Gündem

Mehmet Altan yazdı: Ahlâksızlık daha fazla getiriyor ise…

Türkiye’de basın mesleğinde ilk özdenetim kurumu sayılan "Basın Ahlâk Yasası ve Basın Şeref Divanı" başarısızlığa uğradı ve zamanla yok oldu

25 Aralık 2019 15:43

Ahlâk kavramı çetrefil bir kavramdır ve özü itibariyle felsefenin bir dalıdır.

Son zamanlarda hem basının hem de ahlâkın sefaletini görünce Türkiye’de zaten hiçbir zaman gereği gibi oluşamamış, epeydir de sırra kadem basmış olan "basın ahlâk ilkeleri"nin kısa tarihçesini gözden geçirmek anlamlı geldi.

Basının Ahlâk İlkeleri konusu, "Devlet otoritesinin basına müdahalede bulunmasını önlemek ve kamuoyu karşısında saygınlığı olan bir basın yaratma" düşüncesinden doğmuş.

İlk kez 1916 yılında İsveç’te uygulanmaya başlamış.

1953 yılında kurulan İngiliz Basın Konseyi en başarılı ilk örneklerden biri sayılıyor.

1956’da Federal Almanya’da, 1961’de Avusturya’da, 1962’de İsrail’de, 1964’te Güney Kore’de, 1965’te Hindistan’da ve 1968’de Gana’da basın konseyleri kurulmuş.

Bütün bu kuruluşların ortak özelliği, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasını önlemek için siyasal iktidarların basına müdahalesine fırsat vermemek amacıyla ve bizzat basın tarafından istenerek kurulan "gönüllü kuruluşlar" olmaları.

Basın Ahlâk Yasası, Türk basınında da 27 Mayıs’tan sonra ele alınmış önemli konulardan biri.

* * *

Türkiye’de iletişim alanına ilişkin etik anlayışı doğmadan ölen talihsiz bir bebek gibidir.

1857 yılında Matbaalar Nizamnamesi ile başlayan, 1858 tarihli Ceza Kanunu ve sonraki çeşitli uygulamalarla süren sınırlama ve yasaklarla ağır bir devlet baskısı uygulanmıştır. Cumhuriyet tarihinde, siyasal alanda ve basında kısıtlamalar getiren ilk önemli yasa Takrir-i Sükûn Kanunu’dur. Basına ne yapması gerektiği bugüne kadar hep ve sürekli olarak dayatılmıştır.

"Basında Ahlâk" kavramı, gene ilk kez devlet öncülüğünde 1935 yılında gündeme getirilmiş, 1938 yılında da bir örgüt aracılığıyla kurumsallaştırılmaya çalışılmıştır. Ancak bunun yerine baskı ve sansür kurumsallaştırılmıştır.

* * *

Yazılı Basında Haber ve Habercilik Etik başlıklı kitabın yazarı da olan konunun uzmanlarından  Prof. Dr. Atilla Girgin o dönemi şöyle anlatır:

2. Dünya Savaşı yıllarında, siyasal iktidarın basın üzerindeki denetimini ve güdümünü sağlayan yasal düzenlemelerden bir başkası da, 14 Temmuz 1938 tarihinde yürürlüğe giren Basın Birliği Kanunu ile oluşturulması öngörülen Türk Basın Birliği’dir.

Tüm basın çalışanlarının birliğe üye olmalarını öngören Türk Basın Birliği’nin Kuruluş Kanunu’nda, "basın mensuplarının haklarını, gazetecilik mesleğinin şeref ve vakarını, korumak, gazetecilik okulları ya da meslek kursları açmak, uluslararası mesleki temaslar yapmak vs." gibi tamamen basının iç sorunlarını çözmeye ilişkin amaçlar da bulunmaktadır.

Oysa Türk Basın Birliği, basının kendi kendini denetlemesinden çok, elinde bulundurduğu yasal yetkiler ve yapısıyla, basını siyasal iktidarın mutlak hâkimiyeti altına alan bir organ olmuştur. Siyasal iktidar, bu organın en yetkili kurullarında, doğrudan kendi mensuplarını bulundurarak, Birlik üzerinde sürekli bir egemenlik kurmuştur.

