Gündem

Erdoğan'ın 'haysiyet yoksunu' dediği Zaman yazarı: Suçlu Başbakan!

Zaman yazarı Ali Ünal, Başbakan Erdoğan'ın kendisine yönelik ağır eleştirilerine ilişkin, "Erdoğan, cinayet çapındaki hataları başkasına yıkıp kurtulmaya çalışıyor' dedi

21 Mayıs 2014 09:10

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, partisinin dünkü grup toplantısında Soma faciasına ilişkin yazdığı bir yazıya atfen Zaman yazarı Ali Ünal için, "Bir başka ahlâksız çıkmış, bunun bir musibet olduğunu, o madencilerin ve bu milletin bunu hak ettiğini söyleyecek kadar şerefini, insanlığını, haysiyetini ayaklar altına alıyor" sözlerine Ünal'dan yanıt geldi. "Başbakan’ın sözleri Hizmet hareketini ve muhterem Hocaefendi’yi de hedef aldığı için cevap yazmak mecburiyetindeyim" diyen Ali Ünal, "Başbakan, 17 Aralık’tan bu yana sürekli yaptığı gibi, doğrudan kendisine dokunan cinayet çapındaki hataları, kanunsuzluk suçlamalarını yine başkalarının üzerine yıkarak, sorumluluğundan kurtulmaya mı çabalıyor?" ifadelerini kullandı. 

Ali Ünal'ın Zaman gazetesinde "Başbakan suçuna suçlu mu arıyor?" başlığıyla yayımlanan (21 Mayıs 2014) yazısı şöyle:

Başbakan, birkaç internet sitesinde okuduğuma göre, hakkımda şöyle konuşmuş: “Bir başka ahlâksız çıkmış, bunun bir musibet olduğunu, o madencilerin ve bu milletin bunu hak ettiğini söyleyecek kadar şerefini, insanlığını, haysiyetini ayaklar altına alıyor.

Niye? Çünkü Pensilvanya’daki örgüt liderini bir elebaşı gibi değil, haşa bir mehdi, mesih gibi görüyor. ‘Ocaklarına ateş düşsün’ dedi ya, zavallı, şükrediyor. Liderinin o bedduasının tuttuğunu, o bedduanın da Soma’da masum madencileri bulduğuna inanıyor. Yazıklar olsun, bırakın milleti, bu toprakları, bu dine yaptığınız ahlâksızca saldırıdan dolayı yazıklar olsun.” Elektronik posta adresime de benzer suçlamalar gelmişti; demek ki, Başbakan’ın sözlerinden kaynaklanıyormuş.

Hakkımda yazılanları takip edip, onlara cevap vererek, lüzumsuz ve fayda getireceğine inanmadığım tartışmalara girmek, hakikatleri tartıştırmak, âdetim değildir. Hakkımda yazılanları da başkalarından öğrenirim. Başbakan’ın yukarıdaki sözlerinden de aynı şekilde haberdar oldum. Ne var ki, Başbakan tamamen haksızca yüklendiği, Başbakan olduğu, suçlamaları bütünüyle çarpıtma olduğu ve en önemlisi, Hizmet hareketiyle münasebetim adına kamuoyunda bir algı bulunduğu ve dolayısıyla Başbakan’ın sözleri Hizmet hareketini ve muhterem Hocaefendi’yi de hedef aldığı için cevap yazmak mecburiyetindeyim.

Önce şunu söyleyeceğim: Üslûb-u beyan, aynıyla insandır.

İkinci olarak, Başbakan, fakire ahlâksız diyor. Ahlâksız kime denir? Dinimizde ahlâksız, hırsıza, soyguncuya, yolsuzluk yapana, rüşvet alana, karşı cinsle dinî kaideler dışında münasebeti olana, yalan söyleyene, sözünde durmayana, söyledikleri ile yaptıkları birbirine uymayana, iftira atana, aldatana, emanete ihanet edene, dürüst olmayana vb. denir. El-hamdü lillâh, doğumumdan bu yana fakirle münasebeti olan, fakiri tanıyan ve kaç değişik müessesede 37 yıldır birlikte çalıştığımız hiçbir kimse şimdiye kadar bunlardan biriyle fakiri suçlamadı, suçlayamadı; bırakın suçlamayı, hep tam tersiyle andılar. Evet, bütün bu ahlâksızlıkların biri, birkaçı veya tamamı kimde, kimlerde var ise ahlâksızlık, o ölçüde ona veya onlara aittir.

