Sembollerle inşa edilmiş politik bir masal: Sırça Köşk

“Sırça köşk, tepe, meydan, başşehir, bodruma kapatılma, dil, beyin, göz, koyun kavramları anlatının iletilerini taşıyan birer simgedir. Tarih boyunca görülen ezen-ezilen çatışması Marksist bir anlayışla yazar tarafından esere aksedilmekle birlikte anarşist düşünceden esinlenildiğini gösteren noktalar da öne çıkmaktadır.”

26 Ocak 2023 12:14

“Saraylar saltanatlar çöker
Kan susar bir gün
Menekşeler de açar üstümüzde
Leylaklar da güler
Bugünlerden geriye
Bir yarına gidenler kalır
Bir de yarınlar adına direnenler”
                          (Yücel, 2014, s. 64)

Sırça Köşk, öyküyle aynı adı taşıyan kitabın “Masallar” bölümünde yer alan bir anlatıdır. Sabahattin Ali’nin ölümüne yakın bir tarih olan 1947’de yayımlanmıştır. Anlatının yazılma tarihi ise 1945’tir. Yazarın öldürülmesine giden süreçte bu eserin provokasyona yol açıp açmadığı tartışma konusu olagelmiştir.

Masalların dil özelliklerinden olan rivayet edilen geçmiş zaman eki “-mış/-miş” Sırça Köşk’ün dilinde önemli bir role sahiptir. Anlatıya konu olan olay, ihtiyarlar tarafından genç kuşaklara aktarım yoluyla ulaşmaktadır. Zaman ve mekânın belirli bir koordinata sahip olmaması, olayların bir zamanlar adı bilinmeyen bir ülkenin başşehrinde geçmesi yine masalların bir özelliğinin bu metne yansıması olarak dikkat çekmektedir. Mekân olarak başşehir seçilmesi devlet bürokrasisinin ve gücün ülkenin başkentinde toplanması, yönetimin komuta merkezi olarak bir yerde konuşlanması, merkezden çevreye doğru ülke sınırlarında iktidarın gücünü tesis etmesi açısından önem arz etmektedir.

Boş gezmeyi seven ve bir işte tutunamayan üç arkadaşın kendilerine gidecek bir yer ararken “yüksek” bir tepeden bu şehre bakması hiyerarşik yapılanmaya bir göndermedir. Bu üç arkadaş daha sonra bu şehirde kurulacak yönetimin tepesinde yer alacaktır. Üç arkadaştan birinin aklına gelen bu şehre bir sırça köşk yapıp ömür boyu bolluk içinde yaşama fikriyle diğerlerini peşinden sürükledikten sonraki aşamada bu mucit artık “elebaşı” adıyla yeni bir statüye kavuşur. Elebaşının ahbaplıktan çete liderliğine yükselişiyle diğer iki ahbap onun komutasına girmeye başlar. Anlatıdaki ilk hiyerarşik yapı ahbaplar arasında gerçekleşir.

Ahbapların indiği şehirde işleyen toplumsal düzen ise komün yaşamına uygun biçimdedir. Pazarların kurulup takasların yapıldığı, efendisiz ve aracısız halkın kendi kendini yönettiği, üretimin imece usulü gerçekleştirildiği, dargınlıkların halkın seçtiği arabulucularla çözüldüğü, efendi ve yöneticilerin olmadığı, herkesin üretime katıldığı, zorbalığın ve şiddetin olmadığı, dikey ilişki yerine yatay ilişkinin hâkim olduğu hiyerarşisiz bir sistem bu şehirde işlemektedir. Şehir yaşamında kadın cinsiyetiyle ilgili bir ifade geçmeyip dinî inanış konusunda bir bilgi de verilmemektedir. Bu noktada belirtilmesi gereken hususlardan biri eril bir düzenin şehre hâkim olduğudur, çünkü anlatıda kadınların toplumsal hayatın içinde olduğu bir düzen betimlemesi yapılmamaktadır. Toplumsal üretim ve eylemlerde erkekler söz sahibi olarak öne çıkmaktadır.

