Gündem

Laiklik Meclisi, 3 Mart’ı Laiklik Günü olarak kutlama kararı aldı: Hilafet çağrıları münferit değildir, bütünlüklü bir saldırının parçası

"Ülkemizin ilerici birikimi bu saldırıyı dirençle püskürtecek, eşit ve özgür bir geleceği laiklik temelinde kuracak iradeye sahiptir"

07 Ocak 2024 18:47

Laiklik Meclisi, 3 Mart’ı Laiklik Günü olarak kutlama kararı aldığını duyurdu. Laiklik Meclisi adına açıklamayı yapan İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Başkanı Umut Kuruç, “Hilafet çağrıları münferit değildir, bütünlüklü bir saldırının parçası olduğu bilinmelidir. Hilafetin meşrulaştırılması ve laikliğin ayaklar altına alınması kabul edilemez. Laiklik Meclisi, hilafetin ve Şer'iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırıldığı, Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu’nun çıkarıldığı 3 Mart'ı 100’üncü yılında Laiklik Günü olarak kutlamayı karar altına almıştır. Laiklik özgürlüktür. Laiklik yurttaşlıktır. Yurttaş haklarıyla vardır. Eşit ve özgür bir toplumun hayatı dönüştürme, değiştirme iradesinin temeli de laikliktir. Yoksullukla çaresiz bırakılan toplumumuz, gericilikle teslim alınmak istenmektedir. Ancak, ülkemizin ilerici birikimi bu saldırıyı dirençle püskürtecek, eşit ve özgür bir geleceği laiklik temelinde kuracak iradeye sahiptir. Bu büyük tehlikeye karşı ülkenin ilerici birikimi ayağa kalkmalı ve safları sıklaştırmalıdır” dedi.

Laiklik karşıtı uygulamalara tepki olarak 25 Eylül’de, 90 aydının imzasıyla kurulan Laiklik Meclisi, bugün Ankara’daki Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda basın toplantısı düzenledi. Basın açıklamasını İKD Genel Başkanı Umut Kuruç okudu. Açıklamaya, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Gözütok, eski CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Kurucu Genel Başkanı Murtaza Demir, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Prof. Dr. Ahmet Saltık da katıldı.

Kuruç, şunları söyledi:

“Son dönemlerde, özellikle Mayıs 2023 genel seçimlerinden itibaren gerici saldırıların arttığını, gerici kuşatmanın büyüdüğünü farklı alanlarda yaşıyoruz, görüyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) uygulaması dinci/gerici müfredat dayatması, kadınlara yönelik gerici hamlelerin, Medeni Kanun’a dönük saldırıların artması, hilafet çağrıları ve hilafet bayraklarıyla ülkenin meydanlarında boy gösteren gerici güruhlar, bütün bunlarla birlikte düşünülmesi gereken anayasa tartışmalarının siyasi iktidar tarafından daha güçlü bir şekilde gündeme getirilmesi, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Hatay Milletvekili Can Atalay'a dönük olarak aldığı kararın bir diğer yüksek yargı organı olması gereken Yargıtay tarafından tanınmaması bize şunu gösteriyor: Kurdukları bu gerici istibdat rejiminin anayasasını yapmak için bütün bu süreçleri hızlandırıyorlar. Dolayısıyla laikliğin ve cumhuriyetin tamamen tasfiyesi gibi büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Laiklik Meclisi olarak biz 25 Eylül'de kuruluşumuzu ilan ettik. 8 Ekim'de eşitlik ve özgürlük için, laiklik bildirgemizi yayınladık. Ve yarın yayınlayacağımız ‘2023 Laiklik İhlalleri Raporu’nu Laiklik Meclisi İzleme Merkezi olarak hazırladık. Ancak bütün bu gelişmeleri göz önünde bulundurursak laiklik mücadelesinin ne kadar yaşamsal olduğunu bir kez daha görüyoruz. Bu nedenle son gelişmelere ve saldırılara dönük olarak Laiklik Meclisi’nin görüşlerini sizlerle paylaşmak istedik.”

