmuştur. DP döneminde bu hakkın tanınmamış olması büyük tartışmalara konu oluyordu. Yazdığı bir yazıdaki suçlamaları ispat edebilecek durumda olan bir gazeteciye bu hak tanınmadığı için gazeteci hapse atılıyordu. örneğin bir genel müdürün veya bir milletvekilinin dalavereli işini açıklıyordunuz, işadamının yolsuzluk veya sahtekârlık yaptığı anlaşılıyordu. Ama kimseye ‘sahtekâr’ demeye hakkınız olmadığı için hapse giriyordunuz. Mahkeme size bu sahtekârlığı ispat hakkını tanımıyordu çünkü.
 
1 Aralık 1960’da ceza kanununun 481’inci maddesinde yapılan bir değişiklikle gazeteciye birçok durumlarda iddiasını ispat hakkı da tanındı. Kanundaki değişiklik şöyle özetlenebilir:
 
‘Sanık beraat etmek için  isnat ettiği fiilin doğruluğunu ispat etmek isterse bu iddia kabul olunmaz.
 
Ancak:
 
— Saldırıya uğrayan kişi bir memur veya kamu hizmeti gören bir kimse ise, isnad edilen fiil o kişinin memuriyetiyle veya gördüğü kamu hizmetiyle ilgili ise,
 
— isnat  olunan bu fiilden dolayı zaten kovuşturmaya başlanmışsa,
 
— isnat edilen fiilin ispatında kamu yaran bulunduğuna mahkemece karar verilirse... ispat hakkı kabul edilir.
 
İsnat  ispat olunur ve saldırıya uğramış olan kişi mahkûm olursa sanık hakkındaki dava ve ceza düşer.
 
Ama isnat ispat olunamazsa sanığın cezası yarısı ölçüsünde artırılır. Gazete veya dergi sahibine de 10 bin liradan 25 bin liraya kadar para cezası verilir.’
 
İspat hakkının tanınması bir başarı olmuştur gazeteciler için.
 
***
 
Tanıdığım bir bakan Türkiye’de en vahim gelişmelerin bile 23 günde unuttuğunu, bunun güvenilir bir çalışma  sonunda ortaya çıktığını söylemişti…
 
İspat Hakkı’nın yasaklanması…
 
Hürriyet Partisi’nin ortaya çıkış şartları…
 
Bunlar anımsansa ürkütücü bir tipide kaybolmuş gibi debelenmeyeceğiz, sağlıklı şekilde yol alabileceğiz ama daha dün diyebileceğimiz  bu yakın geçmiş maalesef 23 günlük zaman dilimini epeyce aşıyor.
 
Her şey unutuluyor.
 
Biz de hep aynı saçmalığın içinde yuvarlanıp duruyoruz.


*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.