Gündem

Ertuğrul Özkök: Altılı masadan gelen sitem Şanghay beşli masasına da yakışmaz mıydı?

"Mursi'nin canı Mahsa'nın canından daha mı kıymetli?"

26 Eylül 2022 12:41

Ertuğrul Özkök, eşinin adına gönderme yapan "Tansu'ya Mektuplar" başlığı altında yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazılarında bugün, Şanghay beşlisinin Mahsa Amini'nin ölümüne sessiz kaldığı için eleştirdi. Altılı masadan İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in yaptığı çıkışa ilişkin olarak Özkök, "Hem bir kadın olarak, hem de bir siyasetçi olarak kendisine yakışan çıkışı yaptı." düşüncesini dile getirdi. Özkök, "Küçücük bir sitem bile, Şanghay Beşli Masası'nın, hiç de parlak olmayan insan hakları siciline itibar kazandırırdı… Ama böyle bir devlet olsak, sonra Şanghay Beşlisi'ni, Şanghay Altılısı düzeyine çıkarabilir miydik, işte onu bilemem." yorumunu yaptı.

Özkök'ün "Altılı masadan gelen sitem Şanghay beşli masasına da yakışmaz mıydı?" başlıklı yazısı şöyle: 

Altılı masadan gelen sitem Şanghay beşli masasına da yakışmaz mıydı?

Şanghay beşlisinin sessizliğine değindi.

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener hem bir kadın olarak, hem de bir siyasetçi olarak kendisine yakışan çıkışı yaptı.
İran'da saçını gösterdiği için ahlak polisince öldürülen genç kız Mahsa Amini ve onun için sokağa çıkan bütün kadınlara açık ve net bir destek verdi.
1990'lı yıllarda başı örtülü genç kızların üniversiteye girmesi için en büyük mücadeleyi veren kadınlardan biri olarak da çok yakıştı ona bu tavır. Onu çok daha haklı duruma getirdi.

Erdoğan'a bizi bu utançtan kurtardığı için müteşekkirim

Günlerdir İran'daki olayları büyük bir hüzünle izliyorum.
Hüznümün nedeni tabii ki İran'da başını açma savaşı veren, okullarına başı açık gitmek isteyen kızların dramı.
Aklıma Türkiye'de 90'lı yıllar geliyor.
İkna odaları denilen saçmalıkları hatırlıyorum.
O gün okullarına başı kapalı gitmek isteyen kızların mücadelesini hatırlıyorum.
Türkiye bu saçmalıktan kurtuldu.
Hiç kuşkusuz bunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın büyük rolü oldu.
O nedenle bir laik olarak hiç gocunmadan şunu söylüyorum:
“Erdoğan'a müteşekkirim. O mücadeleyi veren başı örtülü, başı açık genç kızlara müteşekkirim. O kızların mücadelesini destekleyen ve sayısı hiç de az olmayan laik ve seküler insanlara da müteşekkirim.
Onlardan biri de üniversitede hocalarıyla tartışan kızım Gülümsün'dü. Bizi bu saçma başörtüsü utancından kurtardılar…"

O gün o mücadeleyi veren Türk ve Kürt kadınları şimdi 40'larında

İyi de, şimdi aynı hüznü ve saçmalığı İran'da görüyorum.
İçimden şu geçiyor.
Herhalde bu dünyada İranlı kızların başlarını açma mücadelesini en iyi anlayan insanlar, başı örtülü üniversiteye girme mücadelesi veren kadınlardır…
Oralar şimdi 40'lı, 50'li yaşlarına geldiler.
Acaba öyle midir gerçekten…
Çünkü ne yazık ki göremiyorum o dayanışma duygusunu…

Onlara niye konuşmuyorsun demem ama devletime derim

Hayatım boyunca kimseye “Niye bu konuda konuşmuyorsun” deme hakkını kendimde görmedim.
O yüzden görüşünü açıklamadığı için yerden yere vurulan sanatçılara, yazarlara hep sahip çıktım.
Anayasamızın en güzel maddelerinden biridir.
“Kimse inançlarını ve görüşlerini açıklamayla zorlanamaz…”
O nedenle duygumu sadece anonim olarak ifade etmekle yetiniyorum.