Ahbaplar aralarında anlaştıkları şekilde şehrin sokaklarını ve o gün kurulan pazar yerini gezerken etrafa şaşkın şaşkın bakıp ne tuhaf bir şehre geldiklerini çevredekilerin duyacağı şekilde söylerler. Peşlerine takılan kalabalık yabancıların bu şaşkınlığını anlamak için onlara şaşırdıkların şeyin ne olduğunu sorar ve ahbaplar da bu şehirde bir sırça köşk bulunmadığını söyler. Şehir ahalisi sırça köşkün ne olduğunu bilmediğini ifade edince ahbaplar da sırça köşkün olmadığı bir şehirde durulmayacağını, köşkün olduğu şehre gitmek gerektiğini söyler. Halkta sırça köşke uyanan merak duygusu, medyanın reklam diline örnek teşkil eder. Lüksle ihtiyaç arasındaki sınırı kaldırıp lüksü ihtiyaca dönüştüren kapitalizm reklamlar aracılığıyla –tüketiciye indirgenen insanlar arasında– tüketime yönelik rekabet oluşturur ve satılmaya çalışılan ürünün zaruri bir ihtiyaç olarak algılanmasına yol açar. Anlatıda bu durum halkın şu cümlelerinde açığa çıkar: “Canım, neymiş bu sırça köşk? Anlatın bakalım, pek lüzumlu bir şeyse belki biz de yaparız! (…) Bizim başka şehirlerden ne diye noksanımız olsun? Mademki bu kadar lazımmış, hadi hep beraber şu sırça köşkü yapıverelim!” (Ali, 2021, s. 137-138). Halk sürdürdüğü üretim biçimi olan imece usulüyle bu merak ettiği sırça köşkü yapmak istese de elebaşı buna müsaade etmez, çünkü bunu yapmanın o kadar kolay olmadığını, masraf ve malzeme istediğini, mimarlığı da kendilerinin yapacağını belirterek halkı ikna ederler. Halkın sırça köşk inşaatında yetkiyi bu üç ahbaba devretmesi işe yabancılaşmanın ve otoritenin inşa edilmesinin yolunu açar. Üç ahbabın bilgi iktidarı oluşturması da kurulacak hiyerarşinin önemli bir veçhesini oluşturur. Sırça köşkün yapımı için gerekli malzeme ve işçiyi halk verir ve köşk şehrin en büyük meydanında inşa edilir. En büyük meydana sırça köşk yapılması yeni bir yönetimin oluşacağının, bu yönetimin yatay değil, dikey bir ilişkiyle halkın üzerinde olacağının ve merkezî bir yönetim kurulacağının işareti olarak okunabilir. Köşkün yüksek bir tepede yer alması aynı zamanda halkın içinde yer almadığını da göstermektedir.

Sırça köşkün yapılması için halkın yediğinden içtiğinden keserek masraf etmesi kapitalizmde ihtiyaç dışı tüketim uğruna insanın sistem tarafından sömürülmeye kendini ikna etmesi açısından yorumlanabilir. Sömürülmenin baskıyla değil, rıza üretimiyle gerçekleşmesi sistem açısından tehdit unsurunun ortadan kalkmasının yolunu açmaktadır. Bu bağlamda halkın, memleketin şanına yakışan şekilde bir sırça köşke sahip olduklarına sevinmesi anlamlı hale gelmektedir; sırça köşkün ne işe yaradığı konusunda henüz bilgi sahibi değildirler. Bu konudaki bilgisizlik halkın iktidarın doğasına ve kendi inşa ettiği yapıya karşı gelişen yabancılığını açığa çıkarmaktadır. Sırça köşk yapıldıktan sonra burada ahbaplar ve onların yardımcıları oturur. Anlatıda geçen “Az sonra sırça köşkten emir çıkmış: ‘Bir kat daha çıkmak lazım. Burası hem bize hem hizmetimize bakanlara dar geliyor” (Ali, 2021, s. 138) ifadesinde dikkat çeken iki nokta vardır: İlki, köşkün mimarlığını üstlenen ahbapların emir çıkararak halk üzerinde yönetici konuma gelmeleridir. Bu emir verme durumu, şehre hâkim olan komün düzeninde açılan bir gediktir. Halk için yeni bir durum yaşanmaktadır. İkincisi ise sırça köşkte yaşayan ahbapların hizmetine girenlerin halktan insanlar olmasıdır. Aracısız ve efendisiz yaşamını sürdüren halk artık efendilere sahiptir.