"Büyük tehlikeye karşı ülkenin ilerici birikimi ayağa kalkmalı ve safları sıklaştırmalı"

Laiklik Meclisi’nin açıklaması şöyle:

“Büyük tehlikeye karşı ülkenin ilerici birikimi ayağa kalkmalı ve safları sıklaştırmalıdır. Özellikle Mayıs 2023 seçimlerinden beri, siyasi iktidarın yeni rejimini tahkim etmek üzere attığı adımlar hızlanmaktadır. Ülkemizin, idari, hukuki ve toplumsal yapısını tamamen değiştirme amacıyla atılan bu adımlarla toplumsal yaşamın güvencesi olan laiklik, ayaklar altına alınmakta hatta açık bir biçimde tasfiyesi hedeflenmektedir. Cumhuriyet'in bütün temel değerlerini tasfiye sürecinde son düzlüğe giren siyasal iktidar, ülkenin hemen hemen her alanında kriz başlıklarının da aktörü haline gelmiştir. Karşı devrim sürecini Cumhuriyet'in 100’üncü yılında tamamlamayı ‘Hedef 2023’ sloganıyla ilan etmiş olan iktidarın yetkili ağızları, büyük yol kat etmiş olmalarına rağmen takvimi henüz tutturamamıştır. 2023 genel seçimlerinin öncesinde başlayarak sonrasında büyük bir telaşla yükselttikleri yeni anayasa tartışması ‘Türkiye Yüzyılı’ adıyla kuruluşunu tamamlamaya çalıştıkları rejimin temel ayağını inşa etme çabasıdır.

"İktidar, yeni anayasayla laikliği ve cumhuriyeti tamamen tasfiye etmeyi amaçlamaktadır"

Bunun açık göstergesi son aylarda AYM’nin Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği hak ihlali kararlarının Yargıtay tarafından tanınmamasıyla tırmandırılan krizdir. Bu durum basitçe iki yargı kurumunun yorum farkı olarak değerlendirilemez. Siyasi iktidarın en yetkili ağzı tarafından krizin yeni bir anayasayla aşılabileceğinin söylenmesi bu durumun doğrudan yeni anayasa hamlesiyle bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır. 20 yılı aşkın süredir hukuku dönüştürerek bir siyasi araç haline getiren siyasi iktidar, yeni anayasayla laikliği ve cumhuriyeti tamamen tasfiye etmeyi amaçlamaktadır. Bu sürecin bir diğer ayağı da özellikle Medeni Kanun'dur. Seçim öncesinde Milli Görüş'ün bir diğer kolu olan Yeniden Refah Partisi (YRP) ile siyasi iktidarın imzaladığı ittifak protokolü bunu göstermektedir. Protokolde yer alan, ‘Aile bütünlüğünün korunması için mevcut yasalardaki aykırı hükümlerin ayıklanmasına, manevi değerlerimize aykırı fiillerin ve sapkınlıkların önlenmesine yönelik yasal düzenlemelere, süresiz nafaka konusundaki mağduriyetlerin giderilmesine ağırlık verilecektir’ ifadesi, hukuk birliğinin yaşama geçirilmesini sağlayan ve laik hukukun simgesi olan Medeni Kanun ile taban tabana zıttır. Bu protokol ve YRP'nin geçtiğimiz aylarda TBMM'ye Türk Medeni Kanunu'nun 175. ve 176. maddelerinde değişikliğe gidilmesi, 176. maddenin sonuna da bir fıkra eklenmesi için sunduğu yasa teklifiyle Adalet Bakanlığı’nın 4-5 Ocak 2024 tarihlerinde İstanbul'da yaptığı Türk Medeni Kanun Çalıştayı'nın bütünlük içerisinde olduğunu görmek gerekir. Bununla laik hukukun temelinin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.

"Yusuf Tekin'in MEB koltuğuna oturtulması tesadüf değildir"

TBMM'nin Mayıs 2023 seçimleri sonrası bileşimindeki laiklik ve cumhuriyet karşıtı toplamın önemli bir kısmının bu sürece olumlu yaklaştığı hepimizin malumudur. İktidar ve ortağı partiler bünyesinde veya onlarla ilişkili çok da uzak olmayan siyasi geçmişe sahip olan görece yenilerinin laiklik ve cumhuriyet konusundaki beyanları ortadadır. TBMM'deki yeni bir diğer unsur olan ve dinci terör örgütü bağlantısı bilinen HÜDAPAR'ın varlığıyla cumhuriyet ve laiklik karşıtı, Anayasa'ya aykırı olan seçim bildirgesindeki ‘vesayetten ve ideolojiden arınmış, toplumun inanç değerleriyle örtüşen sivil bir anayasanın hazırlanması için çalışılacağı’ maddesi küçümsenmemelidir. Gerici müdahalenin en yoğun olduğu alan hepimizin bildiği gibi eğitimdir. 2013-2018 yılları arasında MEB Müsteşarlığı yapan Yusuf Tekin'in MEB koltuğuna oturtulması tesadüf değildir. Karma eğitim karşıtlığını, tarikat-cemaat uzantılarıyla protokoller yapacağını saklama gereği bile duymayan Tekin, eğitimde 4+4+4 dayatmasının yerleşmesinde önemli rol oynamıştır. Tarikat/cemaatlerin okullara girmesi, imam hatiplerin yaygınlaştırılması, okullara türbanın girmesi ve mescit zorunluluğu da yine Tekin'in müsteşarlığı dönemindedir.

