Çağdaşımız Orhan Veli

“Bu yeni Orhan Veli derlemesi, eskilerin bir bohem romantiği olarak Orhan Veli'den öte, günümüzdeki sese çok yakın duran, birçok damardan günümüz edebiyatını etkilemiş, çağdaşımız bir Orhan Veli’yi de gösteriyor. Nostaljik değil, ‘şimdi ve burada’ bir derleme.”

05 Ocak 2023 13:01

Orhan Veli, Sait Faik’le beraber bizim edebiyatta bohemin, aylağın, feylozof bir serseriliğin, varoluşçu bir dağınıklığın ve modern bir ‘köksüzlüğün’ en cool ifadesidir herhalde.[1] Sadece yazdıklarıyla değil, yaşam biçimi, ‘olayları’, kavgaları ve ele avuca sığmaz karakteriyle de bir ‘bohem serseri’dir. Yazdıklarına gelince, hem Orhan Veli hem de Sait Faik, en basit ifadesiyle, materyalist ve minör olanı, ‘sıradan’ insanı ve şehrin gündelik ritmini modern bir üslupla yazıya dahil ettikleri için çok önemlidirler. Belki de Türkçe edebiyattaki ilk moderni temsil ederler, modernizm ‘tartışmaları’ ve bazen de hezeyanları sergileyen Tanpınar gibi ‘majör’ yazarlar, modernin nabzını devrimci ihtimaller üzerinden tutan Nâzım Hikmet gibi ‘avangard’lar ve Dadaizm gibi ‘yabancı cereyanları’ ülkeye pasaportsuz sokan Ercüment Behzat Lav gibi deneyselcileri saymazsak.[2]Şunu açıkça söyleyebilirim: bu iddiasızca, adını söylemeden açtıkları ‘modernite’ kanalı ve hem müdanasız hem de mübalağasız yarattıkları ‘modernist estetik’le hem Orhan Veli hem de Sait Faik’in bundan yetmiş seksen yıl önce yazmış birer eski figür değil, çağdaşımız olduğunu düşünüyor ve hissediyorum.

Geçen yıl Ablamı Tanımazsın adıyla yeni bir Orhan Veli seçkisi yayınlandı; Orhan Veli’nin bu bahsettiğim ‘çağdaş’ halini çok iyi yansıttığı için bu kitabı 2022’nin en önemli kitapları arasında sayıyorum. Cihat Duman’ın bir sonsöz de yazarak yayına hazırladığı ve Memed Erdener’in çizimleriyle eşlik ettiği bu yeni seçki, Orhan Veli’yi bir nostalji figürü olmaktan çıkarıp, nasıl ve neden ‘çağdaşımız’ olduğunu, bugün nasıl okunabileceğini çok iyi gösteriyor. Uzun zamandır aklımın bir kenarında bekleyen “Orhan Veli’ye dair bugünden bir yazı yazma” fikrini de harekete geçirdiği için şahsen de önemli bir kitap oldu benim için.

Modernin keşfi

Türkiye’de birçok şey gibi, modernizm meselesi de önce ve en çok edebiyat üzerinden tartışıldı. Modernizm diye yazdığım her şeyi Batılılaşma ya da çağdaşlaşma diye de okuyabilirsiniz. Bütün bir Tanzimat romanı ve erken Cumhuriyet edebiyatının asıl meselesi bir çağdaşlaşma, Batılılaşma, geleneği terk edip ‘modernite’ye girme tartışmasıdır. Modernite tartışmalarındaki en kritik noktalardan biri de ‘gündelik hayat’ denen şeyle ne yapılacağıdır: Bilhassa da şehirdeki, modern ‘metropoldeki’ kalabalık ve anonim gündelik hayat. Aristokrasinin ve eski ‘epik’ kahramanların yerini alan sıradan insan ve küçük kahramanlar, ya da ‘sokaktaki insan’ edebiyata bütün basitliğiyle (ve aslında bir yandan da gündelik karmaşasıyla) girdiğinde, birçok Batı edebiyatında ‘modern’ edebiyat da başlamış oldu. Gogol’un ‘Palto’su bunun en meşhur örneğidir. Dostoyevski’nin o meşhur “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” lafı da bu gündelik ve sıradan olanın anlatılmasının kritik önemiyle alakalıdır, malumunuz.