Birliğin Haysiyet Divanları, "Birlik mensupları arasında çıkacak şahsi anlaşmazlıklarla, meslek haysiyet ve şerefine taalluk eden meseleleri ve birliğin kanunla tespit edilen maksatlarına aykırı hareketleri iddia olunan birlik mensuplarının durumlarını araştırıp gerekli kararları vermek üzere" kurulmuştur. Mıntıka haysiyet divanları, ihtar, açık ihtar ve bir aya kadar meslek icrasından men cezası verebiliyordu. Yüksek Haysiyet Divanları da, üç aya kadar meslekten men ve meslekten çıkarma kararı alabilirdi.

* * *

"Basında Ahlâk İlkeleri" İkinci Dünya Savaşı’nda iyice görünmez olmuştu.

1945 yılı Şubat ayında Türkiye’ye gelen ABD Basın Özgürlüğü Komisyonu üyelerinin, hükümet yetkilileriyle yaptıkları görüşmelerden sonra kamuoyunda "basın özgürlüğü" kavramı yeniden tartışılmaya başlandı.

Komisyon üyeleri, Ankara ve İstanbul'da siyaset ve basın çevreleriyle yaptıkları görüşmelerde; "Basın özgürlüğünün, barışın bir şartı olduğunu, savaştan sonra yapılacak barış görüşmelerinde, basın hürriyetinin en önemli şart olarak antlaşmalarda yer alacağını, basın mensupları olarak sansürün kaldırılmasını ve basın üzerinde devlet nüfuzunun yok edilmesi konusunda ortak gayret sarf etmeleri gerektiğini" savunmuşlardı.

Ancak, komisyon üyeleri "Basının ağır bir sorumluluk yüklendiğinin bilincinde olmak gerektiğinin, sansüre meydan vermemek için bir oto-kontrolün zorunlu olduğunu" da vurgulamışlardı.

Bu süreç çerçevesinde, 10 Ocak 1946‘da Ankara, 10 Haziran 1946’da İstanbul ve 18 Temmuz 1946’da İzmir Gazeteciler Cemiyetleri, gönüllü meslek örgütleri olarak kuruldular.

Dünyada ve Türkiye’de meydana gelen değişiklik ve gelişmeler sonucu Türk Basın Birliği, 30 Mayıs 1946’da TBMM’de kabul edilen ve 18 Haziran 1946’da yürürlüğe giren bir cümlelik kanunla kaldırıldı.

* * *

1960 yılına kadar, basının özdenetimi için herhangi bir kurumsal girişimde bulunulmadı.

27 Mayıs 1960 tarihinden önceki deneyimler ve sonraki gelişmeler, basının özdenetim gereksinimini gündeme getirmiş ve İstanbul (Türkiye) Gazeteciler Cemiyeti ile İstanbul (Türkiye) Gazeteciler Sendikası’nın ortak girişimi sonucu, 24 Temmuz 1960 günü, saat 15.00’te düzenlenen törenle, Basın Ahlâk Yasası, gazeteciler ve yayın kuruluşları temsilcileri tarafından imzalandı.

Basın Ahlak Yasası şöyledir:

1. Bir amme müessesesi olan gazetecilik mes­leği, bu mesleğin dışında kalan özel ve ahlâka aykırı maksat ve menfaatlere âlet edilemez ve amme menfaatine zarar verici bir şekilde kul­lanılamaz.

2. Yazı, haber, fotoğraf vesair şekillerde yapıla­cak yayınlarda şu hususlara riayet edilir:

  • a) Ahlâka aykırı veya müstehcen yayında bulunulmaz,
  • b) Şahıs, müessese ve zümreleri hedef tu­tan yazılarda galiz kelimeler kullanılmaz, şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamaz,
  • c) Amme menfaatini ilgilendirmeyen hal­lerde fertlerin hususî hayatları küçük dü­şürücü şekilde teşhir edilemez,
  • d) Şahıslar, müesseseler veya zümreler aleyhinde iftira ve isnatta bulunulamaz.
  •  

3. Haberlerde ve olayların yorumunda hakikat­lerden, tahrif veya kısaltma yoluyla maksatlı olarak ayrılınamaz, doğruluğu şüphe uyandırabilen ve tahkiki gazetecilik imkânları içinde bulunan haberler, tahkik edilmeden ve doğru­luğuna emin olunmadan yazılamaz.