"Gelecek kuşakların dindar ve kindar nesiller olarak teslim alınması ‘Yeni Türkiye’ olarak nitelenen gerici rejimin tahkimatında büyük önem taşımakta"

Gelecek kuşakların dindar ve kindar nesiller olarak teslim alınması ‘Yeni Türkiye’ olarak nitelenen gerici rejimin tahkimatında büyük önem taşımaktadır. Siyasi iktidarın seçim öncesi YRP ile yaptığı protokolde eğitime dönük olarak yer alan ‘Milli Eğitim müfredatının milli ve manevi değerlerimize uygun hale getirilmesi ve gerekirse aykırı sözleşmeler dahil her türlü düzenlemelerin gözden geçirilmesi temin edilecektir’ maddesi asla gözden kaçırılmamalıdır. Dolayısıyla biat edecek kuşakların yaratılması için dayatılan ÇEDES, gerici yeni müfredat, tarikat ve cemaat uzantılarıyla yapılan protokoller bu bütünlük içerisinde düşünülmelidir. Birçok tarikat ve cemaatin içinden çıktığı gerici görüşün sahibi ve cumhuriyet düşmanlığıyla bilinen Said Nursi ile yine cumhuriyet düşmanı, aşiret ve hilafet yanlısı Şeyh Sait'in kahramanlaştırılmaya çalışılması, isimlerinin meydanlara ve caddelere verilmesi cumhuriyetin ve laikliğin meşruiyetine karşı yapılan saldırıların parçasıdır.

"Açılan hilafet bayraklarının El Kaide, El Nusra ve Taliban gibi cihatçı terör örgütlerinin siyasal simgesi olduğu hatırlanmalı"

Tesis edilmeye çalışılan rejimin gerici ve teokratik karakteri ortadadır. Üniforma üzerine sarık ve cübbe giyen komutandan sonra harp okullarında tarikatlar artık açıktan örgütlenmekte, ülkemizin meydanlarında hilafet bayrakları açılarak şeriat çağrıları yapılmaktadır. AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın oğlunun Yüksek İstişare Kurulu Üyesi olduğu TÜGVA, Menzil cemaati uzantısı Semerkand Vakfı, çocuk istismarıyla anılan Ensar Vakfı gibi çok sayıda tarikat/cemaat uzantısı ve AKP yandaşı yapılanmanın yer aldığı Milli İrade Platformu'nun çağrısıyla geçtiğimiz günlerde İstanbul'da düzenlenen ve bakanlarla AKP'li milletvekillerinin katıldığı yürüyüş-miting hilafet, şeriat ve irtica gösterisine dönüşmüştür. Merkezi Londra'da bulunan terör örgütü Hizb-ut Tahrir'in de ‘Köklü Değişim’ adıyla katılarak sonrasında hilafet çağrısı yayınladığı ve hilafet bayraklarının açıldığı ‘Filistin'e destek’ kılıfıyla yapılan gerici gövde gösterisi, hilafetçiliği ve irticayı meşrulaştırma çabasıdır. Açılan hilafet bayraklarının El Kaide, El Nusra ve Taliban gibi cihatçı terör örgütlerinin siyasal simgesi olduğu hatırlanmalıdır.