Sırça köşke ikinci katın çıkması için yiyecekler, koyunlar ve malzemeler getirilir. İkinci kat inşa edilince halkın arasından seçilen yeni hizmetkârlar sırça köşke yerleştirilir. Köşke yerleşen halktan kişiler üretmeden hayatlarını sürdürmeye alışınca sırça köşkün epey lüzumlu bir şey olduğuna hemşerilerini ikna etmek için uğraşır. Tıpkı sömürgelerde olduğu gibi yönetime halktan kişilerin/yerlilerin getirilmesi sömürüyü pürüzsüz hale getirmek için önemli bir taktiktir. Sırça köşke yeni katlar çıktıkça halktan insanlar da köşkte yer kapmak için uğraşır. Halk da sırça köşkü doyurmaktan perişan hale gelir. Halk homurdanmaya başlar ve sırça köşke gider. Elebaşı onlara sırça köşkün işleyişinden ve her odanın görevinden bahseder:

“‘İşte’ demiş, ‘şu odada ben otururum, sırça köşkün başında ben varım, bensiz bu iş yürür mü? Ben olmasam sırça köşkünüz olur muydu?.. Şu odalarsa başyardımcılarımızın… Ta gurbet ellerden gelip sizi sırça köşke kavuşturduk, biz idare etmesek ne köşk kalır ne siz kalırsınız.’

Halk:

‘Pekâlâ’ demiş, ‘ama bir sürü ayakçının ne lüzumu var? Mesela şu odadaki ne iş görür?’

‘O mu? Ne diyorsunuz? Sırça köşke giren malların hesabına o bakar, bu malları toplayanların başıdır. O olmasa hiçbiriniz verdiğinizin nereye gittiğini bilemezsiniz. Buna gönlünüz razı olur mu?’

‘Eee… şu odadaki?’

‘Sırça köşke zamanında mal göndermeyenleri, noksan mal gönderenleri, sırça kökün kadrini bilmek istemeyip ona kastedenleri arar bulur… Öyle sütü bozukları başıboş bırakmak olur mu?’

‘Peki, ya şurdaki?’

‘Sırça köşke girip çıkanların defterini tutar.’

‘Bunu da anladık, ya bu odadaki?’

‘Sırça kökün odalarını süpürtür…’” (Ali, 2021, s. 139).

Halkın elebaşına sorduğu her soruya cevap alması merak duygusunu giderir: Odalarda oturan aylakların kimi ışıkçı başı, kimi döşekçi başı, bazıları da onların yamağıdır. Halk ile elebaşı arasında geçen diyalogda oluşturulan yeni düzenin şifreleri mevcuttur. Elebaşı yönetimin en tepesinde yer alarak siyasi lider konumundadır, bütün şehrin bekasını kendi bekasına bağlamaktadır. Kendisi olmasaydı sırça köşkün de olmayacağını ve köşk olmasa da halkın ortada kalmayacağını ifade etmesi lider kültünü oluşturmak istenmesindendir. Ona en yakın konumda –anlatının en başında bahsedilen– diğer iki ahbap yer alır, ahbaplıktan başyardımcılık statüsüne geçer. Köşke giren malların hesabını tutan kişinin/birimin olması halkın verdiği malların birer vergiye dönüştüğünü, bunların kayıt altına alınmasıyla maliye biriminin oluştuğunu göstermektedir. Başka bir odadaki kişinin sırça köşke mal göndermeyenleri ve köşkün mevcudiyetine kastetmeye çalışanları arayıp bulması şehirde bir polis yapılanmasının oluşturulduğuna delalettir. Elebaşının, polisin aradığı kişileri “sütü bozuk” diye tarif etmesi suç ve ceza diyalektiğinin halkın yaşamına girerek yargı mekanizmasının oluştuğuna işarettir. Sırça köşk yapılana kadar halk arasında suçlu bir kişi olmadığı gibi, halk sorunları da kendi arasından seçtiği kişilerle halletmektedir. Başka bir odadaki kişinin sırça köşke girip çıkanları kayıt altına alması hem yönetimin güvenliğinin sağlanması hem de halkı oluşturan fertlerin yönetim nezdinde potansiyel birer suçluya ya da olağan şüpheliye dönüştüğünü açığa çıkarır. Ülkenin başşehri olması hasebiyle sırça köşke girenlerin kayıt altına alınması pasaport ve sınır işlemlerine de bir gönderme olarak okunabilir. Halk ile yönetim arasında oluşan bu durum kişiler arası yabancılaşmanın ve halkla yönetimin kesin çizgilerle ayrıştığının göstergesidir.


