Yaşam

Bizim eskimiz neden çirkin?

Ağlarken neden dedemin pipo takımı kadar insanların da yıllandıkça güzelleşip, cool kalamadıklarını sordum kendi kendime

21 Eylül 2018 03:00

Damla Yur

Eski her şeye karşı gereksiz bağım vardır uzun zamandır. Koleksiyonerlikten bozma hurdacıdan çalma diye ifade etmek yersiz sayılmaz bu bağımlılığı. Yurt dışına gelmeden önce ailemin Çeşme’deki evinin bir odasına özenle yerleştirdiğim 60’lardan kalma daktilo ya da 40’lardan  kalma yandan çevirmeli jandarma telefonu kadar antika değil tabii bunların hepsi. Babaanemin çeyizinden kanaviçe ya da dedemin pipo seti gibi aile bağı yüksek parçalarla sınırlı olduğunu da söyleyemem. Muhabir olarak gittiğim Hatay, Reyhanlı’dan elime tutuşturulan sempatik bir yemeniden, Paris’teki ikinci el dükkanından bulduğum bir porselen bebeğe kadar alakasız parçalardan bahsediyorum. O çocukken çok sevdiğim fakat büyüyünce asla aynı dili konuşamadığım çocukluk arkadaşımın doğum günüm için aldığı şirin müzik kutusu da, eski sevgilimden hatıra antipatik bir peluş ayıcık da dahil bu koleksiyona. 15’li yaşlarımda amatör ruhumla yaptığım o şirin yağlı boya tablolarının arkasındaki İngilizce şarkı sözleri kadar arabesk, ilk aşkımla geçirdiğim doğum günüm sonrası yazdığım dizeler kadar masum parçalar da. Gabriel Marquez’in 1974 tarihli Türkçe ilk baskısı olan pırıl pırıl koruduğum Yüzyıllık Yalnızlık eseri kadar sarı yapraklı eski kitaplar da, altı kırmızı kurşun kalemle çizili cümleleriyle Elif Key’in Bize İki Çay Söyle kitabı gibi yeni kitaplar da. Belleğimle yarışan mini gazete arşivim de. Abdi İpekçi’nin Milliyet’inden, herkesin Cumhuriyet’ine sayfalar da…  

Somut olarak saklamaya çalıştığım eskiler bunlarken bir de zihnimdeki eskiler var. Anneme, babama emanet etmeden yanımda dünyanın bu ucuna kadar sürükleyebildiğim eskiler. Bazen bir kokuyla, bir ritimle bazen bir görselle, tatla hatırladığım eski anlar, anılar... Çöpe atmaya kıyamadığım o parçaların aksine beynimden kolayca atamadığım beni yaralayan anlar, alzheimer olur unuturum diye korkup oraya buraya not aldığım şahane anılar var zihnimde. Kendi hayatımı tamamen unutup başkalarının hayatlarına odaklanarak 5 yıl yaptığım muhabirlik dönemimin hikayeleri var örneğin belleğimde taşıdıklarım arasında. Başka kadınların acıları, çocukların umutlu gülüşleri var. Sonra İstanbul’daki eski mahallemin sokak kedileri ile yaşlı teyzelerinin parfümlerinin karışımı bir koku var burnumda. İzmir, Alsancak’da ilk içtiğim sigaranın karanfil  tadı var damağımda. Çeşme, Dalyan Yat Limanı’nda karşıya bakarak kurduğum büyümesini hiç istemediğim düşlerim var. Dahası geçen yıl kaybettiğim köpeğimle Moda sahilde koşulmuş kilometrelerin hatrı var.

Başarılarım, başarısızlıklarım, vazgeçişlerim; göz yaşlarım, kahkalarım, şaşkınlıklarım var. Bir daha hiç görmediğim simalarla birlikte eski dostlarım, arkadaşlarım, aşklarım, hazlarım, sevmelerim, sevişmelerim var.

 

Geçtiğimiz yıl yaz aylarında eskilerimi ziyarete Çeşme’deki odama gittiğimde hepsinin yerli yerinde güzelliklerine 1 yıl daha katmış zerafetle beni selamladıklarını fark ettim. Somut her şeyin keyfi yerinde bana da keyif vermeye devam ederken; benim her yere taşıdığım hatıralarımın özneleri ne yazık ki artık o kadar zarif değildi. Kapitalist dünyanın içine gömdüğü dostlarımın gereksiz ve ucuz hırsları başı çekerken; bir yerlerden gidemeyip kalan, kısamasa da uzamayanların aşağılık ve üstünlük kompleksi ciddi bir hayal kırıklığı yaratıyordu. Başarıları birlikte kutlayıp kadeh tokuşturduklarımızın birbirlerinin kafasına kadeh fırlatacak düşmanlığa gelmesi en anlaşılmaz olandı. Herkesin anlatıp, kimsenin dinlemediği bir düzende yorgunluk, bitkinlik, bıkkınlık ve en acısı da umutsuzluk tahammül edilemezdi. Tüm negatifliklere rağmen dönerken ağladım… Ağlarken neden dedemin pipo takımı kadar insanların da yıllandıkça güzelleşip, cool kalamadıklarını sordum kendi kendime.  

 

Bu yaz başka insanlar, hikâyeler, sokaklar keşfi isteğimle eskilerimi ziyarete gidemedim. Bu sebeple de geçenlerde annemden eskilerimin bir fotoğrafını istedim. Naifliğiyle beni bekleyen eşyalar yerli yerinde hala güzelken; insanlar yine her geçen gün çirkinleşmeye devam ediyor.

Eski çarşımda yaratılan liboşlar, faşist Kemalistler, FETÖ’cüler…

Bir başka mecrada soyguncusuna aşık olan Stockholm sendromlular.

Kadınlara, lezbiyenlere, translara, Yahudilere, Kürtlere düşman tweetler,

anneye babaya hâlâ selam söyleyen 60 yaş üstü Facebook postları,

ve en çok ben eğleniyorum çekişmesindeki kompleksli Instagram fotoğrafları ve videolarıyla büyük resmi uzaktan anlamakta zorlanırken, bizim eskimizin neden bu kadar çirkin olduğunu algılayamıyorum.