Orhan Veli ve ‘Garipçiler’ bu ‘küçük insan’ı ve küçük kavramları, epik yerine sıradan, majör yerine de minör olanı şiire, türlerin en ‘epik’ olanına sokmaları nedeniyle bir ‘şok’ etkisi yaratmışlardı. Zamanında Cemil Meriç (geleneğin ve ‘yerli milli’nin o zeki savunucusu) Orhan Veli ve arkadaşlarının şiiri için şu efsane benzetmeyi yapmıştı:

“Sevimli ama gülünç ve zavallı. Kartaldan çok bir kümes hayvanına benziyor bu şiir… Orhan nesli yeni fetihlere koşmadı. Fikret’in, Hamit’in, hatta Haşim’in kanat çırpışları yok onlarda... Hangi batı, hangi yenilik? Bir cüceler edebiyatı. Bir mikro edebiyat.”

Cemil Meriç’in bu yergileri, aslında Garip’i övmek için de kullanılabilirdi. Evet, Meriç Bey, bir ‘cüceler edebiyatı’. Evet, bir ‘mikro edebiyat’. Bence enfes tespitler bunlar: Karşısındakini yerme niyetiyle yazılmışken tam da ‘modern’i tanımlayan ve kendi ‘modern-olmayışını’ ele veren tespitler. Cemil Meriç’in yaptığı bu ‘eleştirileri’ zaten Orhan Veli ve arkadaşları bir savunu olarak, bir manifesto olarak yazmışlardı. Meriç’in majör kanat çırpışı dediği şeyi hafifseyerek, alaya alarak ve ‘şairane’ diye adlandırarak, şiiri şairane olandan kurtarmayı ve gündelik olana yaklaştırmak gerektiğini savunmuşlardı, şöyle:

“Şiire yeni bir dil getirme cehdi işte böyle bir kurtulma arzusundan doğuyor. ‘Nasır’ ve ‘Süleyman Efendi’ kelimelerinin şiire sokulmasını hazmedemiyenlerse şairâneye tahammül edebilenler, hattâ onu arayanlar, hem de bilhassa arayanlardır. Halbuki eskiye ait olan her şeyin, her şeyden evvel de şairanenin aleyhinde bulunmak lâzım.”

Nasır gibi ‘nahoş’ bir kelimenin ve Süleyman Efendi gibi ‘sıradan’ bir figürün şiire, yazıya, edebiyat denen (Orhan Veli’nin enfes ifadesiyle) ‘kayıt sistemi’ne dahil edilmesi radikal bir kırılmaydı, modern bir kırılma. Geleneğin heybetli ve (metafizik) gövdesini rahatsız eden bir küçük ama kuvvetli darbe.

Burjuvanın gidişi, prekaryanın gelişi

Cihat Duman’ın hazırladığı seçki her şeyden çok bu ‘gündelik hayat’ kaydını, küçük ama kuvvetli darbeyi hissettiriyor, dolayısıyla da Orhan Veli’nin neden bir ‘modern’ olduğunu. Duman şöyle demiş düştüğü bir şerhte:

“Epik şiirin kusursuz kahramanı gider, yerine nasırından mustarip Süleyman Efendi gelir. Bu geliş dönemin şiir dünyasında skandal olmuştur.”