Sabahattin Ali

Sırça köşkte yaşayanlara halkın bakamayacak duruma gelerek yoksullaşması olası bir isyana kapı aralar. Bu tehdit karşısında yönetimin izlediği bir taktik de halktan yeni kişileri köşke çalışan olarak alıp halk arasındaki birliğin parçalanmaya çalışılmasıdır. Sırça köşkteki kişi sayısı arttıkça halkın verecek bir şeyi kalmamaya başlar ve insanların ellerinde kalan şeyler yönetim aracılığıyla köşkün adamları tarafından zorla alınmaya başlar. Yönetimin baskı araçlarıyla bekasını sürdürmesi köşkün adamları aracılığıyla sağlanmaktadır. Zor karşısında diyalektik bir sürecin gereği olarak zora karşı zor durumu gelişir. Ayak direyenler sırça köşkün bodrumuna kapatılır. Bu ayak direme tekil isyanlar olduğundan başarısızlıkla sonuçlanır. Bodruma kapatma/kapatılma uygulaması halk için yeni bir durumdur, bodruma kapatılma cezaevine gönderilme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu veçhesiyle suçun iktidarla ortaya çıktığı iletisi verilmektedir. Cezaevine dönüştürülen bodrumun köşkün içinde yer alması, cezaevinin devletin bir parçası olarak devletle birlikte ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Yönetimin en tepesinde bir kişinin ve yardımcılarının yer alması, maliye kayıtlarının tutulması, vergi toplanması, emirler çıkarılması, sırça köşke giriş çıkışların kayıt altına alınması, güvenlik birimlerinin ve cezaevi uygulamasının hayata geçirilmesi apaçık şekilde bir devletin bu şehirde kurumlar aracılığıyla inşa edildiğini göstermektedir. Weber, devleti belirli bir toprak parçası üzerinde meşru şiddet kullanma tekeline sahip bir yapı olarak tanımlar. Bu tanım bu anlatıda işlemektedir. Devlet bürokrasinin toplandığı yer ise sırça köşktür. Her kat ve odalar bu bürokrasinin yönetim alanıdır, dikey bir hiyerarşi esas alınarak yapılandırılmıştır. Köşkün bodrumuna suçluların kapatılması da yine oluşturulan hiyerarşik yapıda dikeyliğin etkisini açığa çıkarmaktadır. Suçlu olan en altta yer alırken, onun üstünde halk, halkın da üzerinde kendi içinde dikey şekilde yapılandırılmış bürokratik yönetim yer almaktadır. Bu doğrultuda köşkte oluşan bürokrasi, yeni yönetim kademeleri ve organları Althusser’in devletin ideolojik aygıtları kuramıyla örtüşmektedir. Oluşturulan her bir yönetim organı (emir çıkarma, cezalandırma, vergi toplama ve kayıtlandırma, bürokratik merkezî bir yapılanma) icat edilen devletin ideolojik aygıtlarıdır. Bu bağlamda sırça köşkün adamlarının gezdikleri yerlerde köşkü hiçbir kuvvetin yıkamayacağını yayarak saf kişileri buna inandırması, inanmayanlara zulmederek susturmaları da devletin propaganda aygıtının oluşturulduğuna –tıpkı bir medya kuruluşu gibi– işarettir. Sırça köşkle birlikte resmî ideoloji de oluşturularak halkın maddi gerçekliği çarpıtılmış şekilde algılaması hedeflenmektedir. Yöneten ve yönetilen olarak halkın iki sınıfa ayrılması ve bu ayrımın uzlaşmaz bir çelişkiye ulaşması ezen-ezilen ilişkine evrilmektedir. Diyalektik materyalizme göre tez-antitez oluşmuştur; iki ucun diyalektik gerilimi bir çelişkidir, çelişki taraflardan biri adına senteze ulaşmak zorundadır, çünkü karşıtlar hem birlikte hem de savaşım halindedir. Anlatıda da çelişki taraflardan biri adına çözüm bölümünde nihayete kavuşmaktadır. Çelişkinin çözülmesi, nicel birikimlerin oluşturduğu mütemadiyen değişen durumların nitel sıçramalara yol açmasıyla gerçekleşmektedir. Bu süreç gelişimi beraberinde getirmektedir.