4. Gazetenin veya gazetecinin şahsî veya taraf tutan kanaatlerine haberlerin metninde yer ve­rilmez.

5. Haber başlıklarında, haberin ihtiva ettiği hu­suslar tahrif edilemez.

6. Amme menfaati mutlak lüzum göstermedik­çe, «mahrem» kaydı ile verilen malûmat yayınlanamaz.

7. Gazeteci, kaynaklarının mahremiyetini koru­yacak ve kendisine verilen sırlara saygı göstere­cektir.

8. Haber, yazı veya resim kaynaklarının, yayın tarihi için koydukları zaman kaydı ihlâl edile­mez.

9. İlân, reklâm mahiyetindeki haber, resim ve yazıların, ilân veya reklam olduğu tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirtilir.

10. Mevkutelerin verdikleri yanlış bilgilerden dolayı, yollanacak haklı cevap veya tekzipler, cevap veya tekzibe sebep olan yazının tesirini tamamiyle giderecek şekilde en kısa bir zaman­da yayınlanır.

* * *

Bir de Basın Şeref Divanı kurulmuştur. İstanbul Hukuk Fakültesi dekanının baş­kanlığında, baro, gazete sahipleri ve gazeteci sendikaları temsilcilerinden kurulan Divan’ın görevi Basın Ahlâk Ya­sası’na aykırı tutum ve davranışları inceleyerek uygunsuz­lukları halkoyuna bildirmek olacaktı.

Basın Ahlâk Yasa­sı’na uymayı kabul eden gazeteler bu divanın vereceği kararlara da uymayı kabul ediyorlardı.

Basın Şeref Divanı’nın kurulduğu aynı törende, 24 Temmuz (İkinci Meşrutiyetin ilanı ile sansürün kaldırılış tarihi) "Basın Bayramı" ilan edildi.

Basın Şeref Divanı’nın faaliyete geçtiği 1960 yılı Ağustos ayından, işlevinin fiilen sona erdiği 1967 yılı sonuna kadar incelediği olay sayısı 148’dir.

Bunların 102’si başvuru üzerine, 46’sı da resen ele alınmıştı.

148 olaydan 72’sinin, Basın Ahlak Yasası’na aykırı yayınlarla ilgili olduğu belirlenmişti. Bu yayınlardan 27’si kınanmış, 33 olayda ihtarda bulunulmuş, öteki 12’si için uyarma ve dikkat çekme yollarına gidilmişti.

Türkiye’de basın mesleğinde ilk özdenetim kurumu sayılan "Basın Ahlâk Yasası ve Basın Şeref Divanı" uygulaması bir süre sonra başarısızlığa uğradı sonra da zamanla yok oldu.

* * *

Basın Şeref Divanı deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, uzun süre bu konuda herhangi bir girişim yapılmadı.

14 Şubat 1972 tarihli genel kurul toplantısında, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) tarafından hazırlanan, 9 maddelik "Gazetecilerin Basın Ahlak Kuralları"nı kabul etti. Ardından 1986 yılında Basın Konseyi geldi.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin, 19 Kasım 1997’de yapılan olağanüstü tüzük değişikliği genel kurulunda kabul edilen tüzükle, "Basın Senatosu" oluşturulması ve cemiyet bünyesindeki yardımcı komitelerden birinin "Meslek İlkelerini İzleme Komitesi" olması kararlaştırıldı.

Bu arada, medyanın dünyada ve Türkiye’de ulaştığı boyutlar ile meslek ilkelerindeki aşınma dikkate alınarak, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bünyesinde, yeni bir metnin hazırlık çalışmaları öngörüldü.

Sözü edilen tüzük değişiklikleri, 26-27 Mart 1998’de toplanan olağan genel kurulla yürürlüğe girdi. Senato ve Komite de çalışmalara başladı.

Bunun yanı sıra Doğan Medya Grubu’nun, "Doğan Medya Grubu Temel İlkeleri", "Doğan Medya Grubu Meslek İlkeleri" ve Ekonomi Muhabirleri Derneği’nin "Meslek İlkeleri" gündeme geldi.

* * *

Günümüzde görüntü de bile bir ahlâk arayışı artık söz konusu değil. Besleme basını bu nedenle tiksinerek izliyoruz.

Ahlâk ve ilke ne için kayboldu?

Bir iktisatçı olarak yanıtlamak isterim:

Ahlâksızlık daha fazla yarar sağlıyor ise ahlâklı olmak talep bulmaz. 


*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.