Mursi'nin canı Mahsa'nın canından daha mı kıymetli?

Ama bir vatandaş olarak bunu devletimden bekleme hakkım var.
Gazze'de bir çocuğun saçına dokunulsa, Avrupa ülkelerinde Müslüman bir çocuk tokat yese, dünyayı ayağa kaldıran ülkemden, komşudaki bu insanlık dramına karşı sesini yükseltmesini beklerdim.
Yani “kimsesizlerin kimsesi olmak” sadece başını örten kızlar için mi geçerli bir tavırdır…
Arkasında “Müslüman Kardeşler” örgütü olan Mursi'nin hayatı, arkasında kimsesi olmayan, yapayalnız bir genç kızın hayatından daha mı kıymetlidir?
Dışişleri'nin yaptığı açıklamalara baktım bir şey yok.
Sadece Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, NTV'ye yaptığı açıklamada bu konudaki sitemini dile getirdi.
Çok üzüldüm…Sadece kendi adıma değil, başı örtülü üniversiteye girme mücadelesi vermiş bütün kadınlar adına üzüldüm.

Kafam altın çilekli, ejder meyveli Şanghay masasında

Bugün kafam onlarda değil, Şanghay'dan gelen o masa fotoğrafında.
Hani zengin tropikal meyveli, bol bardaklı masada.
Altın çilekli, ejder meyveli, çarkıfelekli( ki asıl adı tutku meyvesidir), mangolu rengarenk masa var ya onu hatırladım işte.
Türkiye'de, devletten olmasa da, altılı masadan İranlı kadın için ses yükseldi.
Üçüncü platformdan, HDP Eş Başkanı Pervin Buldan çok güzel bir çıkış yaptı.
Ama Şanghay'ın beşli masasına bakıyorum…
Kuzuların Sessizliği…
Tabii onları da anlamıyorum.
Başında Uygur meselesi olan Çin mi bir şey söyleyecekti?
Putin Rusyası mı…
Müslümanlarla her gün meselesi olan Modi'nin Hindistan'ı mı..
Azerbaycan, Kırgızistan ve Özbekistan mı…
Zaten masanın bir ucunda da İran Devlet Başkanı oturuyor.
Geriye sadece masanın öteki ucundaki Türkiye kalıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan…

O masada tek düzgün seçim yapan ülkeden küçük bir sitem gelse

Bir düşünün…
O masanın doğru dürüst seçim yapan tek ülkesi Türkiye…
Cumhurbaşkanı'nın bu konuda, bizzat kendi ağzından küçücük bir sitemi, hem Türkiye'ye, hem İslam alemine, hem de yeni oturduğu Şanghay masasına itibar getirmez miydi?
Niye olmuyor öyleyse…
Özgürlüğü sadece başını örtme özgürlüğü olarak mı algılıyoruz?
Yoksa geçenlerde Karar gazetesinde Taha Akyol'un yazısından öğrendiğiniz bir gerçek yüzünden mi?
Meğer, Şanghay Beşlisi, 6 Temmuz 2000'de imzaladığı “Duşanbe Bildirisi” ile, “İnsan Haklarını Koruma Bahanesi ile ülkelerin uluslararası ilişkilerine müdaheleye” karşı çıktıklarını kabul etmişler.

Yoksa biz de Duşenbe Bildirisi'ni imzaladık mı?

Oysa bizim Avrupa Birliği ile imzaladığımız belgelerde böyle bir madde yok.
Kendi devlet pratiğimizde de yok.
Filistin'den Somali'ye, Cape Town'dan Washington'a, nereden bir Müslüman çocuğun saç teline dokunulursa biz kimsesizlerin kimsesiziyiz..
Değil mi?
O nedenle diyorum ki…
Küçücük bir sitem bile, Şanghay Beşli Masası'nın, hiç de parlak olmayan insan hakları siciline itibar kazandırırdı…
Ama böyle bir devlet olsak, sonra Şanghay Beşlisi'ni, Şanghay Altılısı düzeyine çıkarabilir miydik, işte onu bilemem.