Anlatının çözüm bölümünde herkesin elindeki son koyunu sırça köşke vermesi istenir. Son koyunların verilmesiyle halk köşkün önünden söve saya dağılmaya başlar. Önce tek tek isyan edenlerin köşkün bodrumuna kapatılması halkta umutsuzluk oluşturduğundan halk sözel şiddet olan küfürle tepkisini dile getirmektedir. Sırça köşkten önce şiddete ve küfre meyletmeyen halktaki bu değişim aynı zamanda bir tür yozlaşmanın da alametidir, baskının oluşturduğu tepkinin küfürle zuhur etmesi dildeki değişimi yansıtmaktadır. Düşünce ve dil toplumun maddi yaşam koşullarından etkilenerek vücut bulmaktadır. Verecek bir şeyi kalmayan halktaki tepkiyi ve riski bertaraf etmek isteyen elebaşı köşkün balkonuna çıkarak halka konuşma yapar. Konuşmanın balkondan yapılması oluşan hiyerarşik yapının aksetmesidir. Halka “Ey millet” diye seslenilmesi de lider-halk yapılanmasının sonucudur. Elebaşı halka seslenişinde dostun düşmanın hayran olduğu bir köşke sahip olduklarını, koyunların hepsini yemediklerini ve bir kısmını halka vereceğini, kendi boğazlarından kıstıklarını ifade ederek koyunların kellelerinin halka dağıtılmasını emreder. Elebaşının konuşmasında geçen dost, düşman kavramları, devletin halkta güvenlik kaygısı yaratmaya çalıştığını göstermektedir. Aynı biçimde köşkün sırçadan inşa edilmesi şatafatın sembolü olarak anlatıda cisimleşmektedir. Anlatının başında huzurlu bir yaşam süren halkın artık hiç tanımadığı dış düşmanları vardır: hayalî düşmanlar. Bu hayalî düşman yaratma politikası günümüzün despotik yönetim inşa etme anlayışıyla benzeşmektedir. Sırça köşkten çıkan hizmetkârlar koyunların kellelerini halka dağıtır. Kelleyi alanlar dağılmak üzereyken aralarından biri/leri elindeki kelleye bakarak bağırır; kellenin beyninin, dilinin, gözlerinin olmadığını söyler. Her bir itirazda elebaşı şu cevapları verir:

“Öyle… Fakat siz beyni ne yapacaksınız? Pişirmesini bilmez, ziyan edersiniz! (…) Canım, dilin size lüzumu yok! Yemesini beceremezsiniz! (…) Siz o gözün de nasıl kullanılacağını bilemezsiniz, vazgeçin ondan da…” (Ali, 2021, s. 140-141).

Elebaşının verdiği cevaplarda semboller dikkat çekmektedir. Yönetimin gözünde halkın beyne, dile ve göze ihtiyacı yoktur, çünkü halk bunları ne yapacağını bilmez. İnsanın düşünme, sorgulama, karar verme yetisi beyinle; çevresinde gelişen olayları dikkat ve kontrol etmesi gözle; gördüğü çarpıklıkları düşündükten sonra ifade etmesi dille gerçekleşmektedir. Bu semboller bir başka bir sembol olan koyun kavramında birleştirilmektedir. Sürü psikolojisine göre hareket eden ve bir çobanın varlığına ihtiyaç duyan koyun, anlatıda halkı sembolize etmektedir. Beyin, dil ve göz koyunda olduğunda ona temel ihtiyaçları gidermek dışında bir şey kazandırmamaktadır. Bu bağlamda bu organların insanda bulunmasının koyuna sağladığı işlevlerden öteye geçememesi de sakatlanmış iradenin tezahürüdür. Koyun sürüsüne dönüşen şehir halkının çobanı olarak konumlandırılan kişi de elebaşıdır. Halk kendindeki yetileri ve kendini yönetme iradesini elebaşının şahsında sırça köşkte oturanlara devretmiştir.