Bu skandalın ‘sınıfsal’ bir yönü de vardır tabii ki… Yoksul Süleyman Efendi’nin ‘nasır’ının şiirin süslü salonlarına girmesi bir sınıf savaşıdır bir yandan, ya da sınıfsal bir intikam. Orhan Veli dil ve sınıflar arasındaki bağın gayet farkındaydı ve eski ‘müreffeh’ sınıfların, yani burjuvazinin dilinden de, beğenisinden de, şiirinden de kurtulmak gerektiğini ilan ediyordu; burjuvazi yerine ‘işçi sınıfı’ ya da çalışanlar ya da yoksullar ya da bugünkü terimle ‘prekarya’nın dilini taşıyacak bir şiiri öneriyordu. Garip ‘manifestosu’ndan uzunca alıntılıyorum, yüksek sesle okuyunuz:

“Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe yaramamış olan şiirde, bu değişmiyen taraf; müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş olmak şeklinde tecelli ediyor. Müreffeh sınıfları yaşamak için çalışmaya ihtiyacı olmayan insanlar teşkil ederler. O insanlar geçmiş devirlerin hâkimidirler… Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir… Yapıyı temelinden değiştirmelidir. Biz senelerden beri zevkimize, irademize hükmetmiş, onları tâyin etmiş, onlara şekil vermiş edebiyatların, o sıkıcı, o bunaltıcı tesirinden kurtarabilmek için, o edebiyatların bize öğretmiş olduğu her şeyi atmak mecburiyetindeyiz.”

Ne kadar ‘çağdaş’ bir talep, öyle değil mi? Buradaki ‘çalışan’ ya da ‘yoksul’ sınıf tasviri, misal Nâzım Hikmet’teki gibi dünyayı titretebilecek ‘epik’ bir proleter değildir: Daha küçük, daha sıradan, daha ‘minör’ bir sestir ve böyle olduğu için de daha ‘modern’dir. Orhan Veli şiiri sokağa çıkarmak ya da sokağı şiire getirmek gibi çok önemli bir şey yapmış ve böylece modernin yollarını hazırlamıştı. Kitabı derleyen Cihat Duman’ın zekice gözlemlediği gibi:

Orhan Veli olmasa kamyon arkasına yazı yazma, Türkiye’de reklamcılık, seçim propagandası, İkinci Yeni, günümüz şiiri gibi Türkmodern şeyler ol-maz-dı.”

Orhan Veli bu radikal girişimleriyle, bir nevi Gogol’un Palto’su gibi bir şey yapmıştır. Ama sadece yazmak da değil, o yırtık palto hikâyesinin ta kendisi de olmuştur. Orhan Veli’nin kendisini de paltosu delik yoksullar ya da ‘prekarya’ içinde gördüğünü hem şiirlerinden (mesela Oktay’a Mektuplar gibi bohem hava ve yoksulluğun iç içe geçtiği metinler) hem de yaptığı bir otoportreden görebilirsiniz. Birkaç yıl önce Levent Yılmaz tarafından bulunan ve ‘Şairler Neden Resim Yapar?’ adlı sergiye de dahil edilen bu otoportrede Orhan Veli zayıf, derbeder, mahsun, çıplak ve açık bir yoksulluk içindedir. Hatta yoksulluk ‘yaraları’ içinde. Portrenin altında ‘Cep delik cepken delik’ şiiri de yer almaktadır.[3]


Memed Erdener, Cihat Duman

Orhan Veli öldükten sonra Ece Ayhan şöyle demişti: “Orhan Veli ceketsiz öldü.” Yoksul, mülksüz, mevkisiz, gelenekselsiz, rütbesiz diye çoğaltabilirsiniz bunu. Bu hem reel hem mecazi ceketsizliği de çağdaşlığının bir işaretidir. Çok sonraları belki Hayalet Oğuz’da, Arkadaş Z. Özger’de, Küçük İskender’de, bu ‘ceketsizlik’ tespitini yapan Ece Ayhan’ın ta kendisinde ve bilumum bohem edebiyatçıda vücut bulan bir uyumsuz çağdaşlık.

Enternasyonal bakış

Bu yeni Orhan Veli derlemesinin arka sayfasında şu şaşırtıcı alıntı yer alıyor:

“Şu dünyada topu topu iki milyar kişiyiz, birbirimizi biliriz.”