"Hilafet çağrıları münferit değildir, bütünlüklü bir saldırının parçası olduğu bilinmeli"

Bu gövde gösterisi Anayasa'ya, onun temel hükmü olan laikliğe aykırıdır ve açıkça saldırıdır. Buna karşı herhangi bir hukuki işlem başlatılmaması, Türkiye'de yargının siyasetle bağını ve siyasi iktidarın yargı krizinden yararlanarak yeni anayasa hedefinin altında yatan temel olgunun laikliğin tasfiyesi olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Hilafet çağrıları münferit değildir, bütünlüklü bir saldırının parçası olduğu bilinmelidir. Hilafetin meşrulaştırılması ve laikliğin ayaklar altına alınması kabul edilemez. Laiklik Meclisi, hilafetin ve Şer'iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırıldığı, Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu’nun çıkarıldığı 3 Mart'ı 100’üncü yılında Laiklik Günü olarak kutlamayı karar altına almıştır. Laiklik özgürlüktür. Laiklik yurttaşlıktır. Yurttaş haklarıyla vardır. Eşit ve özgür bir toplumun hayatı dönüştürme, değiştirme iradesinin temeli de laikliktir. Laikliğin tasfiyesi, önüne arkasına sıfatlar getirilerek aşındırılması bu iradeyi en hafif deyimiyle zedeler, zayıflatır, ortadan kaldırır.

"Laiklik Meclisi olarak ilerici, yurtsever bütün kitle örgütlerini ve yurttaşları laiklik mücadelesine çağırıyoruz"

Yoksullukla çaresiz bırakılan toplumumuz, gericilikle teslim alınmak istenmektedir. Ancak, ülkemizin ilerici birikimi bu saldırıyı dirençle püskürtecek, eşit ve özgür bir geleceği laiklik temelinde kuracak iradeye sahiptir. Karşı karşıya olduğumuz tablo, laiklik mücadelesinin yaşamsal olduğunu göstermektedir. Bu büyük tehlikeye karşı ülkenin ilerici birikimi ayağa kalkmalı ve safları sıklaştırmalıdır. Laiklik Meclisi olarak ilerici, yurtsever bütün kitle örgütlerini ve yurttaşları laiklik mücadelesine çağırıyoruz. Bu gerici kuşatmaya alışmayalım. Eşit ve özgür bir ülke için, gelecek kuşakları için laiklik mücadelesini hep birlikte büyütelim.”

"Askeriyle polisiyle, içlerinde tabii temiz insanlarımız ve hayır diyenler var"

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek şöyle konutşu:

“45 yıl devlet üniversitelerinde hizmet verdim. Hayatım laiklik mücadelesi vererek, özgürlük mücadelesi vererek ve bunun bedelini ödeyerek geçti. Şimdi artık dibe vurmuş yerdeyiz. Tabii ki mücadele edeceğiz, tabii ki bilgi temelli mücadelemiz olacak. Ben ülkenin her boyuttan işgal altında olduğunu düşünüyorum. Askeriyle polisiyle, içlerinde tabii temiz insanlarımız ve hayır diyenler var. Örneğin her ne kadar AYM’yi kendileri atadıysa da içinden halen hukuk fışkıran azıcık insanlarımız çıkıyor, tabii ki var. Bence eylemlerimizi planlamalıyız artık. Tabii ki yazıyoruz, çiziyoruz. Bunlar okuduğunu anlamıyor mu? Anlıyor ama umursamıyor. Eylem planları yapmalıyız diye düşünüyorum.”

"Laiklik; toplumun, barışın, eğitimin, hukukun, ilerlemenin bir temelidir"