Elebaşının verdiği yanıtların ardından dağılmak üzereyken canından bezmiş birinin “Böyle başın da bana lüzumu yok!” (Ali, 2021, s. 141) diyerek boynuzundan tuttuğu kelleyi sırça köşke fırlatmasıyla hiç kimsenin beklemediği bir olay gerçekleşir: Sırça köşke çarpan kelle “Şangır!..” diye ses çıkararak camda büyük bir gedik açar. Hiçbir zaman yıkılmaz denen sırça köşkte açılan gediğin ardından halkın elindeki kelleleri fırlatmasıyla köşk yerle bir olur ve köşktekilerden sadece kapıya yakın kısımdaki beş on kişi canını zor kurtarır. Bir kişinin aniden başlattığı isyanın dalga dalga yayılmasıyla şehirde oluşan yeni düzen tuzla buz olur. İsyanı başlatan kişinin kelleyi fırlatarak büyük bir riski göze alması Türkçede kullanılan “yola baş koymak” deyimiyle açıklanabilir. Fırlatılan kellenin köşkte büyük bir gedik açması egemen sınıfın ve düzenin aldığı darbenin göstergesidir. Canından bezmiş biri/lerinin şiddete ve zora başvurması da kaybedecek bir şeyi olmayan insan/ların isyana en yakın noktada durduğundan kaynaklanmaktadır. Marx ve Engels bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:

“[Komünistler] görüşlerini ve niyetlerini gizlemeye tenezzül etmezler. Amaçlarına ancak şimdiye kadarki her türlü toplum düzeninin zorla devrilmesiyle ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın hâkim sınıflar bir [komünist] devrim korkusuyla titresin. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yoktur. Kazanacakları bir dünya vardır. Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” (Marx & Engels, 2014, s. 77-78).

Bu bağlamda ele alındığında egemen bir sınıfa karşı daha önce gerçekleşen bireysel isyanlar cezalandırılırken bu isyan örgütlü bir güç tarafından gerçekleştirilmiştir, plansız ve programsız bir isyan aniden patlak vermiştir, isyan bu yönüyle kendiliğindenci bir sürecin sonucudur. Bu kendiliğindenci ve öncüsüz gerçekleşen isyan bir yönüyle anarşizme yaklaşan bir tavrın sonucudur (Ward, 2000). Bu kendiliğindenci hareketi oluşturan motivasyona Eric Hoffer’in yaklaşımı şu şekildedir:

“Bir kitle hareketinin canlılığı, taraftarlarındaki ‘birlikte hareket ve nefsinden fedakârlık’ etme isteğinden ve eğiliminden meydana gelmektedir” (Hoffer, 2005, s. 97).

Çatışan iki sınıfın karşılaştığında aralarındaki antagonizmayı çözmeleri zorun rolüyle gerçekleşmektedir. Zorun rolüyle başarıya ulaşan isyanın sırça köşkü yıkması tüm iktidar mekanizmasının da dağılmasına neden olduğundan, köşkle birlikte şehir hayatına giren tüm ideolojik aygıtlar da parçalanmıştır. Anlatıda karşıtların savaşımı şehir halkı ya da son tahlilde ezilenlerin lehine sonuçlanarak senteze ulaşmaktadır. Eski düzene dönüş sağlansa da aynı nehirde iki kez yıkanılamayacağı önermesi geçerliğini korumuştur, çünkü halk sırça köşkün enkazını hemen temizlese de köşkün olumsuz hatırasını uzun zaman belleğinden atamamıştır. Onsuz da yaşanabileceğini bildiren ifade devlet mefhumuna bir göndermedir. Devlet, insanların beyninde bir mit olarak varlığını sürdürmektedir. Anlatıda üzerinde durulması gereken bir başka nokta da yazarın tarihsel materyalizme göre eserini oluşturduğudur. Başlangıçta ilkel komünal bir düzen hâkimdir. Daha sonra elebaşı ve ahbapların yetkili hale gelip efendi-köle diyalektiğinin oluştuğu görülmektedir. Sırça köşke yeni bir katın çıkmasıyla yeni idari birimlerin ve ideolojik aygıtların oluşması devlet düzenine geçildiğinin göstergesidir. Anlatının sonunda halk hareketi ve isyanıyla devletin yıkılıp tekrar komünal bir düzene geçilmesi Marksizm’in önerdiği son aşama olan komünizme geçiştir. Her ne kadar tarihsel materyalizmin aşamaları uygulanmaya çalışılsa da atlamalı bir tarihsel seyrin esas alındığı da aşikârdır. Devletin yıkılıp yerine sosyalist devletin kurulduktan sonra komünizme geçiş kronolojisini Marksizm savunsa da bu anlatıda devlet yıkıldıktan sonra sosyalist aşama yaşanmadan komünal düzene geçilmesi anarşizmden de etkilenerek anlatının inşa edildiğini düşündürmektedir.