Evet, Soma’da 301 vatandaşımızın maden ocağında ölmesi, bütün ülkeyi ilgilendiren bir musibettir; musibet değilse nedir?

Başbakan, “O madenciler ve bu millet bunu hak etti” diye yazdığım iddiasında: Başbakan, ya yazımı okumamış ve eline verilen metni konuşuyor, veya okuduğunu anlamıyor, ya da işine geldiği şekilde çarpıtıyor: Böyle bir musibetin zahirî, bilinen sebeplerinin yanısıra, Kader açısından sebepleri vardır. Bilinen sebeplerine temas ettim: Sorumluların hataları, ihmalleri, yapılması gerekeni yapmamak, alınması gereken tedbiri almamak. Kader açısından sebepler: Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Musa-Hz. Hızır kıssası bize bunu anlatır. Bu sebepleri de şöyle sıralamışım: (1) Umumu ilgilendiren ceza ve musibetlerden millet çoğunluğu sorumludur (Bediüzzaman, 26. Lem’a, “Rüyada Bir Hitabe”). AKP’ye rey verenler çoğunluk değil; dolayısıyla bazı yandaşların iftira attığı gibi, bu musibet sadece “AKP’ye rey verenlerden dolayı geldi” dediğim, apaçık bir iftira. (2) Temsil makamındakilerin hataları (Kur’ân, 2:55; 7:155) (3) Sorumluların kanun nâmına kanunsuz hıyanetleri (Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası). Temsil makamındakilerin hataları konusunda da AKP iktidarının yaptıklarına misaller vermişim. Niye bu tenkitlerime bir cevap yok da, yazdıklarım tamamen çarpıtılıyor? AKP iktidarının bu türden ve bana göre temsil makamındakilerin hataları mahiyetindeki icraatlarına rağmen onlara “Çalıyor ama çalışıyor” anlayışıyla rey verenlerin, musibete Kader açısından sebep verenler içinde olduğuna temas ettim. Çünkü böyle bir tercihin nefsi ruha, cebi, cüzdanı vicdana, mideyi kalbe, parayı ahlâka tercih manâsına geldiğini, Kur’ân’da helâkleri anlatılan kavimlerin fakirlik sebebiyle değil, bu türden tavırlar ve tercihler, misaller olarak da aldatma, ölçüde-tartıda hile yapma, zulüm, zalimlere körü körüne itaat, bol geçimlikle şımarma, fısk, ikazlara kulak asmama sebepleriyle helâk edildiklerini zikrettim. “Zalimlere meyletmeyin, destek olmayın, yoksa size ateş dokunur.” da, yine Kur’ân’ın âyeti (11:113). Bu yazdıklarım doğru değilse, o zaman -haşa- Kur’ân doğru söylemiyor demektir. Eh, böyle bir iddia da, Kur’ân’la alay eden ve hakkındaki rüşvet suçlamaları sebebiyle istifa etmek zorunda bırakılan veya kalan bir bakanın partisinin başkanına da yakışır mı diyeyim?

Soma faciasında vefat edenlere gelince: Bu musibetin Soma faciası kurbanlarını değil, bütün bir milleti, toplumu ilgilendirdiğini açıkça ifade etmiş ve kurbanlar hakkında Başbakan’ın iddialarının tam tersini yazmışım: “Böylesi musibetler geldiği zaman suçlu-masum ayrımı yapmaz (Kur’ân, 8:25). İmtihan, bunu gerektirir. Şu kadar ki, böyle musibetlerde vefat eden mazlum ve masumlar şehid, telef olan malları da sadaka hükmündedir. Soma faciasının mazlum kurbanları da inşaallah şehiddir ve Cenab-ı Allah’ın onlara şehid muamelesi yapmasını, acılı ailelerine sabr-ı cemil vermesini dileriz.”

