İranlı yönetmen Cafer Penahi, "Sadece Bir Kazaydı/Un Simple Accident" filmiyle Cannes'da Altın Palmiye Ödülü aldı
28 Mayıs 2025 07:00
Güncelleme: 28 Mayıs 2025 07:05
Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü geçen cuma günü sahibini buldu.
Bu yıl ödül, bir İranlı yönetmenin filmine gitti.
Bana göre ödül bir “Silivri” filmine verildi.
Ama var.
Bugün yoksa da yarın olacak. Mutlaka olacak.
Çünkü bu filmle birlikte Orta Doğu’nun üzerine bir “S.E.S” bombası atılıyor.
Ne demek bu diyorsanız, konuyu baştan anlatayım.
Ödülü İranlı yönetmen Cafer Penahi’nin filmi kazandı.
Filmin adı “Sadece Bir Kazaydı.”
Cafer Penahi, İran sinemasının “Yeni Dalga” yönetmenlerinden.
Filmin konusu ilginç.
Dikkatle okuyalım.
Bir grup kadın ve erkek, aralarından biri bir adamı kaçırınca bir araya geliyorlar.
Bu insanların hepsinin ortak bir noktası var.
Hayatlarının bir döneminde aynı hapishanede yatmışlar ve orada işkenceye uğramışlardır.
Aralarından birinin kaçırıp oraya getirdiği adam, işte o hapishanede kendilerine işkence yapan bir rejim görevlisidir.
Buraya kadar Silivrilileri ilgilendiren bir şey yok.
Ancak filmde bir ayrıntı var ki işte o sadece Silivrilileri değil, hepimizi ilgilendiriyor.
Özellikle de bugün Türkiye’de iktidarı elinde bulunduranları çok yakından ilgilendiriyor.
Filmin kahramanı olan bu kadın ve erkeklerin hepsi İran’ın dünyaca ünlü “Evin” hapishanesinde yatan insanlar.
Nedir ve neresidir bu “Evin” hapishanesi derseniz;
Vikipedia’daki bilgilere bakalım.
İran’da halk arasındaki adı “Zendan-ı Evin’dir…”
Yani “Evin Zindanı…”
İslamcı rejimin siyasi muhaliflerine ve hükümet eleştirmenlerine karşı "ciddi insan hakları ihlalleri" yapmakla ünlü bir yer burası.
Tahran’da “Evin” adlı bir bölgenin yakınında bulunduğu için oranın adı ile anılıyor.
Görünüşte Evin normal bir hapishane olarak hizmet etti. Daha çok tutukluların yargılanmayı beklediği bir yerdi. Ama zamanla tutukluluklar öyle uzun sürdü ki, birçok kişi yargılanmadan önce yıllarca bekledi. Önemli mahkûmlar genellikle tüm cezalarını Evin'de çektiler. İnfazlar Evin'de gerçekleştirildi. Sistem Adalet Bakanı ve “Yüce lider” tarafından atanan başsavcı tarafından denetleniyor.
Anlayacağınız bu hapishane, Şam’da Esad zamanında siyasi muhaliflerin atıldığı Sednaya Hapishanesi’nin tıpkısı…
Her iki hapishane de tipik bir Orta Doğu zindanı.
O nedenle her ikisi de bütün dünyada siyasi muhaliflerin tasfiye kurumu olarak ün kazandı.
Bu hapishane tarifi size bir şey hatırlatmadı mı…
Mesela Silivri’yi…
Önce FETÖ muhaliflerinin, şimdi de İstanbul Seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı ve arkadaşlarının, “tutukluluk” adı altında ceza çektikleri yer.
Artık adı Tahran’daki Evin ve Şam’daki Sednaya ile eşanlamlı görülen cezaevi haline geldi Silivri.
Bu üç cezaevi de birer Orta Doğu baskı ve haksızlık kurumu.
Rejim muhaliflerinin tasfiye ve cezalandırma yeri.
Bir tür “Gulag.”
Yani Stalin’in rejim karşıtlarını topladığı yer gibi.
Siyasî toplama kampı olarak görev yapıyorlar.
