Sonsuzluğun Heykeli
22 Mayıs 2025 22:21
Güncelleme: 22 Mayıs 2025 22:37
Hasan Karakaya
Zühtü Müridoğlu Ahşap Heykel Sempozyumu, Değirmendere'yi ülkemizde ve dünyada tanıtan, diğer kentlerde de benzer faaliyetlerde bulunulmasına öncülük eden, Türkiye’nin en uzun süre devam eden ahşap heykel sempozyumudur. Türkiye’de daha önce yapılan sempozyumlara kıyasla genel hatları dünya standartlarına göre belirlenen bir nitelik taşır.
Sempozyumlara, Değirmendere Belediye Başkanı Ertuğrul Akalın’ın, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü Başkanı Ali Teoman Germener’e, Değirmendere’de sanatsal etkinlik talebinde bulunmasıyla 1993 yılında başlanır. Germener bu talebi, sempozyum düzenlenmesini sürekli gündemde tutan heykel sanatçısı ve bölümün hocası Meriç Hızal’a yönlendirir. Meriç Hızal tarafından hazırlanan şartname ile aynı yılın Temmuz ayında I. Zühtü Müridoğlu Ahşap Heykel Sempozyumu düzenlenir.
Değirmendere Kültür ve Sanat Festivali içinde yer alan yontu sempozyumu, yerel yönetim ve Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü işbirliğinde Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla uzun yıllar sürdürülür. Sempozyum, bir yandan genç yontu sanatçılarını desteklemeyi, öte yandan da zaman içerisinde Değirmendere’de çağdaş bir sanat müzesi kurmak amacıyla tutarlı eser birikimini hedefler. Sempozyumun malzemesi yöre ağaçlarının seyreltilmesi ile elde edilen kestane olarak belirlenir. Sempozyuma katılan sanatçıya verilecek ortalama 30 cm. çapında 200 cm. boyutunda fırınlanmış üç adet tomruk, kaide ve heykel üretiminde gerekli diğer malzemeler belediyesince karşılanır.
Sempozyumla kapalı alanlardan, atölyelerden, müzeden çıkarılan sanat kamusal alanda, ahşap malzemesinden heykele dönüşüm sürecinin her aşamasında kentle ve kentliyle buluşur. Kamusal alandaki sanat eseri, halkın içinde ve huzurunda üretilir, açık oturumlarla, sorularla bir araya gelinir. Ortaya çıkan eserler, Değirmendere’nin kamuya açık alanlarına yerleştirilir. 17 Ağustos 1999’da ise merkez üssü Gölcük olan depremde, merkez üsse en yakın yerleşim yerlerinden birisi olan Değirmendere ağır hasar görür, çok sayıda can ve mal kaybı yaşanır. Sempozyumlarda üretilen çalışmalar da depremde zarar görür, sahil şeridine konulanlar sahil şeridiyle birlikte denize gömülür, Marmara Denizi’nin sularına kapılır.
Depremin yaklaşık bir yıl öncesinde, 1998 yılında, Değirmendere Sempozyumuna katılanlardan biri de, Türkiye gibi deprem kuşağında yer alan Japonya’dan heykel sanatçısı Ikki Miyake’dir[1]. Miyake’nin ürettiği Sonsuzluğun Heykeli (Statue of Eternity) de 17 Ağustos depreminde denizin aldığı heykellerden biri olur. O tarihten sonra heykelin kaybolduğu düşünülür.
Değirmendere sempozyumlarına iki kez katılan, dokuz yıl boyunca temmuz aylarında dünyanın her yerinden gelen sanatçılarla burada buluşan sanatçılarımızdan biri de Nilhan Sesalan’dır. Değirmendere Çınarlık Meydanı’nda küçük küçük adımlarla başlayan bu uzun yolda Türkiye’nin Açıkhava Heykel Müzesi oluşumuna tanıklık eden sanatçı, depremden sonra da iki ay çadır kentte çalışır.