İhtiyarların gençlere sırça köşkü anlatırken verdiği nasihatle anlatının nihayete erdirilmesi yine masal kurgusundan yararlanılmasından kaynaklanmaktadır. Verilen nasihatte günün birinde sırça köşk kurmak durumunda kalınırsa ne yapılacağının önerilmesi halkın bilgi ve yönteme ihtilal yoluyla (yıkılmaz ve devrilmez sözcükleriyle ifade edilen) ulaştığını açığa çıkarmaktadır. En başta sırça köşkten kurtulmak için çaresiz olduğunu düşünen halk artık tarihte zorun rolünü keşfederek şiddetin gerektiğinde yöntem olarak kullanılmasını kılavuz edinmektedir:

“Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.” (Ali, 2021, s. 141).

Sonuç

Sırça Köşk masal kurgusuyla oluşturulmuş, politik içerikte sembollerle örülmüş bir anlatıdır. Masalların kurgusunda görülen iyi-kötü, doğruluk-yanlışlık, olumlu-olumsuz çatışması bu anlatıya da yansıtılarak düğüm bölümüne yerleştirilen sömürü düzeni masallardaki gibi çözüm bölümünde iyi olanların lehine ilga edilmektedir. Sırça köşk, tepe, meydan, başşehir, bodruma kapatılma, dil, beyin, göz, koyun kavramları anlatının iletilerini taşıyan birer simgedir. Tarih boyunca görülen ezen-ezilen çatışması Marksist bir anlayışla yazar tarafından esere aksedilse de anarşist düşünceden esinlenildiğini gösteren noktalar da öne çıkmaktadır. İdeolojinin etkisinden kaynaklı olarak çatışma ezilenlerin lehine sonuçlandırılarak senteze ulaşılmaktadır. Şehir ve kişi adlarına, zaman bilgisine rastlanmaması anlatılan olayların tarihin birçok döneminde ve günümüzde hemen her toplumda ve farklı coğrafyalarda yaşanmasından kaynaklı evrensel bir nitelik taşımasındandır. Sırça Köşk ezilen halklar açısından anlatılan senin hikâyendir türünden bir eser olarak değerlendirilebilir. Eserde ihtiyarların gençlere sırça köşkü anlatarak nasihat vermesi, yazarın da okuyucuya vermek istediği nasihattir, fakat nasihatin “sakın” sözcüğüyle emre dönüştürülmesi yine ataerkil yaşam biçiminin sonucudur. Anlatıcının olaylara yorum yapması bu amacı daha belirgin duruma getirmektedir.

KAYNAKÇA:

  • Ali, S. Sırça Köşk. İstanbul: YKY, 2021.
  • Hoffer, E., Kesin İnançlılar, çev. E. Günur, İstanbul: İm Yayıncılık, 2005.
  • Marx, K., & Engels, F., Komünist Manifesto, çev. Nail Satılgan, İstanbul: Yordam Kitap, 2014.
  • Ward, C., Eylemde Anarşi, çev. H. D. Güneri, İstanbul: Kaos Yayınevi, 2000.
  • Yücel, A., Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek, Ankara: Yurt Kitap-Yayın, 2014.