İşte o nedenle bu üç cezaevine artık “S.E.S bombası” diyebiliriz.
Silivri-Evin-Sednaya…
İran’ın Evin bölgesi artık işte böyle kararlık ve demokrat dünyada zulüm merkezi olarak bilinen bir kurumun adıyla anılıyor, hatırlanıyor.
Önümüzdeki yıllarda bir Cannes Festivali’nde Silivri ile ilgili bir film kazanırsa hiç şaşırmayalım.
Çünkü Silivri’nin şöhreti oraya doğru gidiyor.
İşte bu nedenle Silivri Belediye Başkanı Volkan Yılmaz, 2022 yılında Adalet Bakanlığı’na dilekçe vererek, Silivri Cezaevi’nin adının değiştirilmesini istedi.
Gerekçesi de işte tam bu “S.E.S” sendromuydu.
“Cezaevinin adı ilçemizin itibarını zedeliyor” dedi.
O tarihte Bakanlık da bu gerekçeyi “HAKLI” buldu ve Silivri Cezaevi’nin adı “Marmara Cezaevi” olarak değiştirildi.
Silivri kurtuldu ama rejimin siyasi toplama kampı olarak görülen bu cezaevi şimdi bütün Türkiye’nin itibarını zedelemeye başladı.
Tür halkının yüzde 60’ından çoğu, seçilmiş insanların bu cezaevine sadece siyasi yasak için gönderildiğine inanıyor.
İktidarın elindeki güçlü medyanın bütün vahşi propagandasına rağmen iki aydır halktaki bu izlenim azalmıyor, tam aksine artıyor.
Cannes’da bu filme ödülü, Juliette Binoche başkanlığında çok prestijli bir jüri verdi.
Bu jüride ABD, Hindistan, İtalya, Fransa, Fas, Kongo, Güney Kore’den üyeler vardı.
Film gösterildikten sonra seyirciler 10 dakika ayakta alkışladı.
Bu aynı zamanda Orta Doğu’nun otoriter “S.E.S” rejimlerine duyulan tepkinin ifadesiydi.
Yönetmen Cafer Penahi de işte bu cezaevinde yatmış insanlardan biriydi.
Ülkesinde 14 yıl film çekmesi yasaklandı.
Kadın oyuncularına başörtüsü takmaları için ağır baskılar yapıldı.
Bir bölümü çareyi yurt dışını gitmekte buldu.
Bir kısmı çekimleri gizli yapmak zorunda kaldı.
Özet olarak…
Orta Doğu’nun otoriter rejimleri artık siyasi rakiplerini ve muhalifleri attıkları cezaevleri ile anılıyor.
Silivri’nin adı, FETÖ savcı ve hâkimleri tarafından kötüye çıkarılmıştı.
Şimdi bugün seçilmiş belediye başkanlarına, siyasi parti başkanlarına yapılan kötü muamele ve hapisle, artık “rejimin siyasi hapishanesi” haline geliyor.
Diyeceğim…
Cannes’dan gelen “S.E.S” bombasının sesini duymayanlar, bir gün o sesin kulak zarlarını patlatacağından emin olmalılar.
Penahi’nin filminde o cezaevine haksız yere gönderilen kadın ve erkekler, kendilerine bunu yapan adamı kaçırıp yüzleşiyorlar.
Madem bugünlerde adalet reformunu konuşuyoruz.
Keşke siyasilerimiz bugünlerde bu filmi izleyip o siyasi yüzleşmeyi kendi kendilerine yapsalar.
Belki bu sayede dünyada hızla yayılan bu karanlık “S.E.S” karesinden Silivri’yi çıkarabilir, ülkemizin hızla bozulan demokrasi, adalet, insan hakları sicilini biraz olsun düzeltebiliriz.
Bunun için atılacak ilk adım da Silivri’yi bir an önce boşaltmak olurdu.
Yoksa bu hapishane dünya kültür ve siyaset literatürüne “Orta Doğu rejiminin seçilmiş insanların yargı darbesi ile hapsedildikleri bir toplama kampı” olarak geçecek.
© Tüm hakları saklıdır.