17 Ağustos depreminden epey sonra 2007 yılında, Üsküdar’da yeni açılan bir balık restoranının önüne konulan bir heykel Nilhan Sesalan[2]’ın dikkatini çeker. Heykeli görür görmez tanır. Buraya nasıl geldiğini çalışanlara sorar, soruşturur: “Biz altı ay öncesine kadar Kandilli’de deniz kenarındaydık. Depremden on beş-yirmi gün sonra dükkânın önünden bu heykeli çıkarttık, kuruttuk, boyadık ve giriş kapısının önüne koyduk. Biraz da o bizi buldu. Bizim bu heykel, denizde bulduk. Denizden çıkan bulanındır.” denir kendisine. Ahşabı neredeyse görünmez hale gelen, mavi ve beyaza boyanan Sonsuzluğun Heykeli’nde sanatçısının imzasını kontrol eder Sesalan: Ikki Miyake’nin derin ve okunaklı imzasını görür. Sonrasında Değirmendere Belediyesini, İstanbul Resim ve Heykel Müzesini, sanatçısı Miyake’yi, hocası ve meslektaşı Ferit Özşen’i arar, ne yapılması gerek diye sorar. Nihayetinde hep birlikte restoran çalışanın söylediği “Denizden çıkan bulanındır” ortak paydasında birleşirler.
Sesalan, o günden sonra yoldan her geçtiğinde Miyake’nin heykeline bakar. Altı ay gibi bir süre sonrasında, bir sabah İstinye Balıkçısı’nın yerini çorbacı aldığını görünce hemen heykeli sorar. Heykelin yan tarafta odunlukta olduğu, hurdacıların çağrıldığı, oradan alacakları cevabıyla karşılaşır. Odunların arasından heykeli bulur, kendisi gibi heykel sanatçısı olan eşi Cengiz Yüzsever’i arar ve heykeli birlikte Kurşunlu Han’da bulunan atölyelerine taşırlar.
Miyake heykelinin yeni konumlandığı İstanbul’da Tarihi yarımadanın karşısında yer alan Galata Semti ve Kurşunlu Han, burayı güçlü bir koloni şehrine dönüştüren Cenevizliler’in izlerini günümüzde halen taşır. Kurşunlu Han, Karaköy Perşembe Pazarı’nda, Galata Kulesi’nin parçası olduğu Ceneviz surlarının iç kısmına paralel şekilde inşa edilmiş, banisine ithafen ‘Rüstem Paşa Hanı’ ve ‘Rüstem Paşa Kervansarayı’ adlarıyla da anılır. Tahtakale Eminönü-Beyazıt aksı gibi hanlar bölgesinin dışında inşa edilen ilk handır. Doğu Roma döneminde inşa edilen Aya Thekla Kilisesi, IV. Haçlı Seferi sonrasında Latin işgalinde (1204-1261) Ceneviz kolonisinin koruyucusu adına Saint Michele Kilisesi’ne dönüştürülen yapılar Han’ın öncesinde bu alandadır.
Kurşunlu Han, Kuzey Karadeniz'den gelen her türlü ham ve işlenmiş derinin, baharat, hububat ve yiyeceklerin çuha, denizcilik, şarap, gaz ve ispirto, ahşap varil gibi ürünlerin depolama ve dağıtılmasında kullanılır. Galata’nın 19. Yüzyılda “Frenklerin limanı, uluslararası ticaretin limanı, yabancıların yaptıkları ihracat-ithalatın limanı” şeklinde nitelendiği ve finans merkezi olduğu bu dönemde Han: bankerlik, gemi acenteliği, tüccarlık, sigortacılık, komisyonculuk, ticari temsilcilik ve avukatlık, matbaa ve yayıncılık faaliyetlerine de ev sahipliği yapar. İkinci katın üstündeki eklemeler de bu dönemde yapılır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı Rüstem Paşa’nın 1557’de vakfettiği, vakfedenin soyağacı takibini de sağlayan Kurşunlu Han 20. yüzyılın ilk yarısına kadar vakıf mülkiyetindedir. 1926 Tarihli yasal düzenleme sonrasında hanın büyük kısmı özel mülkiyete geçer, kurşunları da 1970’li yıllarda yağmalanır. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında onarımı gündeme gelmişse de hanın büyük kısmının özel mülkiyette olması nedeniyle restorasyonu yapılamaz.