Eski CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Tuzun koktuğu, çivinin çıktığı bir süreci yaşıyoruz. Devleti ve toplumu ayakta tutan hukuk, laiklik, ekonomi, bilimsel eğitim ayaklar altında. AYM kararları kimi çevrelerce tanınmıyor. Herkesi bağlayan Anayasa’yı Yargıtay’ın bir dairesi ‘Ben tanımıyorum’ diyor ısrarla ve buna da destekler geliyor. İşte bu ortamda, bu toz duman içinde çocuklarımızın barış için laik, bilimsel bir eğitim anlayışıyla yaptığımız uluslararası sözleşmelere uygun pozitif olarak yetiştirilmesi gerekirken öyle bir Milli Eğitim Bakanı var ki bunların hiçbirini hiçbirini tanımıyor ve bu Yusuf Tekin Anayasa’ya, yasalara aykırı olarak hem sözü hem eylemlerini ısrarla, inatla sürdürüyor. Görevden hemen ayrılmalıdır. Bir dakika durmadan ayrılmalıdır. Kendisi gitmiyorsa görevden alınmalıdır. Olmuyorsa, bizim burada yaptığımız gibi daha da etkin kamuoyu yaratılmalıdır. Çocuklarımız zehirlenmemelidir bu kişinin Milli Eğitim Bakanlığı'nda. ÇEDES saçmalığıyla hiçbir uzman niteliği olmayan imamları ve din görevlilerini okullarda görevlendirdi. 1926’da Mustafa Necati döneminde getirilen karma eğitimi tartışmaya açtı. Okul öncesinde bebelere mescit zorunluluğu getirildi. Cumhurbaşkanı, genel seçimlerden önce mülakatın kaldırılacağını söylemesine karşın, ‘Öğretmen alımlarında ben mülakatı sürdüreceğim’ dedi Yusuf Tekin. ‘Tarikatlarla iş birliği yapmaya, onlarla protokol imzala devam edeceğim’ diyor. Örtülü biçimde laik ve bilimsel eğitim yapan bütün okulları suçluyor, karalıyor. Ben birçok Milli Eğitim Bakanıyla tanıştım. Hiç böylesine açıkça tarikatları, cemaatleri, dinsel eğitimi öven bir bakana rastlamadık. Bütün dünyada kabul edilen evrim kuramını çıkardılar, yaradılışı soktular. Şimdi de dinsel birtakım ögeleri ağırlıklı olarak ortaya koyacaklar. 2018’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın açtığı kapatma davası, 10’a karşılık 1 oyla kapatma kararı verilmedi ama AKP'nin laiklik karşıtı bir parti olduğunu söyledi. Laiklik; toplumun, barışın, eğitimin, hukukun, ilerlemenin bir temelidir, bir yapısıdır. O kalktığı zaman altında kalırız, barış olmaz hiçbir alanda.”

"Diktatörlüğün dibine kadar yaşıyoruz zaten"

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Kurucu Genel Başkanı Murtaza Demir şunları söyledi:

“İnanın, iktidar sahipleri artık bizim bu söylemlerimize gülüyor. ‘Biz adını koymadık ama şu anda hilafeti yaşıyoruz zaten. Diktatörlüğün dibine kadar yaşıyoruz zaten. Hangi Atatürk devrimleri? Hangi laiklik? Hangi demokrasi? Anayasa orada, ben tanımam’ diyor. Ama artık bu söylemler, bu ezberler hiçbir değer ifade etmiyor yaşadıklarımız karşısında. Dolayısıyla daha büyük bir mücadeleyi örmeliyiz. Daha büyük bir mücadelenin altyapısını oluşturmalıyız. Bu çaba yeter mi? Gördüğümüz, içinde olduğumuz tehlike karşısında çok cılız kalır, söylemden ibaret kalır. Her şey bitmiş bitmiş gibi gözükse de bu toplumun önemli bir bölümünün, özellikle okuyan-yazan bölümünün hala bir derdi var ve ‘ne yapmalıyız’ı sorgulamaya çalışıyorlar. Madem biz Laiklik Meclisi olarak öne çıktık. O zaman bu ‘ne yapmalıyız’ diyen insanlara da bir yanıt verecek şekilde bir örgütlenmenin içine girmeliyiz.”

"Laikliğe saldırı demek cumhuriyete, bağımsızlığa, hak ve özgürlüklere, Atatürk'e saldırı demek"

Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu şöyle konuştu:

“Laiklik elbette cumhuriyet demek, Türkiye demek, Türkiye Cumhuriyeti demek, bağımsızlık demek, hak ve özgürlükler demek ve bunların hepsinin temeli demek. Laikliğe saldırı demek cumhuriyete, bağımsızlığa, hak ve özgürlüklere, Atatürk'e saldırı demek. Cumhuriyetin öncesindeki döneme de çok açıkça göz göz kırpmanın da ötesinde, eylem yapmak demek. Sanki bir Filistin mitingi adı altında bir eylemle karşı karşıya kaldık. 1 Ocak, ulusal bayram ve genel tatiller hakkındaki kanun gereği hicri takvimden, miladi takvime bir devrim nedeniyle geçilmiş bir tarih. Hepimiz biliyoruz ki 1 Ocak'a İslamcı kesim mesafeli davranmanın ötesinde tepkili davranıyor. Filistin Mitingi adı altında özellikle 1 Ocak gününün seçilmesi üzerinde de durmak gerekiyor. Bu mitingde yer alan bir Hizb-ut Tahrir örgütü var. Bu terör örgütü bazı ülkelerde serbest, bazı ülkelerde yasak. Türkiye'de yasak; terör örgütü kabul edildiği için yasak, hilafet ve şeriat amacını taşıdığı için yasak. Filistin adı altında hilafet yürüyüşlerinin hilafet isteklerinin meşru gösterilmesinden başka hiçbir şey değil. Bugün eski AKP milletvekilleri, bakanları, meclis başkanları, Cumhurbaşkanının damatları ve oğlu hilafet istekli toplantıda yer alabiliyor. Bunu nasıl yorumlayabiliriz? Tehlikenin kat be kat arttığı şeklinde kuşkusuz. Toplum, ‘Anayasa’ya bağlı olmayan bu iktidar yeni anayasa yapamaz’ dediği için Yargıtay üzerinden bir kriz yaratarak bunu topluma meşru gösterip yeni bir anayasayı Türkiye dayatmak istiyorlar. Bu, Türkiye'nin gericiliğe mahkum edilmesi olacak. Laiklik karşıtlığına mahkum edilmesi olacak. Bir anayasa değişikliği adı altında cumhuriyetin ortadan kaldırılması olacak. AYM kararları, dünya hukuk tarihinde ilk kez Türkiye'de bağlayıcı olarak görülmedi ve kabul edilmedi. O halde örgütlü bir mücadele, alanlarda bir mücadeleden hukuk ve demokrasi içerisinde bu mücadeleyi alanlara taşımaktan başka hiçbir çözüm kalmıyor.”

"Türkiye, dünyada dördüncü ya da beşinci AYM’ye sahip ülkedir"

Prof. Dr. Ahmet Saltık, şunları dedi:

“Türkiye'de eğitim, rejim, yaşam, dinselleştirilmiyor; dincileştiriliyor. Dinselleştirmek belki bir siyasal tercih olabilir. Ancak dincileştiriliyor apaçık, hatta mezhepleştiriliyor. Türkiye'nin bugün içine sürüklendiği tablo dış güdümlü. Tümüyle son zamanlarda Türkiye'ye dönük saldırıların hem kapsam kazandığını, içerik kazandığını hem de çok yönlüleştiğini, şiddetinin de yoğunlaştığını görüyoruz. Burada siyaset bilimi açısından direncini kırmak, zayıflatmak, yormak, deyim yerindeyse bir politik felç, toplumsal felç tablosu yaratmak ve toplumu teslim almak hedefleniyor. Umutları kırmak, siyasal paralize, siyasal kolektif paralizeye uğraşıyorlar. Ana muhalefetin yapacağı 14 Ocak Mitingi’nde laikliğin de mutlaka en temel, ana temalardan biri olarak yeterince vurgulanmasını muhalefet partileriyle, başta CHP olmak üzere temas ederek sağlamaya çalışmayı öneriyorum. Hatta bir adım öteye atarak Laiklik Meclisi adına bir konuşmacının da kürsüye çıkartılmasını önerelim. Çok tartışılan bir konu da hilafet istemek, Türkiye'de halifelik veya bu tür yeşil birtakım simgeler açmak, Anayasa’nın 26. maddesindeki ifade özgürlüğü kapsamında mıdır? Söz konusu eylemler Anayasa askıdaysa ifade özgürlüğü kapsamında değildir. Eylemli bir kalkışmadır anayasal rejime karşı. Dolayısıyla apaçık TCK 309’un çiğnenmesi demektir. Sivil itaatsizlik, bir meşru aşamaya gelmiştir. Biz çocuklarımızı okula, ulusal bir eğitim alsın diye gönderiyoruz. Ama siz iktidar olarak bu sözleşmeyi bozdunuz. Bizim çocuklarımızın beynini haşat etmek, dinci militan yetiştirmek üzere kullanmaktasınız. Ben çocuklarımı okula göndermiyorum. Türkiye, dünyada dördüncü ya da beşinci AYM’ye sahip ülkedir. Şimdi görüyoruz ki AYM de devre dışı bırakılabiliyor. Dolayısıyla siyasal kuram açısından, demokrasiyi koruyup kollamak bakımından yeni kurumlara, yeni rejimlere, yeni girişimlere gereksinim var. Halkımızı, ulusumuzu yeniden, yüzyıl sonra bir başka postmodern Kurtuluş Savaşı'na davet edelim.”