Orhan Veli denince aklımıza genelde bir ‘İstanbul’ şairi gelir: aylaklık, rakılar, meyhaneler, yürüyüşler, denizler, balıklar, şişeler, güzel havalar, vs. Ama bu derlemenin hatırlattığı daha ‘enternasyonal’ bir Orhan Veli de var; dünyada kaç kişi olduğumuzu hatırlatıp, dünyaya dair bir şiir yazabilen bir Orhan Veli. Bu dizenin geçtiği “Bayrak” adlı şiirin (derleyenin bir şerhte belirttiği gibi) “İkinci Dünya Savaşı’nın hayret ve dehşetiyle” yazılmış olması muhtemel. Orhan Veli burada savaşta yaralanan bir ‘düşman-askere’ sesleniyor ve “belki de tanırsın beni” dedikten sonra mevzuyu bu harika dizeye getiriyor: “Şu dünyada topu topu iki milyar kişiyiz, birbirimizi biliriz.” Böyle bir anti-militarist, enternasyonal ve ironik bakış gereği de Orhan Veli çağdaşımızdır ya da olmalıdır. 

Çağdaş panik ataklar

Orhan Veli’nin neden çağdaşımız olduğunu açıklayan bir başka damar için de kitapta ‘Panik’ adı altında toplanan şiirlere bakabilirsiniz. Derleyen şöyle bir not düşmüş:

“İkinci kısımda günümüzün meşhur hastalıklarından biri olan panik atağı mevzu edinen şiirler toplandı.”

Evet burada ‘günümüze’ çok yakın duran, kaygılı, varoluşçu, yabancılaşma izleri taşıyan, panik ataklar geçiren bir ses var, gayet çağdaş bir ses. Mesela “Odamda” adlı şiirdeki şu ifadeler:

Ve delirmenin tatlı vehmini
Sessizlik odama dolduruyor.
Kargam hâlâ başımda duruyor
Bulmakçün beyin cehennemini.

Orhan Veli’nin Garip manifestosunda psikanaliz ve ‘bilinçaltı’ndan, bilinçaltını açığa çıkarmaktan, bunu yapan sürrealistlere yakınlığından bahsettiğini de hatırlayalım ve buradaki psikanalitik çağdaş sesi bir kenara kaydedelim.

***

Velhasıl, daha fazla uzatmadan şunu söylemek isterim: bu yeni Orhan Veli derlemesi eskilerin bir bohem romantiği olarak Orhan Veli'den öte, günümüzdeki sese çok yakın duran, birçok damardan günümüz edebiyatını etkilemiş, çağdaşımız bir Orhan Veli’yi de gösteriyor. Nostaljik değil, ‘şimdi ve burada’ bir derleme. Memed Erdener’in çizimleri de çağdaş, sessiz ve biraz da demonik bir gölge gibi kitap sayfalarında dolaşıp, kitabı biraz daha ‘bugüne’ taşıyor. Orhan Veli’yi bugünden okumak isteyenlere hararetle tavsiye olunur.

 

NOTLAR:


[1] Bu ‘köksüzlük’ tabirini zamanında Tanpınar, Sait Faik için kullanmıştı. Edebiyat Dersleri içinde yer alan “Yalnız Adam Tipi” adlı yazısında şöyle diyor: “Yalnız adam Sartre’ın La Nausée romanındaki tiple başlar: Bu adam kainatı beğenmez, kainattaki yerini bulamaz… Sait Faik’teki yalnız adam biraz bunlarla ilgilidir… Sait köksüzün içindedir.” Övüyor mu yeriyor mu, takdir sizin.

[2] Türkçe edebiyatta ‘modernizm’e dair burada bahsedemeyeceğim kadar kapsamlı ve iyi bir tartışma için bkz. Yalçın Armağan, İmkânsız Özerklik: Türk Şiirinde Modernizm, İletişim Yayınları.

[3] Bu otoportrenin bulunma hikâyesi için bkz. "Orhan Veli'nin otoportresi", K24.