Kurşunlu, Osmanlı dönemi şehir hanları gibi iki katlıdır ve tek avluludur. Avlunun ortasındaki diğer hanlarda rastlamadığımız dört kollu merdiven iki katı birbirine bağlar. Uzun, dar dikdörtgen yuvarlak ve sivri kemerli revaklı bir avlu çevresinde odalara sahip Kurşunlu Han ilave ve muhdeslere sahip olsa da özgünlüğünü büyük ölçüde korur.
Han, kapısından girdiğiniz andan itibaren canlı, nefes alan bir yer olduğunu hissettirir. 5-6 yüzyıla ait korint sütun başlığı üzerindeki tulumbalı kuyusu, yılların izlerini taşıyan özgün döşeme ve basamakları, kemerleri, tonozları, duvarlarında devşirme malzemeleri, kedileri, pek çok yanıcı maddenin üretiminde işlik ve muhafazasına konu olduğunu gösteren is, iz ve koku ile Han sanatçıları da kendisine çeker adeta. Bugün Kurşunlu’nun üst katında çok sayıda sanatçı atölyesi, mimarlık ve tasarım ofisi, galeri yer alır. Hırdavatçıdan tornacıya altmışın üzerinde mekânda atölye, üretim, depo, ofis, dükkân gibi zanaat- ticaret- sanat faaliyetlerin sürdürüldüğü Kurşunlu Han birçok film ve dizi çekimine ev sahipliği ile de kültür hayatımızda önemli bir potansiyel taşıdığını belli eder.
Değirmendere’den deprem sonrası dip akıntılarıyla İstanbul’a ulaşan Sonsuzluk Heykeli, tarihten gelen eskimişlik, yorgunluk, hırpalanmışlık, hoyratlık ve bakımsızlığına rağmen özgünlüğünü büyük ölçüde korumayı başaran Kurşunlu Han’ın bu çok yönlü, çok kültürlü yaşamında Sesalan ve diğer heykel sanatçısı arkadaşlarının eserleriyle buluşur. Ülkemizin ticaret, sanat ve gündelik yaşayışına, depremlerine, yeme-içme kültürüne tanıklık eden heykel artık Kurşunlu Han’ın yeni sakinidir.
Değirmendere’nin kestane ağacından yontulmuş, malzemesi kestanenin özelliğinden kaynaklı çatlaklarıyla, sempozyumun ardından depremin, uzun yolculuk serüveninin hikâyesi ve sanatçısının ahşapla buluşturduğu ruh ve sakin bir gülümsemeyle Sonsuzluk Heykeli Kurşunlu Han’da süregelen İstanbul’un içsel döngüsüne böylece katılır. İstanbul’a vardığında büründürüldüğü renklere rağmen heykel koruduğu soylu duruşu, narin kıvrımları, yüzüne zarifçe konulmuş gülümsemesiyle, dinginlik içinde dengeyi ve sonsuzluğu Uzakdoğulu kadın figüründe hassasiyetle temsil etmeye devam eder.
Denizden çıkan artık hepimizindir ve Ikki Miyake’nin Sonsuzluğun Heykeli (Statue of Eternity), Kurşunlu Han’ın bu ortamında çoğu yabancı olan meraklı ziyaretçilerini derin bir sükût, saygı, hafif bir tebessüm ve pek de bilinmeyen öyküsüyle karşılamaya devam etmektedir.
[1] Tokyo Tama Sanat Üniversitesi'nden Güzel Sanatlar Lisans, Güzel Sanatlar Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini alan 1973 doğumlu Japon sanatçı.
[2] Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü’nden master derecesiyle mezun olan Nilhan Sesalan, eserleri dünyanın pek çok yerindeki koleksiyonlarda, park ve müzelerde yer alan bir sanatçı. Meslektaşı Ikki Miyake’nin Sonsuzluğun Heykeli (Statue of Eternity)’ne sahip çıkan, bu yazıyı yazmama ve görsellerini kullanmama izin veren Sn. Sesalan’a çok teşekkür ederim.
© Tüm hakları saklıdır.