Kısaca, Başbakan’ın iddiaları, benim yazdıklarımın tam tersi ve tam bir çarpıtma. O zaman, “şerefini, insanlığını, haysiyetini ayaklar altına alan ve ahlâksız” kim oluyor? Başbakan, yazıma sebep olarak da kendisine yakıştırdığı şu sözleri söylüyor: “Çünkü Pensilvanya’daki örgüt liderini bir elebaşı gibi değil, haşa bir mehdi, mesih gibi görüyor. ‘Ocaklarına ateş düşsün’ dedi ya, zavallı, şükrediyor. Liderinin o bedduasının tuttuğunu, o bedduanın da Soma’da masum madencileri bulduğuna inanıyor.” Hocaefendi’nin söylediklerine beddua demek ayrı bir çarpıtma ve iftira. O sözler, dehşetli iftiralar karşısında çaresiz kalan bir insanın bütünüyle hakkı olan apaçık bir mübahele veya muhavelesi: “Hakkımızda söyledikleriniz, yaptığınız suçlamalar bizde var ise Allah bizi, yoksa sizi yerin dibine batırsın!” Âmin! Bu mübahele veya muhaveleye cesaret edemeyenler, âmin diyemeyenler, o sözlere beddua diyerek, ayrı bir iftirayı aylardır seslendiriyorlar. Bu mübahele veya muhavelenin halkla hiç alâkasının olmadığı, bunun doğrudan iktidarın başındakilere yönelik olduğu da apaçık. Böyleyken, onu Soma faciası kurbanlarıyla ilişkilendirmek, ayrı bir iftira. Masumlara müfteriler için de Kur’ân, “Dünyada ve Âhiret’te mel’undurlar” hükmünü veriyor (24:23) ve böylelerinin fâsık olup, herhangi bir konuda şahitliklerinin ebediyen kabûl edilmeyeceğini de beyan buyuruyor (24:4).

Başbakan, 17 Aralık’tan bu yana sürekli yaptığı gibi, doğrudan kendisine dokunan cinayet çapındaki hataları, kanunsuzluk suçlamalarını yine başkalarının üzerine yıkarak, sorumluluğundan kurtulmaya mı çabalıyor? Son cümlesi de, tamamı iftira ve çarpıtma olan suçlamalarına netice olsun: “Yazıklar olsun, bırakın milleti, bu toprakları, bu dine yaptığınız ahlâksızca saldırıdan dolayı yazıklar olsun.”

 

Ali Ünal ne yazmıştı?

 

Musibete davetiye çıkarmak (Zaman-19 Mayıs2014)

İnsan irade sahibi ve dolayısıyla sorumlu bir varlık olmakla, başına gelenler “kader” deyip geçiştirilemez. Aksi halde dünyada da, Âhiret’te de, hukuk ve Allah karşısında da hesap, ceza, mükâfat olmazdı. İnsan, sorumluluk sahasına giren her meselede iradî fiillerinden, hata ve ihmalinden sorumludur ve Kader, takdirinde insanın sorumluluğu ve iradesini de hesaba katar.

 

Bir topluma gelen musibetlerde birinci derecede sorumlular, elbette yapılması gereken ve yapılabilecek olanı yapmayıp, alınması gereken tedbirleri almayıp, musibete sebep olanlardır. Kader, bir toplum hakkında umumî bir musibete hükmederken, toplum çoğunluğunun hata ve zulümlerini de nazara alır ve böylesi musibetler geldiği zaman suçlu-masum ayrımı yapmaz. İmtihan, bunu gerektirir. Şu kadar ki, böyle musibetlerde vefat eden mazlum ve masumlar şehid, telef olan malları da sadaka hükmündedir. Soma faciasının mazlum kurbanları da inşaallah şehiddir ve Cenab-ı Allah’ın onlara şehid muamelesi yapmasını, acılı ailelerine sabr-ı cemil vermesini dileriz.

İkinci olarak, Cenab-ı Allah (c.c.), bir toplumla ilgili hüküm ve icraatında toplumun çoğunluğundan sonra sorumluluk ve temsil mevkiindekilere bakar. Hz. Musa (a.s.), kavmindeki buzağıya tapma ihtilâli karşısında tevbe maksadıyla kavmini temsilen 70 kişiyle Tur’a çıkar ve bu 70 kişi Cenab-ı Allah’ın Hz. Musa ile konuştuğuna inanmak için Allah’ı görme isteğinde bulununca dağ sarsılır. Cenab-ı Allah bunu Kur’an’da anlatırken, bütün İsrailoğulları’na seslenerek, “Böyle yaptınız!” der. Çünkü o 70 kişi, İsrailoğulları’nın tamamını temsil ediyordu. Bundan dolayıdır ki, Hz. Ömer (r.a.), “Dicle kenarında bir koyunu kurt aşırsa İlâhî adalet, bunu Ömer’den sorar.” der ve bir kıtlık yılında alnını secdeye koyarak, “Allah’ım, benim günahlarım sebebiyle Ümmet-i Muhammed’i cezalandırma!” diye inler. Hz. Bediüzzaman da (r.a.), “Memur (sorumlu) olup da kanun namına kanunsuz hıyanet eden, ilişen, o memlekete, o biçare ahaliye bir umumî tokada vesile olur.” diye yazar.

Bugün Türkiye’de bir başbakan ve hükümeti var ki, tatminsiz bir hırsla belki tarihin en büyük, en kapsamlı yolsuzluk ve rüşvet bataklığına düşme suçlamasına muhatap; ve bunu örtmek için, dünyanın her tarafında hiçbir ferdi yolsuzluk, hırsızlık, zina, fuhuş gibi fiillerle anılmamış yüz binlerce mensubu bulunan masum bir Cemaat ve onun masum ve mazlum bir rehberine her gün tarihte eşine rastlanmadık yalan ve iftiralarla hücum ediyorlar; bununla kalınmıyor, görevlerini hakkıyla yapmaktan başka suçu olmayan binlerce Emniyet ve Yargı mensubu, memur ve bürokrat, zulüm üstüne zulme maruz; hukuk, “Sen yap, kanununu ben çıkarırım!” tavrına emanet. Vatandaşı tokatlayan, azarlayan Başbakan’ın, yerdeki vatandaşı tekmeleyen müşavirinin yüzlerinden okunduğu üzere, tarifi imkânsız bir kin ve düşmanlık, kalb katılığı ve kibir, vicdanları esir almış. Bütün bunları asla hata kabul etmezlik enaniyeti içinde savunan parti sözcüleri, mensupları ve bütün bunlar karşısında lâl kesilmiş, hattâ destekçi hocalar, kanaat önderleri, Diyanet görevlileri. Ve Kur’ân, helâk edilen kavimlerin aldatma, ahlâksızlık, ölçüde-tartıda hile yapma, zulüm, zalimlere körü körüne itaat, bol geçimlikle şımarma, fısk, ikazlara kulak asmama gibi sebeplerle helâk edildiğine vurgu yaparken, nefsi ruha, cebi, cüzdanı vicdana, mideyi kalbe, parayı ahlâka tercihten başka manâya gelmeyen “Çalıyor ama çalışıyor”la böyle bir iktidarı tercih edenler. Allah buyuruyor: “Zulmedenlere destek olmayın; yoksa size ateş dokunur.” Evet, Hocaefendi’nin duasıyla, “Allah, ülkemizi başka ve daha büyük felâketlerden korusun.”

 

Erdoğan'ın eleştirileri

 

 

“Bir başka ahlâksız çıkmış, bunun bir musibet olduğunu, o madencilerin ve bu milletin bunu hak ettiğini söyleyecek kadar şerefini, insanlığını, haysiyetini ayaklar altına alıyor.

Niye? Çünkü Pensilvanya’daki örgüt liderini bir elebaşı gibi değil, haşa bir mehdi, mesih gibi görüyor. ‘Ocaklarına ateş düşsün’ dedi ya, zavallı, şükrediyor. Liderinin o bedduasının tuttuğunu, o bedduanın da Soma’da masum madencileri bulduğuna inanıyor. Yazıklar olsun, bırakın milleti, bu toprakları, bu dine yaptığınız ahlâksızca saldırıdan dolayı yazıklar olsun.” Elektronik posta adresime de benzer suçlamalar gelmişti; demek ki, Başbakan’ın sözlerinden kaynaklanıyormuş."